Gökçer Tahincioğlu

23 Eylül 2023

Rüşvet çarkı, devlet çarkı ve iki çocuğu kurşuna dizenlerin kurtuluşu: Bari kravatını çıkartsaydınız

Polisler davadan kurtulmak için özel bir çaba bile sarf etmediler. Zaten doğal olarak korunuyorlardı. Onların cezalandırılmasını istemek teröre destek vermek demekti...

Bingöl'deki amca ve yeğen, Eliveren ailesinin en gençleri.

Eliveren ailesini Bingöl'de herkes bilirdi. Esnaf Eliveren ailesi, devletle gayet içli dışlıydı.

Kente gelen bütün askerlerin ve polislerin ahbabıydılar.

Ve özel harekâttan bazı polisler, aileyle özellikle yakındılar.

Bir gün, aileden biri, özel harekâtçının birine borç verdi.

Hepi topu 800 dolar.

Eli rahata çıktığında, maaşını aldığında ya da primini, borç ödenecek, gereği yapılacaktı.

Ama öyle olmadı.

Zaman geçti, borç ödenmedi.

Bir gün yine öyle dükkânda otururlarken, eli sıkışan alacaklı borçtan bahsetti.

Utana sıkıla, ödeyebilirse şimdi ödemesinin iyi olacağını söyledi.

Ancak özel harekâtçı M.A.'ya göre o borç bitmişti.

Hem nasıl olurdu da kendisine başkalarının yanında borçtan bahsedilirdi.

Çıkıştı.

Ancak ilçeye hâkim aile, biri çıkıştığında öyle sözünü geri alacak ailelerden değildi.

Tartıştılar.

Ve o tartışmanın sonu hiç iyi bitmeyecekti.

Tartışma büyüdükçe, ipler gerildi. Aralarından su sızmayan arkadaşlar birbirine girdi. Özel harekâtçı, o gün o dükkândan yediği yumruklar ve "Göreceksiniz!" sözleriyle gitti.

* * *

1999'un Nisan 17'sinde Eliveren ailesinden iki genç, amca Mehmet ve yeğeni Yılmaz maç izledikleri kahveden çıktılar. Büfeden sigara alıp, okulun arka tarafından evlerine geçeceklerdi ki akrep aracı geldi. İki genç, okul duvarının dibindeydi.

Akrepten inenleri bekliyorlardı ki ateş edildi.

Liseli Yılmaz hemen orada can verdi.

Yeğeninin üzerine düşen Mehmet, ayağında merminin sıcaklığı, kaçmaya yeltendi. Ayağı neredeyse kopmuştu. Kaçamadı, merminin sıcaklığını bu kez sırtında hissetti...

* * *

Yılmaz, daha 17'sinde lise öğrencisiydi.

Ailesinin yaşadığı tartışmayı da biliyordu. Amcası Mehmet, hepi topu 2 yaş büyük büyüktü kendisinden.

Sıkılan kurşunlardan sonra sesler kesildi. 15 dakika sonra açık arazilerin bulunduğu yönden nereden geldiği anlaşılmayan silah sesleri geldi. Çatışma yaşandığı izlenimi veriliyordu.

Sabah olduğunda Eliveren ailesinin eline bir tutanak tutuşturuldu.

Tutanağa göre, "Amca ve yeğen teröristti. Üzerlerinde bomba ve kalaşnikof vardı ve diğer 78 PKK'lıyla birlikte askere-polise karşı çatışmaya girmişlerdi."

Dosya böylece kapandı, aile Bursa'ya göç etti.

* * *

Zaman geçti, hava değişti, o eski görevliler Bingöl Genç'ten ayrıldı. Aile yeniden savcılığa bir suç duyurusunda bulundu.

O sırada, o zamana kadar susan bir tanık, elinde belgeler çıkageldi.

14 yıl sonra anlattı olan bitenleri.

Sonra geçtiğimiz günlerde yeniden anlattı duruşmada.

O gün, emniyetin mahzeninde daha önceden ele geçirilen kalaşnikoflar yerlerinden çıkarılmış, yeni çatışmaya girilmiş gibi yıpratılmıştı.

O gün, bir bekçi ayarlanıp 155 aratılmış, mezarlık tarafından teröristlerin seslerinin geldiğini ihbar etmişti.

O gün, doktorlar önceden ayarlanmış, çatışmadan sonra güya bazı yaralılar tedavi edilmişti.

Savcı, belgeleri inceledi.

Yaralı olduğunu söyleyen polis rapor almamış, teröristleri imha edenler taltif istememişti.

İlçede kime sorsalar biliyordu amca ve yeğeni.

Konu komşular 14 yıl önce görmüştü aslında o sırrı, okulun duvarındaki.

Tanık anlattı.

17 yaşındaki Yılmaz'ı, 19 yaşındaki Mehmet'i.

Mehmet'in ayağının koptuğunu, Yılmaz'ın oracıkta hemen can verdiğini.

Mezarlığa taşındıklarını.

Örgütün bayrağının itinayla yerleştirildiğini.

* * *

"Bari kravatı çıkarsaydınız"

O günkü savcının gelip de bayrağı kaldırdığında Yılmaz'ın üzerinden, görünce lacivert kravatı, "Bari kravatı çıkarsaydınız" dediğini...

Alanda teröristlerin gezdiği izlenimi vermek için mekaplarla dolaşıldığını, önceden ele geçirilmiş silahlarla çevreye ateş edildiğini.

5 özel harekâtçı, cinayet suçlamasına, açık kanıtlara rağmen hep tutuksuz yargılandı.

* * *

Disiplin soruşturması zamana yayıldı, zamanaşımı ile kapandı.

Hiç tutuklanmayan polisler kızak göreve bile çekilmedi. Biri bir ilin emniyet müdür yardımcılığını yaptı, biri başka kentin emniyet amirliğini. Bazıları emekli oldu, bazıları emekliliğe yaklaştı artık. Huzurla, aileleriyle yaşayıp gittiler.

* * *

Açılan dava da dramatikti.

Önce Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı, öldürülen iki kişinin sivil oldukları tespit edildi…

Buna rağmen kasten öldürmeden değil, kazara ölüm yaşanmış gibi taksirle öldürmeden ceza verildi polislere. Çatışma süsü verdikleri de kabul edildi. Buradan da resmi evrakta sahtecilik, tehdit suçlarından ceza aldılar.

Ancak dava zaten 14 yıl sonra açılabilmişti. Zaman akıyordu. Ve kasten öldürmeden ceza verilmediğinde, zamanaşımı da sadece 20 yıldı. Kasten öldürme cezası verilse 30 yıla uzayacaktı. Uzamadı.

Önce Yargıtay kararı bozup, polislerin beraatini istedi. Yerel mahkeme ilk kararında direnince Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na geldi dosya. Genel Kurul, polislerin suçunu tespit etti ve yerel mahkemenin kararını onadı.

Ama çok geçti.

Zamanaşımı süresi dolmuştu. Polisler tek bir gün cezaevinde kalmadan hayatlarına devam etti.

* * *

Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu ailenin avukatı. Anayasa Mahkemesi, yerel mahkemenin neden kasten öldürmeden ceza vermediğine yönelik gerekçeyi inceledi.

Kararda, açıkça "teröristlerin daha önce kullandığı silahların, bombaların kullanıldığı", "iki gencin öldürüldüğünün anlaşılmaması için çatışma görüntüsü yaratıldığı" anlatıldı.

Anayasa Mahkemesi, ölen iki kişi için ailelerine 390'ar bin lira tazminat ödenmesine hükmetti. DW'den Alican Uludağ, bu kararı detaylarıyla duyurdu kamuoyuna…

* * *

Peki nasıl oldu da bu dosya böyle kapandı?

Tek gerekçesi var.

İki gencin o gün ellerinde lazer ışığına benzer bir ışık bulunduğu iddiası. Bazı tanıkların bu yönde ifade vermesi.

İddiaya göre PKK'lılar bu lazer ışığını yer belirleme için kullanıyorlardı ve polisler bu yüzden ateş açmıştı.

Sadece bu, bundan ibaret.

Polisler hayatları boyunca görevde kaldılar, terfi ettiler, emekliye ayrıldılar.

* * *

Daha kötüsü polisler bu davadan kurtulmak için özel bir çaba bile sarf etmediler. Zaten doğal olarak korunuyorlardı. Onların cezalandırılmasını istemek teröre destek vermek demekti.

Bunlar olurdu, normaldi, iki kişi ölmüş, iki gencin hayatı çalınmış ne ki…

Bir de böyle gitmeyen işler var.

Farklı kanallardan halledilen işler.

Ayhan Bora Kaplan soruşturması ile birlikte, biraz olsun "patlaması" beklenen, bugüne kadar patlamayan işler.

Rüşvet almak için yapılan operasyonlar, tutuklananların tahliyesi için belirlenen "bedeller."

İşler istenilen biçimde gitmediğinde artan rüşvet miktarları ve kullanılan aracılar.

Hepsi ama hepsi biliniyor bunların.

Polislerin cezaevinden nasıl kurtarıldığı da biliniyor, suçluların nasıl tahliye edildiği de…

Sorun iplerin bu kadar bağlı olması.

Kendini "milliyetçi-vatanperver" olarak gösteren kimilerinin aslında ihanet eden tarafta durmaları.

Ve bu memlekete gerçekten gönül verenlerin seslerinin itinayla kesilmesi…

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.