Gökçer Tahincioğlu

21 Eylül 2024

İşkenceden fişlemeye, yol ayrımındaki Türkiye

AİHM; Türkiye’de kamu personellerinin atamalarından önce yapılan güvenlik soruşturmalarıyla ilgili kararında, mahkemelere söz konusu soruşturmaların sonucunu değerlendirirken, hukuki zeminde kalması uyarısında bulundu

AKP-MHP ittifakının OHAL döneminden bu yana uyguladığı politikalar, Türkiye’yi kritik bir yol ayrımına getirdi.

Özellikle AKP’lilerden gelen “Yüzümüz batıya dönük” açıklamalarının ifade özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler ile ilgili olmadığı kesin.

Ancak tel tel dökülen batılı ülkelerin kurduğu, Türkiye’nin de parçası olduğu mekanizmalar hala önemli. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili AİHM kararları hala uygulanmamış olsa bile Türkiye, AİHM kararlarını titizlikle uyguladığına yönelik iddiasını sürdürüyor. Bununla ilgili rakamlar veriyor, açıklamalar yapıyor.

Ancak soyut bu açıklamalar Türkiye’nin somut durumunu, uyguladığı politikaları gizlemiyor elbette.

Osman Kavala (solda) ve Selahattin Demirtaş (sağda)

* * *

OHAL dönemi ve sonrasında geçilen başkanlık sisteminin anlamını gösteren bazı politikalar var.

Sokak eylemlerinin terörize edilmesi, işkence ve kötü muamelenin normalleştirilmesi, sistemli biçimde yapılan sosyal medya denetimi, erişim engeli ve yayın yasakları ile zaten iyice köşeye sıkışmış medyanın bütünüyle kısıtlanması gibi…

Ve bir de 15 Temmuz’dan sonra “Gülen cemaati mensuplarının devletten temizlenmesi” gerekçesiyle meşruiyet kazandırılmaya çalışılan fişlemeler var.

* * *

2010’da yapılan anayasa değişikliğiyle AKP iktidarı, Türkiye’de fişlemelerin tarih olacağını savunmuştu. Öyle olmadığı, en net biçimde OHAL dönemi ile başkanlık sistemi sırasında anlaşıldı.

Elbette devletlerin bünyesine alacağı personeli araştırması anlaşılır. Ancak hukuk zemininde kalınması şartıyla.

İşte AİHM, tam da bu konuda, birden fazla başvuruyu birleştirerek, Türkiye’yi yol ayrımına getirebilecek çok kritik bir karara imza attı.

SGK’ya memur atanmaya hak kazanan ancak kardeşinin örgüt bağı olduğu belirtilerek ataması yapılmayan bir kişi…

Hastaneye psikolog olarak atanmaya hak kazanan ancak yine ailesindeki bir başka kişinin durumu gerekçe gösterilerek ataması yapılmayan bir başka kişi…

Üniversiteye girmeye hak kazanan ancak herhangi bir gerekçe gösterilmeden ataması yapılmayan bir başkası…

Liste uzayıp gidiyor.

* * *

AİHM, bu başvuruların tamamını bir arada değerlendirdi.

Anayasa Mahkemesi, aynı başvuruları değerlendirirken, 2021 tarihli Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu uyarınca idarenin güvenlik soruşturması yapabileceği ve atama yapmayabileceği sonucuna varmıştı. AYM, daha sonra bu kanunu iptal etti ancak önceden başvuranların durumu değişmedi.

AİHM ise söz konusu kritik kararında Anayasa Mahkemesi’ni de uyarıcı nitelikte bir karara imza attı.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)

Kararda, şu tespitler yapıldı:

* * *

AİHM, kararında, darbe girişiminin ardından, kamu hizmetine girmek için ek bir kriter olarak geçmiş kontrollerinin getirilmesinin gerekli olabileceğini kabul etti.

Ancak göreve atanması uygun bulunmayan memurun hakkını mahkemede arayabileceğine, mahkemelerin de güvenlik soruşturmasını değerlendirirken herhangi bir kuralla bağlı olmadığına dikkati çekti.

Aslında açıkça mahkemelere, güvenlik soruşturmalarının sonucunu değerlendirirken, hukuki zeminde kalması uyarısında bulundu.

Bu nedenle AİHS’nin ihlal edildiği sonucuna vardı.

* * *

Karar Türkiye açısından önemli.

Mahkemelerin, bu karar uyarınca daha önce reddettikleri başvuruları yeniden değerlendirmesi gerekecek.

Ayrıca güvenlik soruşturması engeline takılanlar yargıya başvurduklarında, mahkemelerin soruşturmanın içeriğini ve sonuçlarını etkili biçimde değerlendirmesi de gerekiyor.

Ancak burası Türkiye, bunların ne kadarının yapılacağını göreceğiz.

* * *

Tıpkı işkence soruşturmalarındaki gibi.

Kamuoyu, “hak edene işkence de yapılır” düşüncesine ikna edilmiş durumda.

Sosyal medyada örneklerini görüyoruz.

Kameralara takılan işkence ve kötü muamele uygulamalarını destekleyen yüzbinlerce insan, yapılanları alkışlıyor. Bunu polisi, askeri korumak sanıyor. İşkencenin caydırıcı olduğunu düşünüyor ve bir kez işkence alışkanlığı başladığında, bunun nerelere kadar uzanabileceğini düşünme zahmetine bile katlanmıyor.

* * *

15 Temmuz’dan sonra savcılıklara işkence ile ilgili binlerce şikâyet başvurusu yapıldı.

İçlerinde çok dramatik olanları da vardı. Klasik işkence yöntemlerinin yanında “bedene şişe sokulması, aralıksız hakaret ve darp” gibi uygulamalar savcılıklara aktarıldı.

Sürpriz değil, bu başvuruların büyük bölümü sonuçsuz kaldı.

Bazıları da TBMM’ye yansıdı.

DEM Parti Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde işkence gördüğünü söyleyen ve diğer başvurulardan farklı olarak işkence yapan polisin ismini de veren bir kişinin iddialarını TBMM’ye taşıdı. Gergerlioğlu, işkence iddialarının sıkı takipçilerinden… Başvurularının “rahatsızlık” yarattığı da ortada.

DEM Parti Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu

Gergerlioğlu’nun soru önergesine iki ayrı bakanlıktan verilen yanıtlar aslında anlayışı ortaya koymak için yeterli.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, önergeye verdiği yanıtta, savcılıkların görevlerini anımsattıktan sonra, Gergerlioğlu’nun sözünü ettiği kişinin başvurusunun takipsizlik kararıyla sonuçlandığını, ilgili polislerin suçsuz bulunduğunu bildirdi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın yanıtı ise dramatikti.

Yerlikaya, FETÖ soruşturmalarını sulandırmak, örgütle mücadelede görev yapan emniyet görevlilerini kurumları aşağılamak ve ifşa etmek, Türkiye’yi uluslararası platformlarda itibarsızlaştırmak amacıyla dezenformasyon çalışmaları ve karalama kampanyaları yürütüldüğünün bilindiğini belirtti.

Sözü edilen şahısların gözaltında darp edilmediğine yönelik doktor raporları olduğunu vurguladıktan sonra bu şahısların bir şikayetinin de bulunmadığını vurguladı.

Adalet Bakanı, iddiaların soruşturulup takipsizlik verildiğini söylüyor, İçişleri Bakanı şikâyet bile olmadığını…

Üstelik daha baştan şikâyette bulunanları da emniyeti aşağılamak, Türkiye’yi itibarsızlaştırmakla suçluyor.

Tam da bu nedenle, uzun, çok uzun yıllardır bütün bu yaşananların önüne geçilemiyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.