Gökçer Tahincioğlu

05 Mayıs 2019

Yasaklı ve aşırı tehlikeli sözcüğü kullanmanın cezaları

Başında 'barış' gelen sakıncalı kelimeleri kullanınca ne kadar ceza alabileceğinizin ve başınıza gelebileceklerin bir tarifesi var

Gariptir; Türkiye’de kullanmanız halinde “terörist” sayılacağınız, aşırı “tehlikeli” ve  “sakıncalı” sözcükler ve semboller var.
Zafer işareti misal.
İşaret ve orta parmağınızı “V” şeklinde açmanız, en hafifinden, birkaç ay cezaevinde kalmanızın kapılarını açabiliyor.
Beyaz tülbent de aşırı sakıncalılardan. 1 Mayıs alanına tülbent sokmak istiyorsanız ya başınızı örtmeniz gerekiyor ya da valilik-emniyetten izin almanız.
Misal, adaletin “şaşmaz” terazisine göre size hakaret edilmesinin ifade özgürlüğü ve eleştiri kapsamında sayılmasına aldanmamanız gerekiyor. Sizin yaptığınız bir küçük espri ya da ima soğuk Silivri’nin kapılarının anahtarı haline gelebiliyor.
Listeyi uzatmak, çeşitlendirmek mümkün.
Hangi sakıncalı kelime ya da sembol nedeniyle ≈
Lakin başında kuşkusuz tek bir kelime yer alıyor:
“Barış.”

* * *

Emniyet ve yargıya göre, kelimenin tehlike içermesinin nedeni örgüt tarafından kullanılıyor olması kaynaklı.
Birileri tarafından da kullanılıyor olmasının ya da sıkça dile getirilmesinin o kelimeyi nasıl ceza nedeni haline getirdiğini sorgulayabilirsiniz elbette.
Lakin tavsiye etmiyoruz, yapmasanız daha iyi olur.
Zira kelimenin ferah feza kullanılabildiği çözüm sürecinin bitişinden sonra yargı ve emniyet gibi vatandaşın da dün suç olmayanın bugün neden suç olduğunu fark etmesi, yasalara, anayasaya ve AİHM kararlarına göre değil, duruma göre vaziyet alması gerekiyor.
Yasalar o amaçla düzenlenmemiş, evrensel hukuk kurallarıyla en ufak bir ilgisi bulunmuyor da olsa neyin milat olduğunu fark etmek ve buna göre davranış sergilemek bir vatandaşlık görevi.

* * *

Prof. Dr. Füsun Üstel, yakında cezaevine girecek.
Suçu, “Barış bildirisi” metnine imza koymak.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmiş, 1987’de “Türk Ocakları (1912-1931)” başlıklı teziyle doktor unvanını almış, 1993’te doçent, 2000’de profesör olmuş, İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (1912-1931) ve Yurttaşlık ve Demokrasi (Dost Yayınları, 1999) başlıklı kitapları, onlarca makaleyi kaleme almış Üstel’in yaşamı boyunca hiçbir şiddet eyleminde yer almadığını, hiçbir örgütle bağı ve bağlantısının olmadığını emniyet de yargı da biliyor elbette.
Akademisyenlerin “Bese Hozat’tan talimat alarak bildiriyi hazırladıkları” gülünç iddiasını destekleyen en ufak bir somut kanıt var mı, yok.
Ama herkesi çok kızdıran bildiriye imza koyması nedeniyle “haddinin bildirilmesi”, “medeni ölü” haline getirilmesi gerekiyor. Yasaklı sözcük “barış” kullanılmış ne de olsa.
Bildirideki diğer “ağır ifadelerden” söz edenler olacaktır.
AİHM ve Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın çok daha ağır ifadeler içeren bildirilerle ilgili kararlarına dönüp bakmalarını tavsiye etmekten başka çare yok.
Peki, bini aşkın akademisyenin imza koyduğu bildiriyle ilgili davanın ayrı mahkemelerde neden açıldığının, aynı suçu işlediği iddia edilen akademisyenlerin neden farklı ceza maddelerinden yargılandığının, kiminin cezasının ertelenip, kimininkinin neden ertelenmediğinin bir yanıtı var mı?
Üstel, aldığı 1 yıl 3 aylık cezası ertelenmeyen isimlerden.
Bildiri açıklanınca, bayrağın ve itiraz edilemeyecek sözlerin arkasına saklanarak vatanseverlik bildirileri hazırlayanların bu adaletsizliğe bir itirazı var mı, o da yok.
Zira konforlu koltuklar, asistanlara yazdırılıp imza atılan makaleler, anlaşmalı yabancı dergilerde çıkartılan yayınlar, ek dersler, kolay alınan unvanlar, İngilizce eksiğini bile devletten bilenlerin meşrulaşmasının yolu ihbar ve kafayı kuma gömmekten geçiyor.

* * *

Bir başka soru?
Türkiye’nin Afrin’e düzenlediği, ülkenin büyük bölümünün desteklediği operasyonu, bu ülkenin bir bölüm vatandaşının “yanlış” bulma hakkı var mı?
Buluyor ve fikrini söylüyorsa hain olduğu anlamına mı geliyor?
Bu yönde algı oluşturulması ve bunun üzerinden siyaset yapılması  değil mesele, yargıya göre bu suç nasıl oluşuyor?
Herkes biliyor aslında ya da hukuk bilen herkes biliyor.
Ama yetmiyor.
Türk Tabipleri Birliği’nin sadece Afrin’e yönelik değil, genel olarak savaş karşıtı tutumu da bilinmesine rağmen, “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” başlıklı bildiriyi açıklaması suç sayılıyor.
Birliğin 10 yöneticisi 1’er yıl 8’er ay, Hande Arpat 3 yıl 3 ay 22 gün hapis cezasına mahkum ediliyor.
Okuyun bildiriyi, “Barış bildirisi”nde tartışma konusu edilen ifadelerin binde birinin olmamasına rağmen nasıl suç sayılabildiğini, terörle, örgütle, şununla bununla en ufak ilgisi olmayan insanların nasıl bir duruma getirildiğini de ondan sonra düşünelim.
Bir ülkenin hukukunun temel standartlarından biri öngörülebilir olması, dün suç sayılmayanın, bugün de suç oluşturmamasıdır.
Aynı eylemin dün beraat, bugün ceza nedeni sayılması açıklanamaz bir hukuk düzeni.
Ve bir parti liderini linç etmek isteyenlerin, bir dili konuştuğu için insanları linç edenlerin, oruç tutmadığı için insanlara “ceza vermeyi” hak görenlerin, kadınların, çocukların başına gelenleri “şöyle yapmasalardı” diye açıklayanların, ayrımcılığın alasını yapıp, bunu birlik-beraberlik nutuklarıyla örtenlerin değil de savaşın sonuçlarını anımsatmak isteyen doktorların “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçundan cezalandırılmaları gösteriyor asıl bozuk teraziyi.