Birilerini, bir grubu, bir toplumu korkutarak yönetmeye çalıştığınızda bir süre sonra elinizde kalan sadece ve sadece yanılmışlık ve kandırılmışlık olur.
Bastırmaya çalıştığınız ne varsa, bir yerden fışkırır.
Bundan haberiniz olur ya da olmaz ama muhakkak uzatır bir yerlerden başını bastırılan.
Adaleti kendi duygularıyla sağlamaya çalışır, bastırılmak istenilen, yok edilmek istenilen ne varsa tam da ona inat yaşayarak alır intikamını…
İnsan, çok korktuğunda bile bulur bir yolunu yaşamanın. Arar ve bulur. Bazen diklenerek, bazen saklanarak.
Korku ve korkutma, büyük bir isyan ya da yalanın zeminidir sadece.
***
Türkiye, korku ve hamasetle yönetilen bir ülke...
O nedenle, sıfatların yanına bir de riyakarlığı eklemek gerekiyor.
Avantajlı pozisyonunu yitirmemek için hakikate yüz çevirenleri, sadece kendine yapılan zulmü veya haksızlığı görenleri, daha önce avantajlı olduğu pozisyonu kaybettiğinde konuşanları da başka bir kategori olarak ele almak elzem.
Zira o pozisyon kaybından sonraki arayış adalete değil, iktidara yönelik sadece.
***
“Türkiye’nin çalıntı soru tarihi” başlıklı T24’te yayımlanan yazı dizisinin ardından gelen tepkiler, bütün bunların özeti gibiydi.
İktidara yakın kişi ve hesaplardan yazı dizisinin ne kadar doğru olduğuna yönelik yorumlar yapıldı. Sadece başlığı okuyup, içini okumadıklarından, iktidarın suç ortaklığına yazı dizisinde ne kadar geniş yer ayrıldığını görmemişlerdi elbette.
Bir de cemaate yakın hesaplardan gelen hakaretler vardı.
İktidarın paydaşıyken işkenceye, haksız hukuksuz cezaevinde yatanlara, usulsüz dinlemelere, hayatını kaybedenlere ilişkin ağzını açmayan kişi ve hesaplardan, 1980’li yıllardan bu yana, yüz binlerce kişinin haksız biçimde kamuya girdiği yönündeki tespitlere, sınav sorularının sistematik olarak çalındığına yönelik kanıtlara itirazlar değil, hakaretler yağdırıldı.
Çoğunluğu ne hikmetse 15 Temmuz’dan önce yurt dışına kaçan bu eski iktidar ortaklarının dertleri elbette işinden edilenler değildi. Elbette tek dertleri kendileriydi her zamanki gibi.
Ve bir de üçüncü bir kesim vardı. Haksız yere kamudan atıldığını söyleyen, soru çalanların başkasının da hakkını gasp ettiğini ama iktidarın bunu kullanarak ilgili ve ilgisiz binlerce kişiyi işinden ettiğini anlatanlar… Makul ve haklı insanlar.
***
Türkiye’de üniversite sınav sorularından KPSS sınavına, askeri okullara giriş sınavlarından, emniyetteki sınavlara kadar yüzlerce sınavda soruların çalındığı bir hakikat. Üstelik, bugün bile kimse soru güvenliğinden emin değil.
Ancak bu hakikatle, binlerce kişinin haksız ve hukuksuz biçimde kamudan ihraç edilmesinde en ufak bir bağlantı yok.
Atılanlar içerisinde soru çaldığı için mahkum olanların sayısı bir elin parmakları kadar. Üstelik onların içinde soru çalındığını ihbar edenler bile var.
Kamudan atılanların büyük bölümünü, sadece ve sadece istihbarat birimlerinin hukuka, adalete, hakkaniyete aykırı tespitleriyle işlerinden edilen insanlar oluşturuyor.
***
Hiçbir neden olmaksızın, sadece birim amirlerinin hoşuna gitmediği gerekçesiyle işlerinden edilen ya da hakkında dava açıldığı için kamudan atılan insanların bir bölümü, bir süre sonra yargılandıkları davalardan beraat ettiler, açılan soruşturmalardan takipsizlik kararlarıyla çıktılar ama işlerine iade edilmediler.
15 Temmuz bir yana cemaatle aynı mahalleden bile geçmeyen, sadece bildiriye imza atan, sadece basın açıklamasına katılan ve her dönem düşman sayılan insanlar da fırsattan istifade atıldılar işlerinden.
Garabet OHAL Komisyonu, ya mahkeme kararlarına aykırı biçimde işe iade taleplerini reddetti ya da dosyaları görüşmeyip rafta bekletti.
Meriç Nehri’nde ağaç kökü yememek için gitmeye çalışan aileleriyle birlikte çocuklar boğuldu bu ülkede. Ölen annelerin, babaların yakınlarına başsağlığı dilemekten korktu insanlar.
Tüm bunlar olurken, parası, kritik bağlantıları olanlar, dün cemaat sayesinde olmadık servetler ve payeler elde edenlerin bir bölümü yurt dışına gitti, bir bölümü, kamudaki üst düzey görevlerine devam etti. Onlar her dönem ayrıcalıklıydı. Geriye kalanlar “ağaç kökü” yiyebilir ya da ölebilirdi.
***
OHAL bitti ama uygulamaları sürüyor. Yakın zamanda Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere çok sayıda bakanlıkta ihraç furyası başladı.
Zira, OHAL kararnamelerinde yer alan ihraç yetkisinin süresi dolmak üzereydi ve devletin ilgi birimleri gereğinin yapılmasını istiyordu.
Aydın Devlet Hastanesi’nde doktor olarak çalışan Pakize Ece, o isimlerden biri.
Fakülteyi bitirip, doktor olarak çalışmayı beklediği sırada, “güvenlik soruşturması” gerekçe gösterilerek Ece’nin ataması yapılmadı.
Ece, bunun üzerine dava açtı. Önce idare mahkemesi, ardından da bölge idare mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararına göre, sınırları ve kapsamı belirsiz güvenlik soruşturmaları gerekçe gösterilerek atama yapılmamasının hukuka aykırı olduğunu karar altına aldı. Devlet Memurları Kanunu’na göre atanmasında engel olmayan Ece, bu kararlardan sonra Aydın’da göreve başladı.
Ancak Haziran ayında, Sağlık Bakanlığı’ndan gelen yazıyla Ece’den savunma istendi. Yazıda, “Bakanlığımıza intikal eden belge ve bilgilere göre… terör örgütlerine veya MGK tarafından devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliğiniz, mensubiyetiniz veya iltisakınız yahut bunlarla irtibatlı olduğunuz değerlendirildiğinden, 7 gün içerisinde savunmanızı göndermeniz…” deniliyordu.
Neyle suçlandığı belli değildi ama savunması isteniyordu.
Ece, mahkeme kararlarını ve oraya gönderdiği dilekçeleri bakanlığa da iletti.
Ama sonuç zaten önceden belliydi.
Devlet, yargı kararıyla göreve başlamasını unutmamış, Ece’nin bu kez görevdeyken ihraç edilmesi için hukuksuz bulunan güvenlik soruşturması yazılarını gereği için bakanlığa iletmişti.
Ece, geçtiğimiz günlerde kamudan ihraç edildi.
***
Güvenlik soruşturması denildiğinde korkutucu geliyor elbette. Ancak sadece Ece için değil, herkes için, soruşturma dedikleri üç satır yazı. Babası şu partiliydi, kuzeni şurada eylem yaptı, amcası bir keresinde yemeğe katıldı… Zaten gerçekten soruşturmaya konu eylemleri olanlar yargılanıyor. Gerisi devletin, sevmediği insanları eleme yöntemi.
***
Ama bir de meşruiyet kazandırılması gerekiyor olana bitene.
Ece’nin bir eylemi, bir davası, bir mahkumiyeti yok.
Neden atıldığını herkes haklı olarak soruyorken, Aydın’da bir yerel gazetede haber çıktı:
“İşten çıkartılan doktorun DAEŞ bağlantısına ulaşıldı.”
Haber metninde, Ece’nin bir dönem HDP milletvekili adayı da olduğu belirtiliyordu
Ne büyük suç ne büyük günah!
Hem HDP’li, hem DAEŞ’lı. Böyle oluşturuluyor işte kozmik sayılan güvenlik soruşturması raporları. Birilerine yazdırılıp, sonra sisteme işleniyor.
Gazete aranıp, neye dayanarak bunun yazıldığı sorulduğunda, “emniyetten geldi” yanıtı verildi. Hukuki yollara başvurulacağı söylendiğinde gazete haberi kaldırdı.
Araştırma yok, gazetecilik yok, “verdiler yazdık” var… Ulusalı neyse yereli de o…
***
Ece, yeniden dava açacak elbette. Ortada yargı kararları ve o kararları uygulamayan bir devlet var. Uygulamamayı alışkanlık etmiş bir devlet.
Ece gibi OHAL döneminde atılan Barış Akademisyenleri var. Binlerce öğretmen var. Yargıda aklanıp devlete döndürülmeyenler var.
Yapılan haksızlığı da ağaç kökü yemeyi de kabullenmiyorlar.
İktidar oyunları ve savaşlarının kurbanı olmayı kabul etmedikleri gibi.
İnsan içinde, en içinde ne yaptığını bilir. Gerçekten hakkı olanı alıp almadığını, yanlış yapıp yapmadığını bilir.
Oyunlara başvuran, insanları ekmeğinden etmek için üzerilerine suç yapıştıran kimse suçlu da odur. Bütün bunlar aslında bilinir, bellidir.
Üzerini örtmeye çalışmak beyhude bir çaba…
Zira gerçek, er ya da geç çıkar ortaya.