Gökçer Tahincioğlu

20 Mayıs 2023

Domuz bağı

Cumhuriyet tarihinin en sağ-muhafazakâr parlamentolarından biri oluşurken, insanların yaşadığı derin bir korku da gittikçe büyüyor. Sandığa yansısa da yansımasa da büyüyor

Refah Partisi kapatılıp, Fazilet Partisi kurulduğunda bugünkü AKP'nin de temelleri yavaş yavaş atılıyordu.

Tam da o dönemde, 1999'da, Fazilet Partisi'nin Diyarbakır'daki etkili isimlerinden İsmail Eren ortadan kayboldu.

Hemen ardından Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Sekreteri İbrahim Sarı.

Yakınları her iki ismi, emniyette, jandarmada, MİT'te aradılar. Diyarbakır'dı burası. JİTEM vardı, kimliği belirsiz güçler vardı. Ne ararsan vardı…

Aracılarla her yere haber gönderdiler ancak iki isimden de hiçbir iz yoktu.

Diyarbakır'da Hizbullah’ın vahşet evi olan ve kaçırılıp domuz bağıyla katledilen 12 kişinin cesetlerinin bulunduğu iki katlı iki ayrı metruk yapı.

* * *

Kaçırılan Eren'in oğlu, bir süre önce Hizbullah üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmış, savcılık tarafından serbest bırakılmıştı. Emniyet ve savcılık ifadeleri birbirini tutmuyordu. Bırakılması ise Hizbullah'ta soru işaretlerine neden olmuştu.

Hizbullah'ın o yıllardaki örgüt içi disiplin mekanizmalarından biri de gözaltına alınıp serbest bırakılanları bir kez de örgütün sorgulamasıydı. Eren'in oğlu da Hizbullah'ın hücre evlerinden birinde sorgulandı, sonra serbest bırakıldı. Ancak bir süre sonra ortadan kayboldu. Hizbullah, her yerde Eren'i arıyordu.

Babası, FP üyesi İsmail Eren'e oğlunun yeri soruldu ancak yanıt alınamadı. Bir süre sonra Eren tehdit edilmeye başlandı.

Eren, Diyarbakır'daki küçük bir mescitte imamdı. Çevresinde sayılıp sevilen, sözü dinlenen biriydi.

Görev yaptığı mescide namaz saati dışında bir saatte, gündüz vakti geldi. Hoparlörlerden biri çalışmıyordu, tamir etmeye çalıştı ve geri gelmek üzere mescitten ayrıldı.

Bir daha kendisinden haber alınamadı.

* * *

Dicle Üniversite'nde görevli Sarı, üniversitedeki görevi dışında yerel televizyonlardan birinde program yapıyor, zaman zaman isim vermeden Hizbullah'ı eleştiriyordu. Hizbullah hücrelerinde, Sarı'nın MİT ajanı olabileceği, örgütle ilgili bilgilerinin bulunduğu, daha önce örgüte yakın çevrelere girip çıktığı konuşuluyordu.

O da Eren gibi ortadan kayboldu.

Üniversite arazisindeki bir köprüde kara çarşaf giydirilerek kaçırıldığı anlaşıldı.

Bir daha izi bulunamadı.

* * *

İki ismin nerede oldukları, Hizbullah'ı çökerten operasyonlardan sonra açığa çıktı.

2000 yılında, Diyarbakır Mardinkapı'daki bir evin bahçesindeki beton kazıldı. Altından domuz bağı yöntemi ile gömülmüş 13 insanın cesetleri çıkartıldı. Cesetlerden ikisi Eren ve Sarı'ya aitti.

* * *

Bu cinayetlerden sorumlu tutulan üç Hizbullah üyesi, yakın zamanda tahliye edildi. 2018'den bu yana tahliye edilen 500'e yakın Hizbullah mensubu gibi.

Dava dosyası, Hizbullah'ın sadece hasım gördüğü için değil, gündelik hayatı tasarlamak için de insanlara saldırdığını ortaya koyuyor. Pek çok dosya böyle…

1990'lı yıllarda Batman'da olan bitenlere dair dosyalara giren belgelere bakmak yeterli.

Oyun oynayan çocuklara işkence yapılması, başı açık gördükleri kadınların yüzüne kezzap atılması, yolda yürüyen adamların kaçırılıp bodrum katlarında işkenceden geçirilmesi.

* * *

2010 yılından itibaren Hizbullah'ın önce lider kadroları ardından da şiddet eylemlerine imza atan militanları serbest bırakıldı. 1990'lı yıllardan itibaren örgütün eylemlerine imza atanların önemli bir bölümü serbest ve nerede oldukları bilinmiyor.

Bir bölümü HÜDA-Par kurucusu Hizbullah üyelerine yakın zamanda ağır hapis cezaları verildi ancak onların akıbeti de meçhul. Yakın zamana kadar bu isimleri partinin sitesinde görmek mümkündü, artık o da çok mümkün değil.

Tek bildiğimiz, bunları yazdığınızda mahkemelerin duraksamadan "erişim engeli" kararları vermesi.

* * *

HÜDA-Par'ın Meclis'te ilk kez temsil edilecek olmasını, AKP'nin HÜDA-Par'ı Meclis'e taşımasını eleştirenlere sert tepkiler veriliyor.

Ancak HÜDA-Par'ın, Hizbullahçılar'ın serbest bırakıldığı, bölgedeki bir bölüm insanın yeniden güvenlik endişesi duyduğu bir ortamda temsil hakkı bulduğunu anımsatmak lazım.

Ve derin bir çelişki daha var.

Yıllardır terörü bitirmenin yolunun barıştan geçtiğini, insanların sivil siyaset yapmasına olanak sağlanması gerektiğini söyleyenler terörist ilan edildi, cezaevine konuldu.

Bu insanları terörist ilan edenler şimdi HÜDA-Par'dan hümanizmin temsilcisi gibi söz ediyor.

Büyük bir meşruiyet alanı kazandırılıyor. Terör söyleminin sahipleri bunu yapanlar ve insanların sonuna kadar eleştirme hakkı var.

Mahkemelerin artık bu partiyi iktidarın bir parçası olarak gördüğünü de unutmamak mühim.

* * *

Cumhuriyet tarihinin en sağ-muhafazakâr parlamentolarından biri oluşurken, insanların yaşadığı derin bir korku da gittikçe büyüyor. Sandığa yansısa da yansımasa da büyüyor.

Ev almak için kredi çekmeyi göze almış insanların bankalardan kredi çekme imkânı uzun süredir yok. Kamu bankaları sadece 300-400 bin lira kadar kredi sağlıyor. Özel bankalardan biraz daha fazlasını almak mümkünse de bunu ödeyebilmek mümkün değil.

Evleri çoğunlukla yatırımcılar alıyor. Birkaç gün sonra da daha yüksek fiyata satmaya çalışıyor.

Ya da araba alacaksınız ve sıfır araba almayı daha mantıklı buldunuz. Saray torpili bulmadan bunu alabilmeniz de çok mümkün değil.

Galeriler hatta markaların temsilcileri sizi bir biçimde tanıdık birine yönlendiriyor. Galeride araba kalmadığını ancak düşük kilometreli aracı buradan bulabileceğinizi söylüyor. Zira gelen yeni arabalar hemen bu kişiler tarafından alınıyor.

O kişiye gittiğinizde 100-200 bin TL fiyat farkıyla arabayı alabileceğini öğreniyorsunuz. Aradaki fark bu sistemi kuranlar tarafından bölüşülüyor.

Kiralık ev bulmak neredeyse imkânsız. Kimse evinden dışarıya adım atmak istemiyor. Zira maaşlara ne kadar zam yapılırsa yapılsın, aynı gün kiralara da zam geldiği için bu evleri tutabilmek olanaksız.

Kimi firmalar asgari ücreti sadece kâğıt üzerinde ödüyor. Daha sonra bu ücretin bir bölümü çalışanlardan geri alınıyor.

Ödeyebilenler ise yeni bir asgari ücret zammından korkuyor zira çalışanlardan bir bölümünü işten çıkartmadan bu rakamları ödeyemeyeceğini düşünüyor.

Ödeyebileceğini düşünenler de bunun ancak zamla mümkün olduğunu görüyor ve orantısız zamlar yapmaya başlıyor.

Asgari ücretlinin ise maaşına ne kadar zaman yaparsanız yapın, bu düzende rahat yaşama olanağı yok.

* * *

Belli ki bu sağ parlamento, İstanbul Sözleşmesi'nin ardından kadınların on yıllarca emek vererek kanunlaşmasını sağladıkları düzenlemeleri de bir bir ortadan kaldırmaya çalışacak.

Belli ki ummadığımız, aklımıza bile getirmediğimiz düzenlemeler, fikirler ortaya saçılacak, bir bölümü yasalaşacak.

Bir Anayasa Mahkemesi üyesinin kaleme aldığı karşı oyda kadın-erkek eşitliği meselesini bin yıl önceki tezlerle açıklaması, eşitliğin olamayacağını savunması gibi.

Hiçbir şey bir günde, bir gecede olmuyor.

* * *

Ve tüm bunlar olurken sokak sokak, cadde cadde dolaşması gerekenlerin sosyal medyaya hapsolduklarını, buradaki etkileşimi dünya sandıklarını da görüyoruz.

Ve onların oraya hapsolmasına neden olan büyük bir sosyal sarmal var. Hiçbir üretim yapmadan ünlü olanlar, haber yazmayı bilmeden gazeteci olanlar, iki makale yazmadan akademisyen olanlar…

"Muhalif" sıfatının gazetecilikle ne kadar örtüştüğünü umursamadan kendini muhalif ilan eden kanalların kurdukları yankı odaları var.

CHP'nin sırtına binip, "sağa, daha sağa, en sağa" diye haykıran, bin yıldır kendileri bir sağ parti kurmayı ya da kurmuşsa geliştirmeyi başaramamış olanlar var.

Koltuklarını memleketten çok seven ve "halk bu kadar" diyenlerin yönettiği bir seçim süreci var.

* * *

İnsanlara siyasetin öznesi gibi hissettiren, olmadığını anladığında derin kırıklıklar yaşamasına neden olan bu sanal dünyanın doğru bir örgütlenme aracı olarak kullanılamadığı ortada. Hâlâ bu potansiyeli ve iddiayı taşısa da…

Ancak kazanımları korumak ve hatta seçim kazanmak da siyasetle, örgütlü bir toplumla mümkün. Her aşamada görüyoruz.

Sandık başında görüyoruz, sandığa gitmeyenlerde görüyoruz, sandık olmadığında ortadan çekilenlerde görüyoruz… Koşturanları gördüğümüz gibi…

* * *

Seçimin hemen ardından, sayıları az da olsa, insanın bir biçimde aynı tarafta yer almaktan utandığı bazı gruplar bağırıyordu:

"Deprem bölgesinden çıkan oyu gördünüz mü, Hatay'ı gördünüz mü, Maraş'ı gördünüz mü?"

Onların bu kentleri görmediği, bir bardak su uzatmışsa bunu lütuf gibi gördüğü anlaşılıyor hemen.

Deprem bölgesinde çok sayıda mezarlık var.

Her birinde hâlâ onlarca "kimsesiz" yazılı tahta asılı taze mezarların başlarında…

Seçim mühim ve kazanmak isteyenlerin silkinerek tepki almak istedikleri omuzlarından tutup sarsmaları gerekiyor.

Ancak demokrasi de sandıktan ibaret değil…

Orada adalet bekleyen milyonlar bekliyor.

Ve adalet için, onarıcı bir adalet için, şiddeti ortadan kaldırmak için mücadele etmek gerekiyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.