Adıyaman esnafı, elbette gözüyle gördüğünü anlatıyordu:
“Kapıda ezan okur, toplu namaz kılarlardı. IŞİD’in üssü gibiydi burası. Kaç kere şikâyetçi olduk.”
Şikayetçi olanlar yalnız Adıyaman esnafı değildi. Çocukları kayıp olanlar, izlerine ulaşamayanlar ve daha sonra Suriye’de eğitim gördüğünü öğrenenler de polise defalarca anlatmışlardı.
Bazılarının aileleri, polisten sonuç alamayınca, defalarca çay ocağına gelip, çocuklarının nerede olabileceğini sormuşlar, kapı dışarı edilmişlerdi.
***
İslam Çay Ocağı, herkesin gözünün önünde olan, fark edilmemesi olanaksız bir merkezdi. Bu merkezde özenle belirlenen insanlar, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının gördüğü en kanlı eylemlere imza attı.
İslam Çay Ocağı’ndan Suriye’ye gönderilen Orhan Gönder, 7 Haziran seçiminden iki gün önce, HDP’nin son seçim mitingi olan Diyarbakır mitinginde çöp kutusuna bomba yerleştirdi. Birkaç gün sonra Gaziantep’te bir parkta arabanın içerisinde yakalandı. Suriye’ye geçmeye hazırlanıyordu. Adıyamanlıydı ve İslam Çay Ocağı’nı mesken tutanların eğitim aldırdığı insanlardandı.
Gönder ile arabada yabancı uyruklu biri daha vardı. O kişi de gözaltına alındı. Bir süre sonra sınır dışı edildi. O kişinin adını da kamuoyu Brüksel’de havaalanı bombalandığında öğrenecekti.
***
Bununla bitmedi. 7 Haziran seçiminden sonra zaten hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Seçimin hemen ardından Suruç katliamı gerçekleşti.
Kobani’deki çocuklara oyuncak götüren çocuk denebilecek yaşta gençler hayatını kaybetti patlamada.
Ülkeyi en çok seven parti olduğu iddiasındaki hükûmet ortağı partiye göre, bunlar terörist gençlerdi. Ne işleri vardı orada?
Tıpkı Roboski’de öldürülen köylülerin sadece kaçakçılık yaptıkları için ölümü hak ettiklerinin söylenmesi gibi. Tıpkı öldürülen kadınlara, “orada ne işi varmış?” denilmesi gibi. Tıpkı öldürülen çocuklara, “Büyüse ne olacaktı zaten” denilerek, yüz çevrilmesi gibi…
***
Suruç’ta kendini patlatan canlı bomba Abdurrahman Alagöz, ailesinin defalarca kayıp ihbarında bulunması, yetinmeyip, çocuklarının Suriye’de eğitim gördüğünü, IŞİD kamplarında görüldüğünü bildirmesi nedeniyle aranıyordu.
Nasılsa uçan kuştan haberi olan, sahte isimli hesaptan atılan küçük eleştirel bir sosyal medya mesajının kapısında biten, basın açıklaması yapan öğrencileri tırnaklarına kadar tanıyan emniyet ve istihbarat, Alagöz’ün yeniden ülkeye giriş yaptığını, Suruç’a canlı bomba yeleği ile geldiğini, yürüye yürüye gençlerin olduğu kültür merkezinin bahçesine gittiğini fark edemedi. Sokakta saatlerce nöbet tutan polisin işi değil bu elbette. Daha üstlerin, gelen ihbarları sümenaltı eden, basın açıklamasına bin kişilik polis ordusu yığıp, tehlikeyi hep “soldan” bekleyen, onlara ne olduğunu önemsemeyenlerin suçları bunlar.
Alagöz ve İslam Çay Ocağı ile ilgili gazeteciler haberler yaptı. Kimlerin buradan kimleri yetiştirdiğini yazdı. Ancak ne hikmetse kimseye bir işlem yapılmadı.
Sadece Alagöz’ün kardeşinin de kayıp olduğu, yetkili makamların olası bir eylem yapabileceğini düşünerek Yunus Emre Alagöz’ün de peşine düştüğü haberleri süsledi gazeteleri.
***
Göz ardı edilen sadece İslam Çay Ocağı değildi. Bir de sınırdan vızır vızır savaşçı taşıdığı bilinen Gaziantep hücresi vardı. Sınırın bir o tarafına bir bu tarafına geçen IŞİD emiri İlhami Balı’ya bağlı hücrenin bütün faaliyetleri biliniyordu neredeyse. Hiçbirine işlem yapılmadı. Yapılmadığı gibi faaliyetlerinden haberdar olunmasını sağlayan telefon dinlemeleri, 2014 sonlarında, 7 Haziran seçiminden kısa süre önce bitirildi.
O hücre Yunus Emre Alagöz’ü canlı bomba yelekleriyle kuşattı. Arabayla Ankara’ya getirdi. Ve yabancı uyruklu canlı bombayla birlikte bin kilometre taşıyarak, eylem yapmasını sağladı. Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemi; 10 Ekim Ankara Gar Katliamı eylemi…
***
Ankara’da o bombalar nedeniyle birilerinin hayatı biterken, birileri eşi görülmedik karanlıklara mahkûm kalırken, hayat devam etti. Başbakan, “kokteyl terör” diyerek hedef saptırdı, ulusal maçta, ölenler ıslıklandı.
***
Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz hafta, Suruç katliamı öncesi, gelen istihbarat notlarına rağmen yeterli güvenli önlemlerini almadığı iddia edilen emniyet müdürü hakkında yapılan başvuruyu karara bağladı ve hak ihlali bulamadı.
Mesele Anayasa Mahkemesi’nin baktığı gibi değil elbette. Ancak Suruç’taki emniyet yetkililerinin önlem almaması kadar basit de değil zaten açılan dava da mesele de. Suruç, zincirin sadece son halkası…
***
Yarın 10 Ekim katliamının 6. yıl dönümü.
Canlı bombalar alanda öldüler. Sorumlu IŞİD mensuplarının bir bölümüne hiç ulaşılamadı.
Bazı firari IŞİD mensuplarının yakalanıp bırakıldığı ortaya çıktı.
Gelen istihbarat raporlarına rağmen alanda önlem almayan emniyet yetkilileri, yaralıların üzerine gaz sıkanlar, patlamalardan sonra bile önlem almayanlar hiç yargılanmadı.
Türkiye, 7 Haziran’dan sonra başlayan ve 2 Kasım’daki yenileme seçiminden birkaç ay sonra biten karanlığın nedenini hiç öğrenemedi.
Halkın büyük bir bölümü merak etmiyormuş ya da meşru görüyormuş gibi görülebilir.
Ancak bugün nasıl 90’lardan karanlık olarak bahsediliyor ve karanlığa direnen eller birilerinin yakasını bırakmıyorsa, yarın da öyle olacak.
Halka gerçeği ısrarla anlatanlar, ne olduğunu aydınlatmak için ömür tüketse de sorumlular hesabını verecek yaşananların.
Kalpler yumuşamaz zira o hesap kapanmadan.
Zira 10 Ekim’i yaşayıp da hayatta kalanların, onları görenlerin, o acıyı hissedenlerin adalet talebi bütün karanlıklardan büyük.
Ve bitmeyecek o öfke, Veysel’in güzelim yeşil gözlerinin hesabı sorulmadan.