Yalan, insanın önce kendini ikna etmesiyle başlar.
Kötü bir durumdan kurtulmak, mahcubiyetten kurtulmak, iyi görünmek, yaptığını gizlemek…
Ama en acısı, söylediğin yalana inanmaktır.
Bir an için, o an için kurtulabilirsin iç seslerinden.
Ancak birinin yüzüne vuracağı, daha kötüsü hayatını yalanlarla geçirdiğini fark ettiğin bir an gelir.
Ve o an gelmiyorsa da zaten hayatta aslında pek bir halt da etmemişsinizdir.
* * *
"Herkesin birbirine saygılı, hoşgörülü olduğu bir dünya. Sabahları bankların altında çekirdek kabuklarının olmadığı bir dünya. Herkesin çevreye ve birbirine saygılı olduğu, sıra beklediği bir dünya. Birbirine bilip bilmeden kötü sözler söyleyip ters sözler söylemediği… Çevre konusu çok önemli. Herkesin uzun vadeli düşünmesi gerekiyor. Hem çevreye hem insana saygı. Bunu çocuklarımıza da tüm çevremize öğrettiğimiz zaman o zaman ideal dünyaya ulaşabiliriz. Zorbalık beni acayip rahatsız ediyor. Her şeye şiddet kadına, hayvana, çocuğa, çalışana şiddet… Bunun olmadığı bir dünya istiyorum."
* * *
Bu ifadeler Akbelen Ormanı'nda ağaç kesmek için, sırtını devletin güçlerine ve olanaklarına dayayarak, her yolu deneyen LİMAK Şirketler Grubu'nun Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Özdemir'e ait. Özdemir, Cumhuriyet Gazetesi'nde 2020'de yayımlanan söyleşisinde çevre duyarlılığı konusunda örnek bir görüntü çiziyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı Türkiye Şubesi Mütevelli Heyeti üyesi olduğu zaten ortaya çıktı.
Ebru Özdemir, Nihat Özdemir'in kızı. Öğrenciliği biter bitmez, Türkiye'nin iktidara en yakın ve en büyük şirketlerinden birinde meslek hayatına başlamak şansına da sahip olmuş bu nedenle…
* * *
Özdemir'in başkanlığını yaptığı LİMAK'ın aldığı ihaleler uzun süredir biliniyor. Akbelen Ormanı'ndaki ağaçları kesme nedenleri ise termik santrale yakıt sağlayan linyit madeni sahasının genişletilmesi isteğinden kaynaklanıyor.
Kapitalizm böyledir. Güçlü daha da güçlenmek, zengin daha da zenginleşmek, zalim daha da zalimleşmek zorundadır doğası gereği.
Dünyanın en sorunlu, hiçbir soruna çare bulamadığı gibi sürekli yapısal sorunlar üreten sistemini ölümüne savunanlar, genellikle bu gruplardan birinde ya da onların yanında yöresinde yer alıyor.
Bunlar aileden şanslı, verili şanslarını beceri gibi sunma meraklısı insanlardır. Hemen tanırsınız. Akıl vermelerinden, sınıfsal ayrıcalıklarından dolayı kendilerini gerçekten de ayrıcalıklı sanmalarından, sahip olduklarının çok ama çok geniş yer kaplamasından…
Akbelen, bu ideolojinin devamı için yok edilmesi gereken yerlerden sadece biri.
* * *
Şirket, bu konuda o kadar ısrarcı ki, 2019'da önce ağaç kesilmesi planlanan alandaki toprakları satın almaya kalkmış.
Orman köylüleri, topraklarını daha önce satanların halini gördüklerinden dolayı yanaşmamış.
Çevreciler, ÇED raporu için bastırmış. Konuyu yargıya taşımış. Bilirkişi raporu uyarınca mahkeme, maden sahasının genişletilmesi konusunda "yürütmeyi durdurma" kararı verince, şirket yeniden asılmış işe. Rapor değişmiş, yürütmeyi durdurma kararı kalkmış… Bugün devletin tazyikli suyunun, gazının, copunun, kalkanının korumasında yapılan ağaç katliamının öncesinde bu büyük ısrar var.
* * *
Elbette bilirkişiyi, yargıyı ikna etmekle bitmiyor iş. Bir de mevzuat var. Bu kadar ağaç kesilecek. Bunun için bir açıklama yapılması gerekiyor.
Bunun da yöntemi hemen bulunuyor.
İşi yapacak şirketler, Orman Genel Müdürlüğü ile protokol imzalayıp, binlerce fidanın dikim masraflarını üstleniyor. Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.
Sanıyorlar ki kesilen ağaçların yerine genç fidanlar diktiğinde ormanlar korunacak.
Maden için Türkiye'nin akciğerlerini yok ettiğinizde doğa kendini tamir edecek.
Aslında "sanıyorlar" demek yanlış.
Elbette böyle olmayacağını biliyorlar.
O doğa parçasının aynı biçimiyle asla geri gelmeyeceğini, açılan maden alanında bir daha ot bitmeyeceğini gayet iyi biliyorlar.
Ama kime ne ki…
* * *
ÇED Raporu diye sürekli bu tartışmalarda dillendirilen rapor, tam da bunun için var mevzuatta.
Çevresel Etki Değerlendirme Raporu'nu hazırlayanların öncelikli görevi doğayı korumak. Bütün bu madenlerin yaratacağı tahribatı hesaplamak.
Ne büyük tesadüf, Limak ve bağlı şirketlerin işlerinde ÇED raporları sürekli olumlu geliyor.
13 farklı kentteki 52 ayrı projenin hiçbiri doğayı tahrip etmiyor, kalıcı hasar vermiyor bu raporlara göre. İşlere asla engel çıkartılmıyor.
* * *
Türkiye, vahşi kapitalizm açısından bulunmaz bir ülke.
Tarihini, dağlarını, ormanlarını, denizlerini seve seve kapitalizmin hizmetine, arzularına sunuyor.
Bitmek bilmez bir hırsla ne varsa yok ediliyor.
Bütün bunların herkese ait olduğunu umursayan tek kişi yok.
Buna iktidar partisinin seçmenleri de dahil.
Herkes, en kısa yoldan zengin olmanın, pay almanın yollarını arıyor ve kimse, hiçbir sınırı kabul etmiyor.
Karadeniz'in ormanları, yaylaları, ırmakları yok ediliyor.
Cudi'de, Şırnak'ta ormanlar itinayla ortadan kaldırılıyor.
Binlerce yıllık Hasankeyf, inatla suların altında bırakılıyor.
Define arayanlara özel izin verilip, 12 yıllık Dipsiz Göl'ün suyu çekiliyor, 12 bin yıllık…
* * *
Hasankeyf Müzesi'nin internet sitesinde, eserler şöyle tanıtılıyor:
"Ilısu Barajı ve HES Projesi kapsamında Batman, Diyarbakır, Siirt ve Mardin illerinde yürütülen kurtarma kazısı çalışmalarından çıkarılan eserler ile Batman, Mardin ve Diyarbakır Müzelerine satın alma ve hibe yoluyla kazandırılan eserler sergilenmektedir."
Binlerce yıldır orada duran eserler için "kurtarma" kazısı yapılıyor.
Binlerce yıl sonra, "insanlar neden burayı terk etmiş, neden suların altında bırakmış, kendi kendine mi böyle olmuş?" sorularına yanıt arasalar, buldukları yanıtlardan utanırlar.
Utanacak böyle bir insan ırkı ve yaşayacakları bir dünya kalırsa…
* * *
2020'deki söyleşisinde Everest'e nasıl tırmandığını, çevreye nasıl değer verdiğini anlatan Özdemir, şunları da söylüyor:
"The Platform filmi çok etkiledi beni. Gelir eşitsizliğinin çağımızın problemi olacağını düşünüyorum. Bu tip şeyleri seviyorum. Platform da öyle. Bir hapishanede yemekler en üst kattan en aşağıya iniyor en aşağıda kalanlara yemek kalmıyor. Aslında herkes azıcık yese herkese yetecek. Parasite filmi de beni etkileyenlerden…"
Etkilemesi güzel elbette.
Bütün bu olanlar, tek başına duyarlı olmaya gayret eden tek bir insanın suçu da değil.
Ve haklı da söylediklerinde…
Herkes azıcık yese, herkese yetecek.
Ama öyle olmuyor.
Ağaçları koruyan insanlar dövülüyor.
Dava açanların önüne bin bir engel çıkartılıyor.
Düşünün ki Bergama Altın Madeni için mücadele edenler ajanlıktan yargılandı bu ülkede…
Birilerini durmadan "onun, bunun, şunun adamı" diye suçlayanların bizzat öz kaynaklardan milyarlar kazandıkları ortaya çıktı, çıkıyor.
Herkes azıcık yese, herkese yetecek, evet.
Bin tane söz söyleneceğine, yapmakta ısrar edeceğine, bir kez olsun, "ağaçlar kesilmeyebilir, bir yol bulunabilir, biraz daha para harcayarak farklı çözüm üretilebilir" denilse ağaçlar hayatta kalacak.
Bunu gören gençler, farklı bir dünyanın mümkün olacağına inanacak.
Sabahları bankların altında çekirdek kabuklarının olmadığı bir dünya da mümkün olacak.
Gökçer Tahincioğlu kimdir? Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |