Gökçer Tahincioğlu

28 Nisan 2019

Kubbe

Yumruk yiyenler, ne olduğunu anlamayanlar, buna rağmen suçlananlar, bütün bu iklimin sebebini biliyordu elbette ama bilmek yetmiyor ki

Bir yerle, çiçekle, toprakla, köyle, kentle, evle kurduğunuz ve kuramadığınız bağ, sizi belirler.

Neden kurup, kuramadığınız da.

Bağlar, ömrünüzün görülmeyen yol haritasıdır.

Bir halktan, yerden, cinsiyetten, çocuktan, yaşlıdan bütün bütün nefret edebilenlerin anlayamayacağı kalp atışları ve ayrımlar vardır bağ ve bağsızlıkta.

O bağı kurabilmek ve yaşatabilmek, emek gerektirir.

O emeğe rağmen bağlar ilmek ilmek çözülüyorsa, nedeni ise sevgisizlik değil, hayal kırıklığı içinde debelenmektir.

* * *

Halen cezaevinde bulunan HDP’li siyasetçi Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesi sırasında yaşananlar, binlerce insan için, hayal kırıklığı ve kalp kırığıdır.

Ve yargılama sürecinden beklentinin düşük olması da o kalp kırıklığına alışık olmaktandır.

14 Eylül 2017’de, Ankara İncek’teki cenaze sırasında toplanan köylüler,  defin için gelenlere saldırdı, hakaretler etti, herkes gittikten sonra cenazenin o mezarda tutulmayacağını söyledi.

Yüzlerce kişi, yaşlı ve kızına hasret kadının “terörist” olduğundan ve bir teröristin toprağa gömülme hakkı olmadığından öylesine emindi ki, büyük ve kutsallaştırılmış kavramların arkasına sığınarak, sadece gelenleri değil, cenazeyi de linç etmek istedi.

Kimilerine göre bu büyük saygısızlığın adı “hassasiyet” ve “tahrik”ti.

Değişmez, gerçek günahların isimlendirilmesi her zaman bir meşruiyet biçimidir.

Ve bütün büyük günahlardan sonra durmaksızın birilerini suçlayarak, bağırıp çağırmak, kendi özgürlüklerinden söz edip, birilerinin kalbini, ruhunu, gururunu yok saymak bu topraklarda adettendir.

* * *

Hatun Tuğluk’un cenazesi İncek’e defnedilemedi. O gece mezardan çıkartıldı, doğduğu topraklara götürüldü.

Oluşan tepkinin etkisiyle birkaç gözaltı yapıldı, göstermelik bir tutuklama süresi belirlendi.

Gölbaşı 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde o gece tehditler ve hakaretler savuranlar hakkında dava açıldı.

Yargılamanın ardından sanıklar hakkındaki karar açıklandı.

Mahkemeye göre, yapılan eylemde 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet yoktu.

Oysa başkentte iki kişi yan yana yürüse, bu suçtan yargılanıyordu.

“Organize hareket” yoktu, “ayrımcılık” yoktu, bütün bu “devlete karşı” işlenebileceği var sayılan suçlamaların hiçbiri yoktu.

Mahkeme, sanıklar Erdinç Alp, İbrahim Demir, İbrahim Şimşek, Mehmet Ersin Alp, Recep Rahmi Karadayı ve Yasin Alp'in “inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellemesi" suçundan ayrı ayrı 2'şer yıl 4’er ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verdi. Sanıklar Necmi Bilgen, Onur Demir, Orhan Karakaya, Selçuk Arslan ve Uğur Demir de aynı suçtan 4 yıl hapis cezası aldı. Barış Şimşek, Cemil Özdemir ve Murat Alp'e de yine aynı suçtan 4'er yıl 8’er ay hapis cezası verildi.

İnfaz sürelerine bakıldığında üç beş ay yatıp çıkacak sanıkların kötülüğü ve sırtlarını sıvazlayanlar ise bir “hayal kırıklığı” gecesiyle tarihe geçti.

* * *

Yine Ankara’da, bu kez Çubuk’ta, geçen hafta, linç girişiminin adı yine “hassasiyet” konuldu.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik, şehit cenazesindeki linç girişiminin gerekçesi yine HDP’ydi.

Büyük büyük laflara göre, cenazeye gidilmesi halkı tahrik etmişti.

Neden, nasıl, bu ortam oluştu, gerçek bu mu gibi soruların yanıtı, böyle zamanlarda anlamını yitirir.

Zaten linç söz konusu olduğunda bütün bu soruları bir yana bırakarak, yapılan kötülüğe odaklanmak gerekir.

Öyle olmadı, yüzlerce yumruğun sahiplerinden kadraja giren birisi “kahramanlaştırıldı” ve eli öpüldü.

Yumruk yiyenler, ne olduğunu anlamayanlar, buna rağmen suçlananlar, bütün bu iklimin sebebini biliyordu elbette ama bilmek yetmiyor ki.

Daha önce Sivas’ta Madımak’ın herkesin gözü önünde yakılmasıyla yaşamını yitirenlerin çocukları da, dükkanlarına yapılan saldırıyla babalarını kaybeden çocuklar da, kendi dilinde konuştuğu için linç edilenler de biliyordu olan bitenin nedenini.

İşte budur, yaşananlardır öfkeyle sıkılan dişlerin, kalpten seviyorken bile “sevmiyorum” diye bağrılmasının, ilmek ilmek çözülebilen bağların nedeni.

* * *

Ama işte çiçeğini seversin, hatıranı seversin, yaşayamamışlığını seversin, coşkusunu seversin, sevgisizliğine inat sığındığın sevgileri seversin.

Bilirsin ki bütün yapılanlara rağmen, duruyordur orada eksik, kırık, dökük çocukluğun.

Bu yüzden inatla hukuk dersin, adalet dersin, hak dersin.

Kalp kırığına neden olanları bile anlamaya çalışır, bir yol inşa etmek için alın teri dökersin.

Bir kubbe.

Seslerin olmadığı, sevgisizliği dışında bıraktığın, durmadan yaftalanıp kötülenmenin bulunmadığı, hak bilen bir kubbe.

İnşa etmek istersin.

Ve bir kubbe inşa etmek istiyorsan sevdiklerin için bil ki o inşa ettiğin yeri de herkesten çok seviyorsundur.

Şanlı geçmişi, asaleti, kimliği, cinsiyeti nedeniyle değil.

Börtüsü böceği, kuşu çiçeği sinmiştir üzerine, o kötü iklime rağmen hayatını bahar bahçe yapmak için koşuşturanların gülüşleri sinmiştir.

Zira bir yeri hep mutlu ettiği için sevmezsin, sevdiklerini ve yaşadığın o toprağı mutlu kılmak için çabaladıkça kurulmuştur bağların.

Debelenmene, inançsızlığa rağmen denersin.

İşte o bağları söküp atmaya çalışanlar anlamaz, gökyüzünü inatla bir kubbe yapma çabanı.

Ama yine de bir yandan sökülse de bir yandan kurmak için yeniden uğraşırsın bağları.