Yaşanmaz hale gelmiş vatanından, evinden uzağa, başka bir hayata gitmeye çalışan insanlar başlarına türlü işler gelirse ne yapmalıdır?
Elbette, kolayca “Bana ne!” diyebilirsiniz, “Gelmeseydi” diyebilirsiniz, “Ben mahallemde bu kadar yabancı görmek istemiyorum” diyebilirsiniz. Hepsi mümkün…
Ancak tüm bunları söylediğinizde dönüp de bütün kapıları sonuna kadar açan ve çıkış kapılarını kapatan sorumlulara da iki çift laf söylemek gerekir.
Ve bir biçimde buraya gelenlerin temel hakları olduğunu unutmamak…
***
İnsan mahallesinin, sokağının, esnafın değişmesinden de rahatsızlık duyabilir… Bir eşyanın yerinin değişmesine bile alışmak kolay değilken, hemen her caddenin, sokağın değişmesi insanları rahatsız da edebilir. Ayıp değil ya, olabilir…
Ama bu noktada da hem insani ihtiyaçlara hem savaştan kaçan insanlara kucak açma zorunluluğuna bakmak, bunu aklın ve vicdanın bir yerinde tutarak unutmamak gerekebilir...
Bütün bunlara kızıyorken, Ukrayna-Rusya savaşından kaçanları bir çırpıda kanatları altına alan Batı’nın, el birliğiyle yaşanmaz hale getirdikleri ülkelerden kaçanlara kapıları kapatmak için nasıl servet döktüklerini ve fazlasını dökmeye hazır olduklarını da anımsamak gerekir. Ve bütün bu anlaşmalara nasıl imza atıldığını hafızada tutmak…
***
İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi de (GGM) bir biçimde ülkesinden çıkmak durumunda kalan ya da kaçmak zorunda hisseden insanların tutulduğu yerlerden biri…
Ancak İzmir Harmandalı GGM’de 2021 yılında garip olaylar yaşandı.
Pandemi sürüyor olmasına rağmen uzun süredir havalandırmaya çıkartılmayan, talepleri geri çevrilen sığınmacıların bu duruma tepki göstermeye başladıkları, son olarak bayram öncesi okumak için Kuran’ı Kerim talep ettiklerinde ise bir görevlinin sığınmacılara ağır küfürle karşılık vermesi üzerine bazı olaylar yaşandığı iddia edildi.
Yaşananları kapılara vurarak protesto eden sığınmacıların darp edildiği öne sürüldü.
Olay yerine giden avukatlar Duygu İnegöllü, Gizem Metindağ ve Ayşegül Karpuz, özellikle iki kişinin ağır biçimde darp edildiklerini gördü. Avukatlar, bunun üzerine suç duyurunda bulundu.
Sınır dışı kararı verilen iki kişinin darp edildiğine yönelik tutanak tutan avukatlar, savcılığa gidip, sığınmacıların Adli Tıp’a sevkini istedi.
Avukatlar, hükümlü veya tutuklu olmamalarına rağmen sığınmacılara kelepçe takılmasına tepki gösterdi, ancak kelepçeleri çıkartılmadı.
Adli Tıp, Filistinli ve Suriyeli iki sığınmacının yoğun darp edildiklerine yönelik rapor verdi. Raporda, sığınmacıların sırt, kol, bacak bölgelerinde ekimozların olduğu belirtildi. Darp edilmelerinin üzerinden iki gün geçmesine rağmen darp izlerinin açıkça görüldüğü de tespit edildi. Rapor, avukatların elini güçlendiriyordu. Suç duyurusunda bulundular.
***
Savcılık, kanıtları açık olan soruşturmayı iki yıl sonra sonuçlandırdı: Takipsizlik kararıyla… Kararda, onlarca görevlinin olaylara müdahale etmesine rağmen sadece bir güvenlik görevlisinin ifadesi var.
Şöyle diyor ifadesinde:
“Olay günü izinsiz olarak kat koridoruna çıkan ve odalarına girmek istemeyen yabancı uyruklu şahısların çıkardıkları olaylar, kurum özel güvenlik görevlilerince önlenemeyince jandarmadan takviye kuvvet istedik. Tüm süreçte yabancı uyruklu kişiler sözlü ve fiili saldırgan hareketleriyle güvenlik görevlilerine karşı geldiler. Kamu malına zarar verdiler. Yapılan tüm uyarı ve ikazlara duyarsız kaldılar. Kurumdaki yabancı uyruklu kişilerin kontrol dışına çıkar şekilde hem kendilerine hem de kurum görevlilerine ve kurum eşyalarına zarar vermeleri, güven ve huzuru bozmaları, görevin yerine getirilmesini engellemeleri karşısında kurumun iç barış ve düzenine, faaliyet ve işleyişine, kurallarına yönelik suç teşkil eder hal ve hareketlere karşı, kurum görevlilerince ve Jandarma görevlilerince yasadan kaynaklanan zor kullanma yapıldı.”
Elbette böyle diyecekti…
Savcılık, suç işlendiğine ikna olmadığında elbette takipsizlik kararı verebilir. Ancak yargı, yetkisini kullanılırken kişisel yargılar da işin içine katıldığında elbette soru işareti oluşuyor.
Ve şöyle deniyor takipsizlik kararında:
“Olayla ilgili temin edilen ve çözümü bilirkişiye yaptırılan yapılan güvenlik kamera görüntüleri ile de yabancı uyruklu kişilere işkence ve eziyet edilmesi gibi bir durumun olmadığı sabittir. Her kurumun kendi iç işleyiş ve düzeni, çalışma esasları ve disiplin ve güvenlik kuralları vardır. Bu kurallara, iç işleyişe, huzur ve güven amaçlı düzene uymak, güvenlik, dirlik ve esenlik ve sağlık içinde kurumdan hizmet alan ve kurumda bulunan, kalan herkes için geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yasal veya yasal olmayan yollarla giren ve yabancıların için bu ülke sınırlarında geçerli kuralları hiçe sayan, kamu düzeni ve güvenliği için risk ve tehdit teşkil eder hale gelen, Türkiye'de suça karışan, kimlikleriyle ilgili Türkiye'de düzenli ve sürekli yaşamalarını mümkün kılan geliri, işi, ikametgahı ve adresi bulunmayan, haklarında İdari Gözetim Karar ile Sınır Dışı Etme Kararı bulunan mağdurlarla ilgili süreçte kamu görevlilerinin yabancılara karşı suç teşkil eder şekilde güç kullanması gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Kurum kurallarına uymayan, yapılan uyarı ve ikazları dikkate almayan, barışçıl yaklaşımları hiçe sayan, temel hak ve özgürlük adı altında istediğini yapıp, başına buyruk hareket etmek isteyen, kurumda kendilerine sağlanan imkanları beğenmeyerek olay çıkaran yabancılara karşı yasadan kaynaklanan zor kullanma yetkisini kullanan kamu görevlilerinin yabancılara yönelik sözlü ve fiili direnmelerini kıracak ölçüde zor kullandıkları tespit edilmiştir.”
Karara göre, doktor raporları da bunu doğruluyor.
Ancak kendinden emin bu ifadeler pek ilginç: “Kesinlikle söz konusu değildir”, “kurallara, iç işleyişe, huzur ve güven amaçlı düzene uymak, güvenlik, dirlik ve esenlik ve sağlık içinde kurumdan hizmet alan ve kurumda bulunan, kalan herkes için geçerlidir”, “Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yasal veya yasal olmayan yollarla giren ve yabancıların için bu ülke sınırlarında geçerli kuralları hiçe sayan, kamu düzeni ve güvenliği için risk ve tehdit teşkil eder hale gelen, Türkiye'de suça karışan…”
Peki, darp edilenlerin bu eylemleri yaptığına yönelik bir kanıt var mı, olayların bu şekilde gerçekleştiği açık mı? Hayır.
Buna karşılık, karar, tam da milyonlarca insanın, “E, tabii doğru söylüyor” diyeceği ifadelerle süslenmiş… “Meşruiyet sağlamak” böyle bir durumda elbette çok kolay…
Ama yine de yanıtlanması gereken sorular var:
Kamera kayıtlarını bilirkişi dışında, mülteci alanında çalışan uluslararası bir dernek de inceledi.
Bu derneğin tespitleri ve elde ettiği kamera kayıtlarına göre, hiç de bahsedilen büyüklükte bir “kalkışma” yok.
Ve yine kayıtlar gösteriyor ki, güvenlik görevlileri, bazı sığınmacılarla konuyu tartışıyor, bazılarının yanında duruyor, kapıları rahatça kapatıp açıyor. İçlerinden birkaçı dışarı çıkmak istiyor. Ve bunların kolayca bastırılabilecek hareketler olduğu açık biçimde görülüyor.
***
Ama farklı saatlerde şöyle kayıtlar da var:
Aksayarak yürüyen bir göçmenin kayda girmesi, kafası kanlar içinde bir göçmenin güvenlik görevlilerinin kollarında yürürken görülmesi, kafası ve dirseği sarılı bir kişinin ambulansa bindirilmesi, jopla odaya girilmesi, yerde acıyla yatan bir göçmenin dakikalarca öyle kalması, bacağı kan içinde bir göçmenin koridorda koşması…
En önemlisi, güvenlik kamerasının açısının değiştirilmesi… Ve yaklaşık 50 dakika sonra tekrar aynı açıya getirilmesi… Bu süreçte ne olup bittiği belirsiz.
Fakat en azından bu kuşkulara yer verilmesi önemli.
Ve tabii işkencenin tanımlanması…
Peki nedir işkence?
Coplamak, kaba dayak işkence midir?
Havalandırmaya çıkarmamak...
Hakaret ve yerde sürüklemek…
Ve bir başka ülkeye geldiğinizde ya da gelmek zorunda kaldığınızda bütün bunların yapılması işkence sayılmaz mı?
İlkeyi nereden koyuyoruz, hangi eylemi “görev tanımı” içinde görüyoruz?
Buradan, bunlardan başlayalım.
Zira Türkiye’de artık hemen her eylem bu tanım içine sokuluyor. Beş kelepçe, yüze gaz sıkılması ve darp bile bu kapsamda sayılmıyor…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |