Kendi iradesi ile istifa etme hakkı bile olmayan bir rektör…
Ülkenin dört yanındaki üniversitelerde, iki gün önce "profesör" unvanı verilip, iki gün sonra rektör atanan rektörler…
O rektörlerin hemşerisi olan, atanması için bin takla atan ve sonrasında bin ayrı taleple gelen bürokratlar, siyasiler…
Kayyım belediye başkanları…
Yolsuzluk nedeniyle görevden alınan kayyımların yerine atanan yeni kayyımlar…
Yargıtay'da tek bir oturuma çıkmadan Anayasa Mahkemesi üyesi seçilen başsavcı…
İçeriğini bile bilmediği teklifte imzası olan ve canhıraş teklifi savunan milletvekilleri…
Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan mahkemeler…
Anayasa ve hukuk devleti elden gitti, tek başıma koruyamam diyerek TBMM'ye çağrı yapan bir Anayasa Mahkemesi…
Her büyük ihaleye mutlaka çağrılan ve hazine güvencesi ile olmadık işleri bile alan müteahhitler…
Hiçbir verisine güven kalmamış ekonomik kurumlar…
Sınırlarını ve tanımını kimin belirlediği belirsiz, "milli ve manevi çizgi" doğrultusunda yayın yapılması için görevde olduğunu söyleyen kurul başkanları…
Siyasetçiden çok konuşan ve aslında hiçbir şey söylemeyen, parayla takipçi desteği satın alan "üst düzey bürokratlar…"
Sadece iktidarla ilgili söylemleri takiple görevli olan ve gerisiyle katiyen ilgilenmeyen savcılar, bilişim polisleri…
Sadece kaos ve tehlike anında kullanması için verilen biber gazını, anayasal hakkını kullanan insanların ağzına sıkan polisler…
Sadece tehdit ve tehlike anında var olan gözaltına alma yetkisini, gözünün üzerinde kaşın var diyerek kullanan polisler…
Gözaltına aldıkları kişiyi, tam o sırada alabildiğine döven ve artık kameradan bile korkusu kalmayan polisler…
Bütün bunların bir tekini bile eleştirmeyi aklına katiyen getirmeyen, torpille oturdukları koltukları kaybetmemek için bütün görevlerini yerine getiren ve kendilerini "mühim" sanan, aslında neyin ne olduğunu gayet iyi bilen gazeteciler…
Mikrofon ve kamera gördükleri anda kendinden geçerek savunduklarını, kamera kapandığı anda unutan ve büyük keyifle aslında neyin ne olduğunu bildiğini anlatan bürokratlar, akademisyenler, gazeteciler…
Paralı troller, atanmayı bekleyen gönüllü troller, troller…
* * *
Manzarayı tasvir etmeye yarayan bu sıradan tespitleri sayfalarca uzatmak mümkün…
Sözler, internetten, cep telefonundan, haber sitelerinden, sosyal medya ağlarından kilometrelerce uzak, sadece belli kanalları izleyen, sadece belli konuşmaları dinleme şansına sahip olan milyonlarca insan için anlam ifade etmiyor gibi gelebilir.
Bu yazıdaki bütün başlıkları ezbere bilen "gelişmiş ve demokratik" ülkelerin temsilcileri için de bütün olan bitenler, zaman zaman "kaygı duymalarından" öte bir anlam ifade etmeyecek, bu da biliniyor. Onlar, kirli pazarlıklarını yapmayı sürdürecek.
Kapalı kapılar ardından bambaşka konuşan bürokratlar ve yargı mensupları için de anlamı yok gibi yaşananların, söylenenlerin…
Küçük bir otobüse sıkış pıkış binmiş, adliyeden adliyeye, cenazeden cenazeye, cezaevinden cezaevine koşuşturan insanlar için de yeni bir tarafı yok tüm bunların. Onlar zaten tüm bunlara karşı durmaksızın ve şaşırtıcı biçimde en ufak bir bezginlik göstermeksizin mücadele ediyorlar…
Ve buna rağmen sözümüzü söyleyeceğiz. Evet, manasız gibi görünen hukuk yollarının tamamını sonuna kadar zorlayacağız. Evet, yanıt vermeye tenezzül etmeyen devlet kurumlarını zorlayacağız yanıt vermeye. Şiddet uygulayanı işaret edeceğiz. Yasaya uygun ama hukuksuz atamaların hukuksuz olduğunu vurgulayacağız.
* * *
Sokak ortasında 70 yaşındaki gazeteciye, bir dönem yanlarında olan siyasetçiye saldıran, üniversitelere satırlarla, güvenlikçilerle iş birliği yaparak giren, vakti geldiğinde parti binalarını yakan, kurşunlayan, tehdit mesajları gönderen adresler belli.
Ballı ihalelerin nasıl alındığı, ballı makamlara kimin nasıl atandığı da…
Buna rağmen, "karanlık odaklar", kendini apaçık biçimde ifade eden insanların, onlara destek veren hocaların, onlara destek veren insanların sözlerinde, bakışlarında aranıyor, ne gariplik…
Hiçbir şiddet bağı olmayan ve meşru, hukuki haklarını talep eden LGBTİ+'lilere bütün bir devlet çullanıyor. Gökkuşağı suç materyali sayılıyor. Gözaltı nedeni, dayak nedeni, tutuklanma nedeni gökkuşağı…
Memleketin cumhurbaşkanından milletvekiline, bekçisinden bürokratına kadar bir biçimde devlet yetkisini elinde bulunduran bütün isimleri, karşılarına demokratik hakkını kullanan öğrencileri almış, söylediğini bırakmıyor.
Memleketin İçişleri Bakanı, bir yandan topraklarımızda neredeyse terörist kalmadığını söylüyor, bir yandan her demokratik eylemde yüzlerce "örgüt militanının" yakalandığını… Denk gelmedi mi suçlama, bu kez "iltisak" kavramına sığınılıyor. Herkes terörist ama herkes. Kimin, ne zaman gösteri yapabileceğine ve ne zaman basın açıklaması yaparsan terörist olmayacağına da yüce makamlar karar veriyor. 12 Eylül anayasası bile uygulanamıyor.
Denk gelmedi mi tam olarak, iki yüzlü ülkelerin birkaçından tepki mi geldi. Bu kez "kıyas" aritmetiği işlemeye başlıyor. Çocuk gibi, "siz kendinize bakın, sizde de şu oldu" açıklamaları geliyor.
Üç kişi bir araya gelip de bir söz söyleyebiliyormuş gibi demokratik çoğulculuktan, temel hakların uygulandığından ancak terörizmin söz konusu olduğundan bahsediliyor.
15 Temmuz darbe girişiminin ardındaki "güçlere" işaret ediliyor. O güçler, bunu yapmak isteyenler elbet vardır ama herhalde onlar cemaat denilen bir yapıya emanet etmemiştir memleketin yargısını, ordusunu, polisini…
Diyanet, sıra bekliyor. İstismar edilen çocuklar için, şiddet gören, öldürülen, saldırıya uğrayan kadınlar için ağzını oynatmayan ve aslında hiçbir konuda ağzını oynatmaması gereken bir garip makam, hemen her olayda meşruiyet aracı olarak kullanılıyor.
Bütün bunların yanlış olduğunu mu söyleyeceksiniz, söyleyemezsiniz… Devlet gücünü elinde bulunduranlar, o kutsal saydıkları devleti ne hale getirdiklerine bakmadan, o gücü başınızdan aşağıya boca ediyor. Bir de tehdit geliyor üzerine; devletin gücünü sınamayın…
* * *
Misal, sokak ortasında birkaç saat sonra savcılığın serbest bırakacağı öğrencinin ağzını burnunu kıran polis için tek bir işlem yapılmıyor.
Misal, memleketin polis teşkilatı, "aşağıya bak demedik, toplu yürüme, aşağıdan dedik" diye açıklama yapıyor, toplu yürümenin, o yoldan yürümenin nesinin yasalara aykırı olduğunu açıklama zahmetine bile girmiyor.
Misal, birkaç saat sonra serbest kalacak öğrenciler, "terörist" diye fişleniyor…
Memleketi koruduğunu sanan ve muhtemel ki ilk fırsatta memleketi satacak adamlar, öğrenci dövsünler diye polise yer işaret ediyor.
* * *
Misal, kırmızı bültenle aranan Yeşil'in fotoğraflarını kullanan, belli bir merkezden beslenen esnafından, güvenlik görevlisine ilgisiz insanların yönettiği hesaplardan, gazetecilere, yazarlara sistematik tehditler geliyor.
Birileri gülümseyerek, "ciddiye alma" diyor bunları… Sıkıcılıktan ölecek seviyede az kelime bilen, saçma sapan, zekadan yoksun hesapların tehditlerinin ciddiye alınıp alınmaması değil mesele.
Bu memlekette biraz olsun gerçek gazetecilik yapanlar zaten hayatları boyunca yargılanıyor, öyle bilinmeyen adreslerce değil, hümanist ilan edilen parti başkanlarınca, JİTEM sıfatı gerçekten verilmiş insanlarca, yetkili makamlarca tehdit ediliyor.
Mesele, beyaz torosun, satırın, kurşunun, Yeşil'in, pervasızca simge olarak kullanılabilmesi ve yanlarına kalacaklarını bilmesi bunları yapanların.
Tıpkı, sokak ortasında tuttuğunu öldüresiye döven "yetkililer", tıpkı yasal işlem yapmayan "daha yetkililer" gibi.
* * *
Tam da bu nedenle kabul etmek, alışmak, olağan saymak kendini inkâr anlamına geliyor.
Kutuplaşmış bir coğrafyayı kabul etmek, kendi mahallene sıkışmayı kabul etmek, "yerli" olanın küçücük ve çok ses çıkaran bir kesim olduğunu kabul etmek, olanı biteni kabul etmek…
Yasalara aykırı davrananlar, hakkı olmayan koltuklarda oturanlar, hakkı olmayan servetler kazananlar, yetkisini aşanlar, işkence ve kötü muamele yapanlar, sokakları mafyatik kalabalıklara emanet edenler ve o mafyatik kalabalıkların hesap vermesi gerekiyor.
Sadece bölüşerek, sadece hakkı olanı talep ederek, sadece kimsenin ölmemesini, yaralanmamasını, kimsenin haksızlığa uğramamasını isteyerek yaşayanların değil.
Ve ne kadar uğraşsalar da hamasetle yüklü sözler, yasaklar, antidemokratik kanunsuz uygulamalar hiçbir çuvala sığmıyor.