Bir süredir Cumhurbaşkanlığı tarafından dolaşıma sokulan bir "kızıl elma" videosu dönüp duruyor ekranlarda.
Kılıçlar, mızraklar, uçaklar, ateşler, kan, barut…
Gülmeyen yüzler, savaşlar, askerler, büyük sözler, sloganlar…
Bütün bir coğrafyanın küçük bir özeti gibi…
Size sürekli savaşmayı öğütleyen "büyükler"…
* * *
"Gülmeyen yüzler" kısmı, videonun en doğru kısmı. Kimse gülmüyor. Çok kazanan da kazanamayan da haksızlığa uğrayan da uğratan da gülmüyor buralarda.
Aşırı bir ciddiyet, düşmanlık, hamaset, mücadele, direniş, daha çok daha çok yok etmek, hepsi özeti gibi memleketin.
Ve elbette bütün bunların bir nedeni de var.
Bu nedenin arkasına saklanmış yönetenler, büyük militarist sözlerle halka ne yapıp ettiğini anlatıp, kulaklarını diğer bütün feryatlara tıkıyor. O feryatların her birine, devletin bölünmezliği, güçlü Türkiye, yarınlarımız, kızıl elma ile yanıt veriliyor.
Altında gizlemek istediğiniz bir hakikat yatıyorsa, suyu bulandırmaktan iyisi yoktur.
Ve fakat her birimizin aklında o soru, destekleyenler, oy verenler, herhangi bir rant alanı olmaksızın ölümüne destek çıkanlar neden duymuyor bu feryatları?
Trol çeteleri dışında kalanlar, nasıl oluyor da dinlemek gereği bile duymadan inanıyor söylenenlere…
* * *
Genç bir kadın tecavüze uğradığını defalarca anlattıktan sonra yaşamını yitiriyor, uzman çavuş Musa Orhan'ın bayraklı fotoğraflarını paylaşıyor binlerce kişi. Birileri kızın nasıl yalan söylediğini anlatıyor. İnsanlar yargısız infaz istemiyorlar oysa, bağırmadan adaletin gelmeyeceğini bildikleri için, etkili bir soruşturma yapılması için son nefeslerine kadar ses çıkartmak istiyorlar.
Bir başka kadın, çalıştığı üniversitede tacize uğradığını, gitmediği yargısal makam kalmadığını, kimsenin harekete geçmediğini anlatıyor. Birileri kadının hayatını sorgulayıp, hemen destek kampanyası başlatıyor tacizciler için.
Memleketin bir başka yerinden işkence fotoğrafları paylaşılıyor sosyal medyada. "Bakın, beni ne hale getirdiler" diye anlatıyor işkenceye uğrayan. "Polisimizin eli dert görmesin" kampanyası başlıyor hemen ardından.
* * *
Ebru Timtik ölüm orucu eyleminde hayatını kaybetti. Yürüyecek hali olmayan Timtik'in tahliye talepleri, son güne kadar, "kaçma şüphesi var" denilerek reddedildi. Aynı yargı, kaçma şüphesi sonuna kadar olan Musa Orhan'ı serbest bıraktığı için insanlar bütün gücüyle ses çıkartmaya çalıştı.
Ama sosyal medya kahramanları var. Adı sanı bilinmez bir siyasetçi, Cumhurbaşkanı'na da elbette selam göndererek, Timtik'in, Savcı Mehmet Selim Kiraz'ı öldüren kişileri adliyeye soktuğu yalanını dolaşıma sokar sokmaz, binlerce kişi paylaşıma başladı.
İnsanlar, adil yargılanma talebiyle başladığı ölüm orucu eyleminde yaşamını yitiren Timtik için neden adım atılmadığını sorarlarken, aniden savunma pozisyonuna geçmek zorunda kaldı. İstenilen de buydu zaten. Timtik'in orada olmadığı, hakkında suçlama bulunmadığı anlatılmaya çalışıldı ama nafile…
Oysa Kiraz cinayeti iddianamesinde de iddianameyle ilgili Anadolu Ajansı haberinde de Kiraz'ın rehin alındığı sırada polisin arabulucuk için Timtik'i, Berkin Elvan'ın babası Sami Elvan'ı, dönemin İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal'ı aradığı yazıyor. Bu isimlerin polislerin yanından Kiraz'ı rehin alanlarla konuştuğu ve eylemi sonlandırmalarını istediği de…
Timtik'in hakkında hiç böyle bir suçlama yapılmadığı da biliniyor. Ama bilinse de düşmanlık daha cazip. Gencecik bir ölünün ardından ağza alınmayacak sözlerle saldırmak da daha makbul…
* * *
Bir de "ölümü kutsama", "yaşamı kutsamama" sözleri var.
Ölümü kutsayanlar, bazı kavramları fazlaca kullananlar var elbette. Buna yürekten inananlar…
Ama çok büyük bir kesim, Savcı Mehmet Selim Kiraz için üzülüyor hâlâ. Ebru Timtik'e üzüldüğü gibi. Berkin Elvan davasının adaletle sonuçlanmasını da istiyor aynı insanlar. Ölüm oruçlarını büyük bölümü yanlış buluyor, bu nedenle artık herhangi birinin yaşamını yitirmesini istemiyor. Konuların birbirinden bağımsız, hakikate bağlı biçimde ele alınmasını istiyor. Bir torbaya atılarak herkesin suçlanmasına, üstelik de ölüm gibi bir cezaya mahkum edilmesine kızıyor. Yargının doğru işlemesini, kimsenin haksız yere, sırf birileri istedi diye cezalandırılmamasını talep ediyor. Timtik ve diğer avukatlar gibi, tahliye olduktan dakikalar sonra heyetler değiştirilerek yeniden tutuklanan onlarca kişinin adaletsizliğe maruz kaldığına inanıyor.
Ve bir de ölüm orucu eylemleri ve bu eylemleri yapanlar var. O insanlar, 200-300 gün aç kalarak, bedenlerini açlığa yatırarak bir mücadele veriyor. Birileri desteklese de desteklemese de. O insanların karşısına geçip, "Ben bu eyleme inanmıyorum" demeniz, hiçbir sonuç vermiyor. Buna rağmen bu da söyleniyor. Görüşen onlarca kişi, ölüm orucundan yaşamını yitirenlere, eylemi bırakması, talepleri için sonuna kadar mücadele edeceği sözü verdiler. Karşılığında, daha önce de bu yöntemlerin denendiği, artık yapacak bir şey kalmadığı için eyleme başladıkları yanıtını aldılar.
Bu yanıt verildi zira Timtik dahil, yaşamını yitirenler, Türkiye'ye özgü yargılama modelleri ile daha önce suçlanıp beraat ettikleri davalardan, saçma itirafçı ifadeleriyle yeniden yargılanıp ceza aldılar. Zira yargı kullanılarak, kanaatler, sloganlar üzerinden bir mücadele yürütülüyor bu ülkede. Ve aslında bunu herkes biliyor.
* * *
Avukat Aytaç Ünsal'ın ölüm orucu eylemi sürüyor. Bir ölüme daha kimsenin tahammülü yok. Ünsal'a, adil yargılanma talebi konusunda mücadelesini sürdüreceğini bildiren, eylemi bırakmasını isteyen birçok insan, sivil toplum örgütü var. Ünsal, bu çağrıları dikkate alarak eyleme geç olmadan son verirse, bu konudaki mücadelenin kitlesel olarak yürütüleceğine de kuşku yok. Ve diğer yandan kamu makamlarının küçük bir adımı yetebilir. Bir an önce tahliye edilmesi, taleplerinin dikkate alınması yaşamını kurtaracak Ünsal'ın.
* * *
Genç bir kadının cenazesi, gaz, plastik mermi, yasaklar, tedbirler arasında toprağa verildi.
1980'lerden bu yana ölüm orucu ile hakkını aramaya çalışan onlarca insan yaşamını kaybetti. Yüzlerce insan zorla müdahale sonucunda engelli hale geldi.
Bu coğrafya, kandan, silahtan, savaştan, büyük sözlerden ibaret değil.
Bir arada yaşamak, anlamak, dinlemek, yok saymamak da bu kadar güç değil.
Ve hakikatin izinde gitmek, adaleti gerçekten sağlamaya çalışmak da öyle.
Aslında küçük bir gülümsemenin tarafında yer alabilmek mümkün, iktidar savaşlarının bir tarafında yer almak yerine.
Yoksa kurumuş ırmaklardan başka bir dünya kalmayacak geriye…