Gülçin Özkan

18 Aralık 2021

Türkiye Çin modelinin neresinde?

Böyle bir dönüşümü sadece rekabetçi kur aracılığıyla yapmak ve sonucunu kısa zamanda almak mümkün değil

1978 yılında başlattığı reform sürecini takip eden 25 yıl boyunca ortalama yüzde 10 büyüyen Çin ekonomisinin bu deneyimi insan tarihinin en büyük ekonomik büyüme başarısı. Gerçekten de bu kadar uzun zaman boyunca böyle yüksek hızla büyüyen başka bir ülke örneği yok elimizde.

Böyle güçlü bir büyüme hikayesinin bir çok olumlu sonucu var doğal olarak. Örneğin, bu dönem içerisinde Çin 850 milyon vatandaşını yoksulluktan kurtardı. 40 yıl önce Çin nüfusunun yüzde 88'i günde 2 dolar ile geçiniyordu, bugün bu oran yüzde 6.

Bu göz kamaştırıcı büyüme serüveni tabii Çin'in küresel ekonomi içindeki yerini de dramatik bir şekilde etkiledi. Aşağıda Grafik 1'de görüldüğü gibi Çin'in dünya ekonomisindeki payı 1995'te yüzde 3, 2008'te yüzde 7 iken bu oran 2019'da yüzde 16.34'e ulaştı.

Bu arada aynı dönem içinde Türkiye'nin küresel ekonomi içindeki payının yüzde 1 civarından yüzde 0.75'e düştüğünü not etmekte fayda var.

Grafik 1. Küresel ekonomide ülkelerin payı - 1995, 2008 ve 2019. 

Aşağıdaki Grafik 2'den ise Çin'in bu istisnai büyüme sonucu toplam milli gelir açısından, hem Birleşik Krallık hem de Japonya'yı geride bıraktığını ve ABD'yi de kısa sürede yakalayacağını açıkça görebiliyoruz. Hatta, ülkeler arası fiyat farklılıklarını hesaba katan satın alma gücü paritesi temelinde Çin zaten 2014 yılından bu yana dünyanın en büyük ekonomisi.

Grafik 2. Milli gelir, 1960-2019

Peki Çin modeli ve ortada böyle büyük bir başarı hikâyesi varken niye diğer ülkeler de bu reçeteyi kopyalamıyorlar? Bunu yapmak kolay mı?

Çin modeli – Pekin uzlaşması

1978'de Deng Xiaoping liderliğinde başlayan reform süreciyle birlikte ortaya çıkan yeni ekonomik model için, piyasa ekonomisi içinde şekillenen Washington konsensüsüne alternatif olarak sık sık 'Pekin uzlaşması' tanımı kullanılsa da böyle keskin bir ayrışım çağrıştıran bir tanımlama bir hayli sorunlu.

Bunun en önemli nedeni Çin modelinin 1980'lerden itibaren Washington konsensüsünün tanıdık prensiplerinden bütçe disiplini, açık ekonomi, özel mülkiyet, dışa açılma gibi bir çoğunu içinde barındırması. Çin tüm bu dönem boyunca bütçe disiplininden taviz vermeyen, düşük enflasyon ve makro istikrarı önceleyen, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne üyeliğiyle tescillenen bir süreçle küresel ekonomiyle hızla bütünleşen ve bu dönem içinde kamu iştiraklerinin yüzde 80'inden fazlasını özelleştiren veya borsaya kayıtlı şirketlere dönüştüren bir ülke.

Çin'in ekonomik serüvenini simgeleyen kavram nedir sorusuna en iyi cevap 'pragmatizm ve esneklik' olur. Bu yaklaşımın en önemi özelliği ekonomik reformları ideolojik görmeyen, dinamik olarak hep yeniden kurgulayan ve sürekli hale getiren boyutu. Temel prensip bir seferde büyük reformlar gerçekleştirmek yerine küçük adımlarla, neyin çalışıp çalışmadığını gözlemleyip ona göre ilerlemek. Bu pragmatizmi Den Xiaoping şu şekilde ifade etmiş 'kedinin siyah veya beyaz olması önemli değildir, fareyi yakalaması önemlidir'.

Bu pragmatizmin yarattığı esneklik - kurumları hep yeniden gözden geçirme ve gerektiği şekilde yeniden yapılandırma - Çin ekonomisinde ciddi oranda merkezden çevreye inisiyatif aktarılması, yerel karar vericilere önemli teşvikler verilmesi ve rekabet yaratılması, mülkiyet hakkının olmasa da kullanım hakkının transfer edilmesi temelinde gerçekleştirilen toprak reformunu da içeren çok önemli bir dönüşümü beraberinde getirdi.

Otoriter merkezi hükümet yerel yöneticileri büyük titizlikle ve tamamen liyakat temelinde atayarak yerel yöneticilerin birbiriyle büyümeye katkı ölçütünde rekabeti sağlandı. Yerel yönetimlere mali kaynaklar açısından büyük bir özerklik verildi, öyle ki Çin mali yönden yerel yönetimlerin en bağımsız olduğu ülkelerden biri haline geldi.

Bu sistem devletin rölünün anahtar olduğu, desteklenecek sektörlerin devlet eliyle belirlendiği Asya modeli olarak bilinen sistemden açık bir şekilde ayrışıyor. Asya modelinde merkezi otorite, örneğin hangi sektörlere teşvik verileceği konusunda, doğrudan kararlar alıyor, bu nedenle sistemin başarısı için vizyoner ve kararlı liderler çok önemli.

Çin modeli ise devletin toplumun faydası için teşvik edilebilecek rasyonal birey ve birimlerden oluştuğu anlayışı üzerine inşa edilmiş ve tüm kurumsal düzenlemeleri bu doğrultuda gerçekleştiren bir sistem. Toplum faydası olarak görülen en önemli ölçütlerden biri 'ekonomik büyüme', ve gerçekleşen benzersiz büyüme oranları da bu yaklaşımın en azından bu kıstas çerçevesinde başarısını gösteriyor (tabii çevre sorunları, demokrasi, dağılım konuları gibi çok önemli konular var ama onları bu yazının dışında tutuyorum).

Ekonomik büyümeyi ana hedef olarak alan bu modelin merkezine inovasyon ve dolayısıyla – aşağıda detaylandıracağım- eğitim kalitesini koyması şaşırtıcı değil.

İhracat şampiyonu

Çin ekonomisinin belirgin özelliklerinden biri ülkenin güçlü ihracat performansı. Bunu Grafik 3'den açıklıkla görebiliyoruz. 2000'lerden itibaren artan gelirle birlikte ithalat ta (kırmızı çizgi) artıyor ama grafikteki her yıl ihracatın (mavi çizgi) altında kaldığı için aradaki fark ciddi bir cari fazla yaratıyor.

Bu sadece kendi başına bir başarı değil, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında da durum böyle. Örneğin Grafik 4'te de gördüğümüz gibi 2020 itibariyle Çin 2.6 trilyon dolar ile dünyanın ihracat şampiyonu. (Türkiye bu listede 169 milyar dolar ile 29. sırada).

Grafik 3. Çin ihracat, ithalat ve cari fazla, 2000-2018
Grafik 4. Dünyada en çok ihracat yapan ülkeler

Bu performansın çok önemli bir boyutu ise bu devasa ihracatın kompozisyonu. Çin sadece çok ihracat yapmakla kalmıyor, aynı zamanda yüksek teknoloji ürünleri, ara malları ve nihai tüketim malları gibi sofistike ürünler satabiliyor. Örneğin, Avrupa Birliği'nin ithalat yaptığı ülkeler arasında yüksek teknoloji içeriği en yüksek olan malları Çin ihraç ediyor (Grafik 5). Çin bu listede açık ara birinci (Türkiye 18. sırada).

Grafik 5. AB ithalatında yüksek teknoloji ürünleri, 2020

Çin'in ticaretinin ve üretiminin - 2018 itibariyle küresel imalat sanayi üretiminin yüzde 28'i Çin'de gerçekleştiriyor - böyle yüksek teknoloji içermesi, yukarıda bahsettiğimiz inovasyon ve yüksek kaliteli eğitimin, sistemin merkezindeki rolü ile yakından ilişkili.

Eğitimin Çin modelindeki önemini örneklemek için bir orta, bir de yüksek öğrenimden iki set veri kullanabiliriz. Birincisi Pisa - OECD tarafından 2000 yılından bu yana düzenlenen ve 15 yaşındaki öğrencilerin okuma- anlama, matematik ve bilim dalında yeteneklerini ölçen ve 3 yılda bir yapılan - test sonuçları.

Grafik 6'da görüldüğü gibi Çin, en son yapılan (2018) testlerde her üç dalda da birinci sırada (Türkiye bu listede okuma-anlamada 40, matematikte 42 ve fen bilimlerinde ise 39. sırada).

Yüksek öğretimle ilgili olarak ta dünya üniversite sıralamalarına bakabiliriz,

Grafik 6. Pisa test 2018 sonuçları

Tablo 1'de ülkeler en iyi ilk 100 üniversite listesindeki kurum sayısına göre sıralanıyor, bu listede Çin 4 dört kurumla 5. sırada. Karşılaştırmaya yardımcı olması için tabloya Türkiye'yi de ekledim. Dünyanın en iyi ilk 500 (10000) üniversitesi arasında Çin'den 40 (1145) kurum varken, Türkiye'den sadece 1 (180) bulunuyor.

Tablo 1. Dünyanın en iyi üniversiteleri listesindeki kurum sayısına göre ülke sıralaması. Kaynak. QS dünya sıralamaları, 2021.

Bu verilerle tutarlı olarak, son açıklanan küresel inovasyon sıralamasında Çin 12. sırada ve yükselen ülkeler arasında birinci.

Yüksek tasarruf oranı

Çin ekonomisinin bir diğer özelliği tasarruf oranının istikrarlı olarak yüksek olması. Bu hem içeride yatırım için kaynak sağlıyor, hem de Çin ekonomisinin cari fazlasının temelini oluşturuyor (bu oran Türkiye için yüzde 26 ile 30 arası değişiyor).

Grafik 7. Milli tasarruf oranları 

Çin'in yüksek tasarruf oranının küresel ekonomi için de önemli sonuçları var kuşkusuz. Bu tasarruflar küresel konjonktüre bağlı olarak diğer ülkelere akıyor ve 2009 krizi öncesi olduğu gibi başta ev piyasası başta olmak üzere varlık piyasalarında balonlar oluşturabiliyor.

Makro istikrar

Yukarıda bahsettiğimiz reform ve büyüme döneminde Çin'de makroekonomik istikrar nasıldı sorusuna cevap verebilmek için de enflasyon ve döviz kuru verilerine bakalım.

 
Grafik 8. Çin'de enflasyon ve kur 

Grafik 8'de 12-13 yıllık bir dönemde Çin'in döviz kurunun 1 dolar karşılığı 8 Yuan'dan 6.99 Yuan'a çıktığını – revalüasyon- gösteriyor. (Yuan 1995-2005 arası dolara karşı 8.28 değerinde sabit tutulmuştu). Yuan, değerinin göreceli serbest belirlendiği 2005 -2020 arası dolara karşı yüzde 22 değer kazandı. Enflasyon ise aynı zaman aralığında en fazla yüzde 6 oldu, 2012'den itibaren de yüzde 2 -3 aralığında gerçekleşti.

Yine karşılaştırma sağlaması açısından Türkiye için enflasyon (soldaki grafik, kırmızı çizgi) ve kur rakamlarını (dolar karşılığı TL) Grafik 9'da görebiliyoruz.

Grafik 9. Türkiye'de enflasyon ve kur

Sırf bu rakamlar dahi Türkiye'deki makro dalgalanmaların boyutunun ciddiyetini açıklıkla ortaya koyuyor.

Yüksek sermaye girişi

Yukarıda özetlediğimiz yüksek büyüme, rekor ihracat ve makroekonomik istikrar Çin'i küresel sermaye akımlarının cazibe merkezi haline getirmiş bulunuyor (Grafik 10, panel a).

Ayrıca hem yıllardır devam eden cari fazlanın, hem de güçlü sermaye akımlarının sonucu olarak Çin bugün dünyanın en fazla döviz rezervlerine sahip ülkesi (3.1 trilyon dolar).

Bu rezerv biriktirmenin bir de siyasi boyutu var tabii. 1997 Asya krizinden sonra, kriz sırasında IMF'den bekledikleri yardımı göremeyen bölge ülkeleri ileride ortaya çıkabilecek potansiyel krizlere karşı önlem olarak hızla rezerv biriktirmeye başladılar. Bunun önceliğini de Çin yaptı, öyle ki 2009 küresel finansal krizinden önce rezerv stokları 2 trilyon doları aşmıştı.

Grafik 10 (a) Doğrudan yatırımlar, 2018. Kaynak. Global Finance
Grafik 10. (b) Döviz rezervleri

Kredi genişlemesi ve konut sektörü

Yukarıda sunulan verilerin işaret ettiği parlak performans tabii ki Çin ekonomisinde herşeyin mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Son yıllarda Çin'in büyüme hızındaki yavaşlama ve son dönemde dünyanın en borçlu emlak şirketi olan Çin merkezli Evergrande'nin iflasın eşiğine gelmesi nedeniyle Çin modeli artık yaygın bir şekilde sorgulanıyor.

Aşırı yapılaşma - ülkede 90 milyon boş konut bulunuyor- ve sektördeki finansal sorunlar 'inşaat, inşaat, inşaat' diye tarif edilen dönemin sonuna gelindiğini işaret ediyor.

İronik bir şekilde Türkiye ve Çin'in benzeşen özelliklerinden biri inşaat sektörünün ekonomideki sürdürülemez konumu. İkincisi de kredi genişlemesi.

Çin ve Türkiye özel sektöre açılan kredilerin büyüklüğü açısından da birbirleriyle karşılaştırılabilecek konumdalar. Grafik 11 ülkeleri kredilerin milli gelire oranının uzun dönem ortalamasından sapması ölçütünde sıralıyor. Bu sıralama - 2015 verileriyle- iki ülkenin de önemli bir zaafına işaret ediyor. Bu kredi genişlemesinin sonucu olarak ortaya çıkan özel sektör borçluluk rakamları her iki ülke için de kaygı verici.

 
Grafik 11. Kredi açığı (kredi milli gelir oranında uzun dönem ortalamadan sapma.
Kaynak. Bank for Internatıonal Settlements.

Sonuç

Şimdi hem Çin ekonomisinde son zamanlarda baş gösteren sorunları, hem de Çin modelinin başka ülkeler tarafından kolaylıkla uygulanıp uygulanamayacağı sorusunu bir tarafa bırakalım (Bu sorunun cevabının olumsuz olduğunu not düşmekte fayda var. Çin'in büyüme hikâyesi ve reform programı hem kendi tarihsel gelişimiyle, hem de toplumsal dinamikleriyle yakından ilgili).

Ama diyelim ki bu mümkün ve diyelim ki yukarıda değindiğimiz çevreye verilen zarar, rejimin otoriter niteliği, bölüşüm gibi diğer önemli sorunları da dert etmediniz ve merkezinde ihracat ve hızlı ve istikrarlı büyüme olan Çin modelini ithal etmeye karar verdiniz. Yani hem yüksek miktarda ihracat yapacaksınız, hem de bunu yüksek teknoloji ürünleriyle gerçekleştireceksiniz. Bu sistemi inşa etmeye Çin 1978'te başladı, ve reformları sürekli yenileyerek 44 yıldır sürdürüyor. Böyle bir dönüşümü sadece rekabetçi kur aracılığıyla yapmak ve sonucunu kısa zamanda almak mümkün değil. Hele ulusal parayı serbest düşüşe bırakarak hiç değil.