Gülçin Özkan

20 Mart 2020

Sağlık krizi nasıl ekonomik krize dönüştü?

Hükümetlerin ekonomiyi bu şekilde adeta kendi elleriyle durdurmalarının geçmişte başka bir örneği yok

Koronavirüs salgını son üç günde ciddiyetini öyle artırdı ki, bir hafta öncesine kadar hayal bile edilemeyecek gelişmeler birbiri ardına gerçekleşmeye başladı. Salgının merkezi artık Avrupa, ve önce İtalya'da başlayan, ölümcül vaka sayısındaki ürkütücü tırmanış İspanya, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi diğer Avrupa ülkelerine de yayılınca, hükümetler çok katı önlemleri peş peşe uygulamaya koymaya başladılar. Bunun sonucu olara zaten ta geçen haftadan bu yana küresel piyasalarda artarak süren güven kaybı yeni bir noktaya taşındı.

Gerçekten de olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Savaş halleri dışında daha önce hiç tecrübe edilmemiş bir durumla karşı karşıyayız.

Ekonomide son bir kaç gündür gözlemlenen 'serbest düşüş' (keskin kötüleşme), yeni uygulamaya koyulan önlemlerin doğrudan sonucu. Son günlerde çok kullanılan aşağıdaki grafik ekonomik krizin sağlık krizini nasıl izlediğinin ipuçlarını veriyor.

Bu grafik, ilk vaka ortaya çıktıktan sonraki günlük hasta sayısını gösteriyor. İki senaryo var, birisi soldaki çan eğrisiyle gösterilen dramatik senaryo, önlem alınmadığı durumu işaret ediyor. Diğeri ise sağdaki törpülenmiş (flattened) çan eğrisi, o da uygulamaya koyulan önlemlerle ulaşılabilecek sonucu gösteren göreceli iyi senaryo. Bir de sağlık sisteminin kapasitesini gösteren yatay çizgi var.

 Grafik 1. Günlük hasta sayısı

Grafikten de görüldüğü gibi, önlem alınmadığı durumda günlük hasta sayısı çok hızlı artıyor ve sağlık sisteminin baş edebileceği eşiğin çok üstüne çıkıyor. Burada alınan önlemlerin amacını ve -hedeflenen- sonucunu açıkça görüyoruz, salgının yayılma şiddetini azaltarak sağlık sisteminin kapasitesinin içinde tutmak.

Örneğin, İtalya'daki durumun bu kadar ağır olması hem bu önlemlerin zamanında alınmamasıyla, hem de alınan önlemlere nüfusun önemli bir kısmının itibar etmemesiyle açıklanıyor.

Yukarıdaki değerlendirmeye bir de yaz aylarında hastaneler ve sağlık personeli üzerindeki yükün diğer mevsimlere nazaran daha az olduğu gözlemini eklersek, hükümetlerin virüsün yayılma hızını ciddi bir şekilde azaltarak, salgının en kötü döneminin -grafikteki çan eğrilerinin en tepe noktası- niçin yaz aylarına ertelenmesi için bu kadar uğraştıklarını daha iyi anlayabiliriz.

Ayrıca yukarıda yatay çizgi ile gösterilen sağlık sistemi kapasitesinin hepsini virüs salgınından etkilenenler için kullanmak tabii mümkün değil, ama mümkün olan en fazla kapasiteyi ayırabilmek için acil olmayan -aralarında bazı kanser ameliyatları dahi var- tüm operasyonlar birçok ülkede ertelendi. Doğal olarak salgının etkisi ne kadar ağır olursa diğer hastalar üzerindeki etki de o kadar ağır oluyor, örneğin 2014'teki Ebola salgınında hayatını kaybedenlerin çoğu hastanelerin hizmet veremediği diğer ağır hastalar olmuştu.

Krize karşı alınan önlemler

Hemen hemen her ülkenin açıkladığı önlemlerin ortak paydası 'sosyal mesafe'. Bazı ülkelerde bu sokağa çıkma yasakları olarak uygulanıyor, bazı ülkelerde ise tedbirler önce tavsiye niteliğinde başlamış olsa da kısa sürede, toplu aktivitelerin iptal edilmesi, okulların kapatılması ve uluslarası seyahatin durdurulması ile sonuçlandı. Beklenen, önümüzdeki haftadan itibaren birçok ülkede nüfusun büyük çoğunluluğunun evden çıkmadan hayatı idame ettirmesi. Okulların ve üniversitelerin çoğu da uzaktan eğitime başlayacak.

Tabii bu istisnai kararları almak son derece zor ve çok hassas bir dengeye bağlı. Yukarıdaki grafikten de gördüğümüz gibi salgının şiddetini azaltmak hayati önem taşıyor. Fakat bunu gerçekleştirmek için öyle radikal önlemler almanız gerekiyor ki ekonomiyi durma noktasına getiriyorsunuz. Hükümetlerin ekonomiyi bu şekilde adeta kendi elleriyle durdurmalarının geçmişte başka bir örneği yok.

Sonuç olarak çok hızlı bir şekilde geldiğimiz bu noktada ciddi bir ekonomik kriz var karşımızda.

Bu kriz 2008-09'dan nasıl farklı?

2008-09 küresel finansal krizi, bilindiği gibi birçok ülkeyi çok derinden etkileyen ve 1930'lardan sonra gözlemlenen en ağır krizdi. Üzerinde on iki yıldır tartışmaların devam ettiği bu krizin kaynağı, zamanında iyi denetlenmemiş finansal sektördeki birikmiş ağır risklerdi. Bu krizle birlikte önce bankalar arası, sonra da finansal kesimden reel sektöre kredi akışı kesilince, reel aktivite de ciddi bir şekilde azalmış ve üretim yıllarca kriz öncesi seviyelerin altında kalmıştı.

Bu kez ise çok farklı bir olaylar zinciri ile karşı karşıyayız. Öncelikle ilk aşamada salgının Çin'de ortaya çıkmasıyla oradaki üretimin keskin düşüşü sonucu, Çin'den gelen ara mallarına bağımlı bir çok sektörde üretimin yavaşlaması krizin ilk adımıydı. Buna birinci arz şoku diyebiliriz.

Çok hızla geldiğimiz ikinci aşamada ise salgının yayıldığı diğer ülkelerde alınan sert önlemler üretimin büyük sekteye uğramasına neden oldu, bu da birincisinden çok daha büyük olan ikinci arz şoku. Bir de ekonomik aktivitedeki durmanın neden olduğu gelir azalması ve artan belirsizliğin etkisiyle hızla düşen talep var, bu da talep şoku.

Bu ilk iki aşamadaki şokların finansal kesimle doğrudan bir ilişkisi olmamasına rağmen, ekonomi üzerindeki baskılar ortaya çıkar çıkmaz finansal piyasalar da, doğal olarak, derinden sarsılmaya başladı.

Bu ilişkinin mekanizması ise şöyle; sermaye piyasalarındaki yatırımcıların ekonomik aktivitedeki hızlı daralmanın şirket karlılıklarına olumsuz etkisi beklentisiyle, şirket hisselerini ellerinden hızla çıkarma çabaları, bu hisselerin değer kaybetmesine yol açıyor. İlk günlerde sadece ulaşım ve turizm şirketlerinin hisseleri düşerken, kısa süre içinde neredeyse ekonominin tümünün etkileneceği ortaya çıkınca bu kayıplar hızla diğer sektörlere de yayılmaya başladı. Nitekim son iki günde birçok gelişmiş ülke borsaları rekor düşüşler yaşadı. Örneğin, ABD'de Donald Trump'ın başkan seçilmesinden bu yana gerçekleşen borsadaki kazançların hepsi dün itibariyle silinmiş durumdaydı.

Bugünkü krizin bir başka dramatik yönü de gelir dağılımı üzerinde etkisiyle ilişkili. 2008-09 sonrası uygulanan kurtarma paketlerinin mali kaygılarla kısa süre içinde kemer sıkma politikalarına evrilmelerinden en büyük zararı alt gelir grupları görmüştü. O dönemin kaybedenlerinin son yıllarda ortaya çıkan popülist eğilimlere önemli destek verdiklerini, bu desteğin örneğin İngiltere'de Brexit kararına hatırı sayılır katkısı olduğunu gösteren bir çok araştırma var elimizde.

Bu kez krizin gelir dağılımı üzerindeki etkisi çok daha ağır olacak gibi görünüyor. Daha ilk aşamada en büyük zararı toplumun ekonomik ve sosyal açıdan en dezavantajlı kesimi hissetmeye başladı bile. İşlerini ilk kaybedenler informel sektörlerde, küçük işletmelerde çalışan ve fazla manevra alanı olmayanlar. Ayrıca birçok ülkede bir kaç gün içinde başlayacak uzaktan eğitim, maddi koşulları iyi olmayan, teknolojik aletlere ve internete erişimi sorunlu olan çocukların bu sürece daha başlamadan akranlarından olumsuz anlamda ayrışacaklarını gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde dahi bu kategoride olan çocukların sayısı az değil, bu da bu olumsuz etkinin sonuçlarının uzun yıllar devam edeceğinin sinyalini veriyor.

Ekonomiyi kurtarma programları da başka bir yazının konusu olsun.