Başlıkta özetlenen önermeyi sonda değil, en baştan söyleyelim.
Hukukun en temel ilkelerinden olan, "şüpheden sanık yararlanır" ilkesini bu ülkede bazı kararlarda katiyen göremezsiniz.
İfade özgürlüğü davalarında, solcular hakkında açılan örgüt davalarında, Kürt politikacılar hakkında açılan davalarda bu ilkenin esamesi okunmaz.
Ancak devleti arkasına alıp yapmadığını bırakmayanlar için hukukun bu temel ilkesi büyük, serin, ferah bir şemsiyedir.
Onlarca örnek vermek mümkün ama en güncellerinden gidelim, Ankara'daki faili meçhul cinayetler davası ile Gezi davasını ele alalım.
* * *
Faili meçhul cinayetler davası, eski Bakan Mehmet Ağar, eski özel harekât müdürü İbrahim Şahin, birilerinin "efsane" ilan ettiği emekli Yarbay Korkut Eken ile emirlerinde çalışan özel harekât polisleri hakkında açıldı. Bir bölüm JİTEM'ci itirafçının da bu davaya eklenmesi mümkündü ama onlar başka bir davada "aklandı."
1993-96 yılları arasında işlenen 20'yi aşkın faili meçhul cinayetten söz ediyoruz. Birilerinin öldürülenleri, kimliklerinden dolayı zerre umursamadığı, hukuklarını satır konu etmedikleri, yaşamlarını biraz olsun önemsemedikleri insanlardan…
İşte bu dava, Susurluk çetesinin içinden birinin, eski özel harekatçı Ayhan Çarkın'ın itirafları sonunda açıldı.
Çarkın'ın kim olduğu Türkiye'de bilinen sırlardan. Faili meçhul cinayetleri kimin işlediğinin, kimin talimatıyla işlediğinin çok iyi bilinmesi ama bulunamıyormuş havalarında davranmaları gibi. Çarkın'ın cinayetleri ve tetiği kimlerin çektiğini çok iyi bildiği biliniyor elbette.
Çarkın, kendini korumaya alarak, kendisinin tetik çektiği olayları biraz manipüle ederek, cinayetlerin önemli bir bölümünü aydınlattı.
Bir süre sonra mahkeme, akli dengesi yerinde mi diye hastaneye yatırılmasına karar verdi. Sonra başka dosyaları akla geldi, tutuklandı.
Çarkın anladı durumu elbette. İfadesini değiştirdi, önceki itiraflarını yalanlama yolunu seçti.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ağar ve arkadaşlarının beraatine karar verirken Çarkın'ın ifadesinin çelişkili olmasını ana gerekçe yaptı. "Şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereği, çelişkili ifadelerin esas alınamayacağına hükmetti.
* * *
Bu noktada hemen Gezi davasına dönelim. Geçelim iddianameyi, yerel mahkemeyi, istinaf mahkemesini… Doğrudan Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin kararına bakalım.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası onanan iş insanı Osman Kavala ile ilgili hükme esas alınan ifadelerden birinin sahibi Murat Pabuç.
Yargıtay kararına da ifadesi özenle konulmuş. Kavala'nın neler çevirdiğini anlatmış.
Pabuç'u anımsayacaksınız.
2016'da kendiliğinden savcılığa giderek ifade veren Pabuç'un beyanları, 2018'de birçok ismin gözaltına alınmasına, Kavala'nın da ağır biçimde suçlanmasına yol açtı. Binbaşı rütbesindeyken ordudan emekli edildiği, bir süre TKP'de siyaset yaptığı anlaşıldı. Bu durum ortaya çıkınca, TKP, Pabuç'un partiyle ilişiğini 2015'te kestiklerini açıkladı. TSK ile psikolojik sorunları nedeniyle ilişiğinin kesildiği de anlaşıldı.
Tüm bunlar ortaya çıkınca Pabuç, 2018'de savcılığa bir dilekçe daha verdi. Pabuç, "Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki görevine psikiyatrik uygunsuzluğu gerekçe gösterilerek son verilmiş bir subayın 'Askerlik yapmak için uygun görülmeyen' psikolojik özelliklere sahip olduğum saptanmış ve ordudan uzaklaştırılmıştım. Şimdi bu niteliklere sahip olan benim bir soruşturmada kaynak/dayanak yapılmasını anlayabilmiş değilim. 2013 Haziran'ında memleket sathına yayılmış olayların yabancı ülkelerin gerçekleştirdiği bir operasyon olarak gösterilmesini kabul etmiyorum. Buna şahsımın tanık olarak gösterilmesini ise kişilik haklarıma saldırı olarak değerlendiriyorum. Yürüttüğünüz soruşturma çerçevesinde bu uyarılarımın dikkate alınmasını ve şahsıma atfedilen görüşlerin bir dayanak olarak kullanılmasının sona ermesini talep ediyorum" dedi.
Ne kadar açık değil mi?
Öyle olmadı… Mahkeme, inatla kapalı duruşmada Pabuç'u bir kez daha dinledi. Çelişkili beyanlarına rağmen iddialarını hükme esas aldı. Yargıtay da aynı ifadeleri cezaları onarken kullandı.
Ayhan Çarkın ve JİTEM söz konusu olunca şüpheden sanık yararlandı, Murat Pabuç ve Gezi söz konusu olunca savcılık…
* * *
Bununla bitiyor mu, elbette hayır…
Faili meçhul cinayetler yani Ankara JİTEM-Susurluk davasında yargılanan sanıkların tamamı aslında "çete" kurdukları yargı tarafından tescil edilmiş isimler.
Susurluk davasında, "cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak" suçundan mahkûm olmuş, cezaevine konulmuş isimler. Hepsi kuş gibi cezalar aldı ve son derece rahat koşullarda yattı ama olsun…
Bir çete, örgüt varsa eylemi de olur değil mi, akla yatkın olan budur. Kaldı ki bu çetenin maharetleri TBMM Susurluk Raporu'nda, Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporu'nda ayrıntılı anlatılıyor.
O dönemde bir de "kayıp silahlar" konusu vardı. Birçok kişi, bu nedenle yargılandı, hüküm giydi.
Emniyete hibe edilen, aslında hibe edilmiş gibi gösterilen ancak örtülü ödenekten alınan silahların bir bölümü o dönemde ortadan kaybolmuştu. Seri numaraları bu silahların faili meçhul eylemlerde kullanıldığını da gösteriyordu.
O dönemde çok nadir bulunan Uzi silahlara ait mermiler de cinayetlerin işlendiği alanlarda bulunuyordu. Hepsi kayıtlarda var.
Faili meçhul cinayetler davasında, bu silahların akıbeti, avukatların ısrarıyla araştırıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü, tam da bu sanıkların görevli oldukları yerlerde, eylemlerin yapıldığı dönemde silahların kaybolduğunu doğruladı.
Ama mahkemeye yetmedi. Mahkeme, bu silahlarla kullanılabilecek mermileri, bulunan mermilerle kullanılabilecek silahları da araştırdı.
Ardından ekledi:
"Bulunan kanıtlar olsa da bu silahlarla farklı mermilerin de kullanılabileceği, cinayetlerde kullanıldığının kanıtlanamadığı, şüpheden sanığın yararlanacağı…"
* * *
Gezi'ye dönelim.
Savcılığın ilk günden bu yana iddiası, Arap Baharı'nda etkili olan, Sırbistan başta olmak üzere birçok ülkede "sivil direniş" örgütleyen Otpor ve Canvas adlı örgütlerin liderlerinin, Açık Toplum Vakfı Başkanı Soros ile birlikte Gezi'yi örgütlediği yönünde. Bu iddiayı yerel mahkeme de istinaf da Yargıtay da yerinde buldu.
Bu iddianın dayanağı var mı?
Yargıya göre var. Dayanak da Otpor ve Canvas liderlerinin tatil için 2012'de Antalya'ya gelmesi… Peki Gezi sanıkları ile aralarında bir irtibat var mı? Tespit yok. Ne telefonla ne yüz yüze görüştüklerine dair kanıt var. Ama Gezi'den bir yıl önce Türkiye'ye geldiklerine göre, vardır nedeni değil mi? Olsa olsa budur, başka ne olacak?
Yetmiyor, firari sanık Mehmet Ali Alabora'nın Mısır'da olduğu tarihte, bu kişilerden biri de Mısır'a gitmiş… Görüşme var mı, yok… Delil var mı görüştüklerine dair, yok…
Ancak Yargıtay, "şüpheden sanık yararlanır" ilkesini unutuyor hemen. "Bu kadar da tesadüf olmaz, tesadüfle izah edilemez" gerekçesiyle, evet, bu gerekçeyle mahkûmiyet kararı veriyor.
* * *
Bitmedi, uzar gider ama son bir karşılaştırma daha yapalım…
JİTEM-Susurluk dosyasında, bizzat bu çetenin içerisinde yer alan, daha sonra para nedeniyle ters düşen, dönemin MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür'e giderek bildiklerini anlatan, bunların kayda alınmasını kabul eden Tarık Ümit'in ses kayıtları var.
Ümit, öldürülenlerin üzerinden çıkan paraların bile kim tarafından nasıl paylaşıldığını anlatıyor.
Mahkeme, bu kayıt için, "Baskı altında anlatmadığına dair kanıt yok" diyor önce. Ardından, MİT yetkili bir güvenlik birimi değilmiş gibi, "Yetkili makamlar önünde konuşsaydı" diye ekliyor.
Hem Eymür, hem de ortamda bulunan diğer isimler Ümit'in anlatımlarını doğruluyor mahkemede. Yetkili makamın önünde…
Ancak bu da yeterli gelmiyor mahkemeye…
Eymür, öldürülecek kişilerin bulunduğu listeyi sunuyor. Tarık Ümit'in bunu da verdiğini söylüyor.
Hayır, o da yetmiyor…
* * *
Gezi'ye dönelim…
Sürekli Gezi'yi organize etmekle itham edilen Soros'un Kavala ile bağlantısına kanıt olarak sadece telefonlarının aynı baz istasyonundan sinyal vermesi gösteriliyor. Binlerce kişinin telefonunun aynı bazdan sinyal verdiği İstanbul'un göbeğinde… Başka kanıt yok…
Aslında Gezi'den önce ODTÜ üzerinden ayaklanmanın planlandığı iddia ediliyor. ODTÜ'de eylem yapıldığı dönemde Otpor, Canvas, Soros ile ilgili tek bağlantı yok…
Telefon dinlemeleri ana kanıtlardan biri… Başka bir suçtan dinleme yapılmış. Bir aşamada, "hükümeti devirmeye teşebbüs" denilerek dinleme yapılan suçun vasfı değiştirilmiş. Asıl kritik dinleme kararları ilk döneme ait. Bu kararı veren isimler FETÖ firarileri…
Ama Yargıtay hepsini yasal kayıt sayıyor. Gerekçesi de "o tarihte gerçek suçun ne olduğu, olayın vahameti nasıl anlaşılsın?"
Şüpheden sanık yararlanabilir mi böyle bir davada, asla…
AİHM kararı yok, AYM kararı yok, içtihatlar yok, anayasa yok… Sadece ne olursa olsun cezalandırma motivasyonu söz konusu…
* * *
Anayasa mı değişecek, ceza kanunları mı, hangisi olursa…
Yazın üzerine büyük harflerle…
"Bu ülkede sadece bazı sanıklar şüpheden yararlanır… Ve üstelik şüphe olmaksızın yararlanır" diye…
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |