Gökçer Tahincioğlu

08 Ağustos 2024

Sırtında cesetle koşmak ve kâbuslarımızın kaynağı

Toplama kampı, Avrupa’nın dört yanından insan taşınabilecek bir noktaya inşa edilmiş. Harita üzerinde insan taşınan ülke sayısını görünce şaşıyorsunuz… Niğde’de yavru köpekler, acı içerisinde öldürülerek, toplu bir mezara gömüldüler. Kedilerin kafası kesildi bir başka kentte… O sırada binlerce insanın üzerine bombalar atıldı. Durmaksızın devam ettiler… Ve hep haklıydılar…

Polonya'daki 'Auschwitz', toplama kampı
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

Hıristiyan babası öldükten sonra Yahudi annesiyle birlikte yaşamaya başlayan genç kadın, yasal düzenlemeler hazırlanırken tedirgindi.

Babasından dolayı Hıristiyan kabul edilmesi mümkündü elbette ama kimse getirilecek yeni düzenlemelerin nelere yol açacağını kestiremiyordu.

Yasallık, yapılan her kanlı ve kötücül eylemin kılıfı haline geliyordu. Bir yasa varsa ve yürürlükteyse, o yasaya uygun davranmanın kötü bir tarafı yoktu.

Korktuğu oldu.

Getirilen yeni düzenlemeye göre artık “melez” kabul ediliyordu.

Bu Yahudi sayılmadığı için kendisine kısmi bir koruma sağlasa da her an dışlanmasına ve çeşitli eylemlere maruz kalmasına yol açabilecek bir sonuçtu. Rüyalar görmeye başladı, daha doğrusu kabuslar:

Melez kadının bu rüyaları gördüğü 1936/37 yıllarında Almanya’da henüz Yahudilerin sınır dışı edilmesi akıllardan geçen bir ihtimal bile değildi. Restoranların kapılarına Yahudilerin giremeyeceğine dair yazılar yazılmamıştı ve toplama kampları henüz kurulmamıştı.

Tıpkı o günleri yaşayan bir halkın, bugün bir halkı bütünüyle ortadan kaldırmak için her şeyi yapabileceğinin akla gelmemesi gibi.

İsrail’in Gazze’de yaptıklarının, çocuk, kadın, sivil demeden yüzbinlerce insanı bilinçli ve zalim bir biçimde katletmesine dünyanın göz yumacağının akla gelmemesi gibi…

***

Seyhan Belediyesi’nin Meclis toplantısında, MHP’li Meclis üyesi Şehmus Uçar, gündem dışı söz alarak konuşuyor:

“Ben burada MHP'yi temsil ediyorum. Bilesiniz bunu. Konuşmalarınıza siz dikkat edeceksiniz. Tahammül sınırlarımızı aşmayın. Biz Ülkü Ocakları'ndaki arkadaşlarımızı burada misafir edersek Seyhan Belediyesi'nde girecek yeriniz kalmaz."

Herkes şaşkın.

Daha sonra sözlerini, “Onlar da bizim gençlerimiz” diye savunmaya kalkıyor ama neyle tehdit ettiği açık…

Ankara’nın göbeğinde öldürülen Sinan Ateş cinayeti ile ilgili olarak dosyaya yansıyan ve yansımayan bilgileri haberleştiren gazetecilerin tehdit edilmesi gibi…

Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı’nın, gazetecileri etiketleyerek, “Bizler AB ve ABD fonlarının doldurduğu dolma kalemler değiliz, bizler kurşun kalemleriz. Kurşun kalemlerin de bir gün galip geleceğini mutlaka göreceksiniz!” ifadelerini, ‘kurşun’ vurgusuyla paylaşıp, sonradan paylaşımını silmesi gibi.

Ama zaten gazetecileri tehdit edenlere ne oluyor ki?

Evleri basan, gazetecileri dövdürten, mahrem bilgileri emniyetten alanlar ortaya çıkıyor da ne oluyor?

İtiraflar neye yarıyor?

Bir tane savcı, bir tekini soruşturuyor mu bunların, elbette hayır.

Ama bir korku iklimi yavaş yavaş böyle yeşeriyor.

Tehdit, şiddet ve hakaretle…

***

Toplama kampı
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

İnanç, din, dil, ırk, coğrafya fark eder mi?

Bıktırıcı derecede çok filme konu olmuş Auschwitz, yine de bunun örneği.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, fabrikaların ihtiyaç duyduğu 100 bin zorunlu işçi-köle ihtiyacını karşılamak üzere, ihaleyle ancak gizli inşa edilmiş Polonya’daki bu toplama kampını rehberle gezmek istiyorsanız parayla bilet almanız gerekiyor.

Kapıdaki “Çalışmak Özgür Kılar” yazısını bilmeyen yok. Sadece burada değil, bütün toplama kamplarının girişinde bu slogan yazılı…


Kamptaki koğuşlar
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

Yabani otlar, insan küllerinin üzerinde yeşermiş, hiç bilmeseniz, şirin bir kasabaya geldiğinizi düşünebilirsiniz.

Başta kölelik için kurulan toplama kampı, sadece bir yıl sonra, Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller ve Nazi muhaliflerinin imha merkezine dönüşmüş. Yapılanların mutlak gizli tutulması kaydıyla, kampın içerisinde imha merkezleri kurulması kararlaştırılmış. Ve bizzat orada tutulanlara yaptırılmış bu merkezler.

Kamp iki bölümden oluşuyor. İlk kamp alanı yetersiz gelince, imha amaçlı ikinci kamp alanı oluşturulmuş. Bu kampın ortasında demiryolu var. Kafileler, önce kadınlar ve erkekler olarak ikiye ayrılıyormuş tren geldiğinde. Ardından Yahudiler, hastalar, yaşlılar, çocuklar, çalışamayacak durumda olanlar tasnif ediliyormuş.

Trenle getirilenlerin indirildikleri alan
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

Sol tarafa ayrılanlara kampta yer yok. Biraz sonra duş alacakları söylenerek gaz odasına sokulacaklar. Ölenler hemen yanda yakılacak.

Küllerin bir bölümü sabun, bir bölümü gübre olacak. Kadınların saçlarından yapılmış kumaşlarla şık takımlar dikilecek.

Kalanların bir bölümü kampta çalıştırılırken ölecek… Çocukların bir bölümü deneylerde öldürülecek.

Üç katlı ranzalarda, 400 kişinin kaldığı koğuşlarda hastalıktan ölecek bazıları. Bazıları tedavi edileceği düşüncesiyle gittikleri klinikte… Bir bölümü kıtlık odalarında, bir bölümü bir Nazi subayının odasında, tecavüz edilerek. Firara kalkışanların koğuşundakiler de kurşuna dizilecek.

Bu kapıdan girenlerin çok azı hayatta kalacak.

İnsanların toplama kampına getirildiği ülkelerin haritası
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

Kampta tüm bunların sonuçlarını görmek mümkün. Tonlarca kadın saçı, ayakkabılar, iskeletler, gözlükler…

Toplama kampı, Avrupa’nın dört yanından insan taşınabilecek bir noktaya inşa edilmiş. Ne büyük buluş…

Harita üzerinde insan taşınan ülke sayısını görünce şaşıyorsunuz. Hiç mi ders almaz insan?

Ve kurşuna dizme duvarı.

Kampın Nazilerden kurtarıldığı gün bile 70 kişi bu duvarın önünde kurşuna dizilmiş… Ne büyük heves…

Auschwitz’i görmeden önce ya da gezerken, zaten bunların tümünü gördüğünüzü düşünüyorsunuz.

Ancak sonrasında, o yeşilliklerin ortasında durup rüzgârın sesini dinlerken insanın utanmazlığını ve unutkanlığını fark edip, yapabileceklerini yeniden düşünerek, şimdi olanlar için, Gazze’de ölenler için, açlıktan ölenler için, katliam çağrıları için, üstün ırk sloganları için, yeni bir dünya savaşını çağıranlar için yeniden utanıyorsunuz.

Toplama kampında insanların kurşuna dizildiği yer
Fotoğraf: Gökçer Tahincioğlu

***

Niğde’de yavru köpekler, acı içerisinde öldürülerek, toplu bir mezara gömüldüler.

Kedilerin kafası kesildi bir başka kentte…

Bir başka kentte baba ve oğul park tartışmasında öldürüldü.

O sırada binlerce insanın üzerine bombalar atıldı.

Birileri, başka insanların ölümünü kutladı.

Aynı anda birileri, başkaları konuşamasın diye yeni bir yasa çıkarttı.

Birileri, kalabalığın gücüne sığınıp birilerini tehdit etti.

Durmaksızın devam ettiler… Ve hep haklıydılar…

Ve rüyaları bile işgal ettiler.

***

Haftanın kitabı: Rüyaların Üçüncü Reich’ı

Yazının başındaki rüyalar, 2. Dünya Savaşı öncesinde, Almanya’da yaşayan ve “melez” sayılan bir kadına ait. İletişim Yayınları’ndan “Faşizm İncelemeleri” serisi altında çıkan, Charlotte Beradt’ın kaleme aldığı, Türkçeye Aslı Önal tarafından çevrilen kitapta, büyük savaş öncesinde insanların gördüğü rüyalar anlatılıyor.

Yazar, o dönemde çıkartılan yasalar, baskı iklimi, Naziler’in eylemleri nedeniyle insanların gördüğü rüyaları araştırmış ve bu rüyalar üzerinden totaliter rejimlerin insan psikolojisinde yarattığı etkileri incelemiş. Beradt, kitabında, terzisinden, komşusundan, teyzesinden, sütçüsünden, arkadaşlarından dinlediği, Nazi döneminde görülen rüyaları aktararak, yorumluyor. Bugün görülen kabusları da aydınlatabilecek bu çalışmayı, 1962’de kitaplaştırmış. Ve kitabın arka kapağında belirtildiği gibi, kitap, bugün, her zamankinden daha güncel.

 

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.