Cumartesi günkü “edepsizlik krizi,” arkasında düşünecek çok şey bıraktı. Olay mahalline baktığınızda bir sürü başkan görüyoruz, bu bile üzerinde durulmaya değer. Kamuoyunda cumhurbaşkanı adaylığı konuşulan Türkiye Barolar Birliği başkanı, ona “yalan söylüyorsun, edepsiz” diye bağıran hükümet başkanı, ancak “sevecen” denebilecek bakışlarla hükümet başkanını izleyerek salonu onunla terk eden cumhurbaşkanı, bakışlarını yakalamadığım ama yine başbakanı takiben yürüyüveren genelkurmay başkanı, yanı başında bunlar olurken elinde bir külah çekirdeği eksik muhalefet partisi başkanı. Siz de mi başkandan sıkıldınız?
Ben bu başkanlar silsilesinde en çok, Barolar Birliği başkanını konu ediyorum. Çünkü ne Erdoğan’dan farklı bir davranış, ne Kılıçdaroğlu’ndan ağırlık gösteren bir tavır, ne de diğer iki başkandan herhangi bir tepki bekliyorduk. Zaten yapmazlardı. Benim muhatabım, hem yurttaşlık hem de meslek hassasiyetimle, Barolar Birliği başkanıdır.
TBB başkanının konuşmasının niteliğine ya da kürsüdeki varlığına değinmeyeceğim, çünkü konu o değil. Bu içerik ister tamamen doğru ister yüzde yüz yanlış olsun, o kürsüdeki hiç kimseye hiçbir paralel evrende öyle davranılamaz. Bunun tartışılacak hiçbir yönü yoktur. Her ne kadar CHP genel başkan yardımcısı Loğoğlu, Metin Feyzioğlu’nun yanlış yaptığını söylemişse de, salt bu beyan bile CHP’yle neden “olmayacağının” açık göstergesidir. Sayın Loğoğlu, konu Feyzioğlu’nun ne yaptığı değil, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın Danıştay töreninde konuşma yaparken resmen azarlanmış olmasıdır. Son cümleyi anlamadıysanız lütfen tekrar okuyun.
Gelelim Metin Feyzioğlu konusuna… Gerek meslektaşlar arasında gerekse diğer ortamlarda dikkat çekmeye başlayan biri kendisi. Özellikle son olay, Feyzioğlu lehine bir rüzgar estirdi. Benim buradaki tutumum elbette Barolar Birliği başkanının yanındadır, fakat mevcut başkan özelinde biraz konuşmamız lazım. Zira ortada kahraman addedilecek biri olduğunu düşünmüyorum.
Sayın Metin Feyzioğlu, konuşmaya artık direkt sizinle devam edelim isterseniz.
Hakkınızdaki fikirlerimi olgunlaştırmam için, söz ve söylemlerinizi geçmişe doğru taramam gerekiyordu. Aklımda kalan bir şeyler vardı ama malum, hukukçuyuz, delillere dayanmak zorundayız.
İlk olarak, kendinizi “yargının en üstündeki kişi” olarak görmenizin gerekçesini sorabilir miyim, üstte filan yer almayan sıradan bir meslektaşınız olarak? En üstte olan yargının kendisi değil midir, bir insan bu sistemin içinde ayrı bir yerde nasıl konumlanabilir? Üstelik kendisini o yerde nasıl yine kendisi görebilir? Kaldı ki biz avukatlar yargının kendisi değil kurucu unsurlarından biriyiz, iddia ve yargılama makamlarını altınızda görüyor olamazsınız. O halde neden ve nasıl böyle bir söz söylediniz, bunu açıklamanız mümkün müdür? Yoksa kastettiğiniz Birlik’in avukatlar üzerindeki nüfuzuydu da, başında bulunduğuz yapının barolar üzerinde vesayet kullanmasını meşru mu görüyorsunuz?
Bu beyanınız, meşhur Silivri görüşmeniz sonrasında yaptığınız basın toplantısından. İlgilenenler için açıklamanın tam metninin linkini paylaşmama lütfen izin verin
Bu açıklama, genelkurmay tutuklularıyla görüşmenizden hemen sonra, bu tutukluların tahliye olmasından biraz önce yapıldı. O günlerde, bu kişileri yeniden yargılatmanın yollarını arıyordunuz.
Sayın Başkan, anılan kanun ve mahkemeler, genelkurmay mensupları tutuklanmadan önce yok muydu? Meslektaşlarımız mesleklerinden ötürü benzer hukuksuz süreçlerden geçip tutuklanırken, siz İstanbul Barosu’nun seçimsiz olağanüstü genel kurulunda kürsüden slogan attırıyordunuz, o sloganların ise tutuklu arkadaşlarımızla hiç ilgisi yoktu. Hatta bu arkadaşlarımız gündeminizde dahi olmadı. Zaten hatırlarsanız, o genel kurul ancak soruşturmaların ucu Baro yönetimine dokununca yapılmıştı ve siz de o vesileyle teşrif etmiştiniz. Madem bu mahkemeler yanlıştı –ki evet yanlıştı, bu yanlışlık “yargının en üstündeki kişi” olarak neden sizi özellikle o zaman ve hatta sadece o zaman rahatsız etti?
Nisan 2014’te, “Azrail’in yapmadığı ayrımı devletin yaptığını” söylemiş, bu ayrımı da yine askerler üzerinden açıklamışsınız. Sayın Başkan, ülkede ayrıma uğrayınca buna itiraz edilmesi gerekenler, yalnızca asker sınıfı mıdır? Neden sizi başka ihlallerde bu kadar aktif ve hevesli göremiyoruz?
Sayın Başkan, Silivri basın açıklamasından devam edelim. Açıklama boyunca, 17 Aralık sürecinden rahatsız olduğunuz yönünde bir izlenim ediniyoruz ve paralel yapıdan olan rahatsızlığınızı zaten siz kendiniz de söylüyorsunuz. Paralel yapı elbette kesinlikle bulunmamalıdır, fakat söyleminize bir “hükümet destekçiliği” havasının hakim olduğunu görmüyor musunuz? Tam olarak “Öte yandan bu ülkenin Başbakanı, İçişleri Bakanı ve danışmanları, en yetkili ağızlar, yargının içerisinde bir paralel devlet oluşumu var demişse ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Ergenekon ve Balyoz davalarıyla kumpas kuruldu diye yine en yetkili ağızdan cümleler sarf edilmişse, bizim bunu duymazdan gelmemiz, görmezden gelmemiz mümkün değildir.” demişsiniz. Yine bu ülkenin başbakanı, içişleri bakanı ve danışmanları ile en yetkili ağızlarının bu yapıyla olan ilişkisini sorgulamak, başkanlık sıfatınız bu noktada inanın önemli değil, bir hukukçu olarak sizin göreviniz değilse kimin görevidir?
Son konuşmanıza da değinelim. Her ne kadar Başbakan size tepki göstermişse de, paralel yapı ve ses kayıtları konularındaki söylemlerinizde Başbakan’ı o denli rahatsız edecek bir içerik göremediğimi üzülerek ifade etmeliyim. Halbuki bir savunma mensubunun görevi, güç sahibini rahatsız etmektir. Gizli kayıt elbette hukuk dışıdır, fakat bu kayıtların içeriği ve sizin konumunuz, dinlemeyi yapana olduğu kadar dinlenene de yönelmeyi gerektirir. Yolsuzluk iddialarının araştırılması gerektiğini tek cümleyle de olsa elbette söylemişsiniz, fakat bu kadarını yolsuzluğa adı karışanlar da söylemişti. Madem bu konuya gelecektiniz, Türkiye Barolar Birliği başkanından yolsuzluk soruşturmasındaki savcıların başına gelenlerden de söz etmesi beklenmez miydi?
Cumhurbaşkanı adayı olur musunuz ve olursanız bu kamuoyunda nasıl karşılanır bilmiyorum. Fakat olması gereken kadar geniş çaplı bir kamuoyu desteği alamazsanız, sebebi belki de bu tutumunuz – ya da daha doğru ifadeyle tutumsuzluğunuz olacaktır. Lütfen bunu düşününüz. Ortalık hukuksuzluktan yıkılırken, sizin daha dün ve ancak Başbakan tarafından açıklanamaz bir tepkiyle karşılaşınca bu kadar dikkat çekmiş olmanız anlamlıdır.
Sayın Başkan, Başbakan’ı kızdıran konuşmanızda faili meçhulleri ve Uludere’yi de anmış olmanız takdire şayandır. Fakat Kürtlerle ilgili konuşacaksanız, bu konuda önceki açıklamalarınızı da araştıralım.
Bu araştırmada maalesef önümüze pek sonuç çıkmıyor, çünkü andığınız faili meçhuller için yaptığınız herhangi bir şey görünmüyor. İnsan Hakları Derneği Ankara şube başkanını kaynak göstererek lütfen şunu sormama izin verin, konuşmanızda isim vermeden andığınız Nezir Tekçi de 17 yaşındaydı, sizi hiç basında görmedik? Olay tam da Ankara Barosu başkanı olduğunuz dönemde yaşanmıştı. Hadi onu da bırakalım, bugün andığınız Uludere konusunda da, bugün anmak dışında herhangi bir şey yaptıysanız bırakın da huzur içinde mahcup olayım. Baronun sayfasındaki taziye mesajını saymıyorum tabii ki. 34 kişinin üzerine bomba yağdırılması, bir taziye mesajından çok daha fazlasını hak etmektedir, hele ki kendinizi “yargının en üstündeki kişi” olarak görüyorsanız. Sakın o arada, andığınız meçhullerin faili olarak görülenleri aklamak için Silivri yollarında olmayasınız? (Paragrafın başında andığım İHD şube başkanının yazısı için lütfen bakınız
Yazı gittikçe uzadığı için, kısa birkaç cümle daha kurup huzurunuzdan çekilmem gerekiyor. Son olarak Sayın Başkan, bir kanun tasarısı vardı bizim, ne oldu ona? Son konuşmanızda taslağı hazırladığınızı ve barolardan gelecek görüşler doğrultusunda metne son halini vereceğinizi belirtmişsiniz.
Sayın Başkan, üzülerek belirtmeliyim ki, yargının en üstündeki kişi siz değilsiniz. Zira böyle bir kişi yoktur. Yine en üstünde değil fakat yönetiminde olduğunuz yer ise, savunma makamının ülkesel örgütüdür. Bu örgüt elbette ki ülkenin hukuku ve gündemi hakkında söz söyleyecektir, fakat güçlenmesinin yolu sizin kişisel kürsü performansınız değil, her bir üyesinin ayrı ayrı güçlü olabilmesidir. Fakat bu alanda sizi maalesef fazla görememekteyiz. Bizimle gerçekten ilgilenmeniz için tutuklanmanın yetmediğini de maalesef gördük. Sorunlarımız hukuk eğitiminden ön büro angaryasına ve oradan savunmanın “dokunulabilir” hale gelmiş olmasına kadar, çok çeşitli. Bunların hepsini biliyorsunuz. Mesleğimizi ve onun üzerine kurulu olduğu savunma özgürlüğünü mutlak olarak güçlendirmeye çalışırken arkamıza Türkiye Barolar Birliği’ni almak için, kendimizi sizin ilgileneceğiniz türden davalarda mı yargılatmalıyız?
Nasıl yapalım Sayın Başkan, bu iş böyle olmuyor?
En derin saygılarımla,
Av. Göksun Gökçe Göndermez.
@goksungokce