Doğduklarından bu yana görmedikleri olay kalmayan ve belki de tanıklıktan daha bu yaşta bezen gençler bilmeyebilir.
1995’te, İstanbul’un orta yerinde otomatik silahlarla insanlar tarandı.
Cenaze sırasında üzerlerine yeniden kurşun yağdırıldı.
Kahvehaneler tarandı, taksici kendi aracında yakıldı.
Ölenlerin büyük bölümünün bedeninden polis kurşunu çıktı.
Ve bütün bunlara ilişkin 231 polisin yargılandığı dosya, tıpkı daha önce ana dava dosyasının kapatılması gibi sessiz sedasız beraat kararıyla kapatıldı.
* * *
Sırayla anlatalım…
12 Mart 1995 günü aksam saatlerinde, Alevi, Kürt ve sol düşünceye sahip insanların yoğun olarak yaşadığı İstanbul Gazi Mahallesi'nde, cemevinin de bulunduğu cadde üzerindeki dört kahvehane ve bir pastane otomatik silahlarla tarandı. Bir kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı. Olayda kullanılan taksi bir süre sonra terk edilmiş olarak bulundu. Şoförünün öldürülüp bagaja konulduğu anlaşıldı.
* * *
Aynı gün, Gazi Mahallesi’nde protestolar başladı. Gece geç saatlerde ortam sakinleştiğinde, kalabalığın büyük bölümü dağıldı. Bir grup insan da cemevinin önünde bekliyordu. Bir anda polis panzerinden ateş açıldı. Bir kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı. Sonraki günlerde protestolar yoğunlaştı. Yine bu olaylar sırasında polisin açtığı ateş sonucunda insanlar hayatını kaybetti. Olaylar yatıştığında bilanço ağırdı. 40’a yakın kişi ölmüş, onlarca kişi yaralanmıştı. Ölenlerden 17’sinin bedeninden polise ait silahlardan ateşlenen kurşunlar çıktı.
20 polis hakkında dava açıldı. Ancak bu dava güvenlik gerekçesiyle Trabzon’a alındı. Trabzon’a giden, yakınlarını kaybeden insanlar ve avukatları her duruşma saldırıya uğradı. Yargılanan yirmi polis memurundan Adem Albayrak dört kişiyi öldürmekten altı yıl sekiz ay, Mehmet Gündoğan iki kişiyi öldürmekten üç yıl dokuz ay hapse mahkûm edildi. 18 polis beraat etti. Bu karar verildiğinde olayların üzerinden beş yıl geçmişti.
Ancak Yargıtay, iki polis hakkındaki kararı bozdu. Albayrak ve Gündoğan hakkında verilen kararı “Haklarında adam öldürme ile ilgili net bir açıklığın olmadığı” gerekçesiyle bozdu. Yargıtay, sanıkların Türk Ceza Kanunu 49. maddesine göre yargılanmasını istedi. Bunun üzerine dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar görülmeye başladı. Ancak aileler ve avukatlar Yargıtay kararı ile devletin bir kere daha kendini aklayacağı gerekçesiyle davadan çekildiklerini bildirdiler. Tekrar görülmeye başlanan dava üçüncü celsede karara bağlandı. Mahkeme heyeti Albayrak ve Gündoğan'a toplam dört yıl otuz iki ay hapis cezası verdi. Cezalar ertelendi.
* * *
Gazi Mahallesi’nde başlayan olaylar, Ümraniye ve Mustafa Kemal mahallelerine de sıçramış, burada da açılan ateş sonucu insanlar ölmüştü.
Gazi Mahallesi’nde ve bu mahallelerde ölenlerin cenaze töreninde, halkın önü barikatlarla kesildi. Ardından taş atıldığı gerekçesiyle kalabalığa ateş açıldı. İsmihan Yüksel, Hasan Puyan, Genco Demir, İsmail Baltacı ve Hakan Çabuk polis kurşunuyla öldü. 13 kişi de yine polis kurşunuyla yaralandı.
* * *
Olaydan sonra yapılan açıklamalarda, kalabalıktan polise ateş açıldığı iddia edildi. Ancak yapılan soruşturmalar, bunun doğru olmadığını ortaya koydu.
Cenazede kalabalığa ateş açılması ve beş kişinin yaşamını yitirmesi ile ilgili olarak ayrı bir soruşturma başlatıldı.
Ancak tek bir delil toplanmadı. Ne olay yeri raporu, ne balistik raporu bir sonuç vermiyordu. Zira olay aydınlatılmak istenmiyordu. Olay yerinde çok sayıda silah kullanılmasına rağmen dosyadaki belgelere ve emanet makbuzlarına göre dosya içerisinde işlem yapılan sadece 8 adet mermi çekirdeği vardı. Sonradan dosyaya eklenen bir mermi çekirdeği ile ilgili olarak tek bir işlem bile yapılmadı. Bu mermi çekirdekleri ölen ve yaralananların vücudundan çıkmıştı.
Açıkça anlaşılıyordu ki insanların öldüğü, yaralandığı olay yerinde mermi çekirdeği toplanmamıştı. Polisin çizdiği krokilerde mermi çekirdeklerinin yerlerde olduğu görülüyordu ancak bunlar dosyaya konulmamış, deliller karartılmıştı.
İstanbul Emniyeti, o gün görevli olan polislerin isim listesini uzun süre gizledi. Gönderdiği listede ise bazı isimler ve kullandıkları silahların seri numaraları hatalıydı. Gerçekte olay yerinde olan polislerin isimlerinin hiç gönderilmediği yıllar sonra anlaşıldı.
* * *
Soruşturma aşamasında hiçbir polisin ifadesi şüpheli sıfatıyla alınmadı. Bazı polisler sadece olay tutanağında ismi geçtiği için beyanda bulundu. Bu polislere de tek bir soru yöneltilmedi.
Dosyaya telsiz kayıtları da konulmadı. Savcılık, bunlara el koymayı bile gereksiz buldu. Mahkeme aşamasında da bu kayıtlar getirtilmedi. Kayıtlar süreç içerisinde yok edildi.
* * *
Savcılık, 1998’de, 244 polis hakkında takipsizlik kararı verdi. Listelerde adı bulunan polislerin silahlarının olayda kullanılmadığını belirtti. İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkındaki suç duyuruları da sonuçsuz kaldı.
Onlarca silah incelenmedi, listelerin doğruluğu araştırılmadı ve dosya kapatıldı.
* * *
Bununla da kalmadı. Bazı mermi çekirdeklerinin konulduğu delil zarflarının yırtıldığı, adli emanette kurcalandığı, içindekilerin deforme edildiği de anlaşıldı. İncelemeye bazı polislerin kullandığı silahlar yerine beylik silahlarının gönderildiği de ortaya çıktı. Uzun namlulu silahlar balistik incelemeden bile geçirilmedi.
Takipsizlik kararına yapılan itiraz, Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildi. Ve o tarihten sonra da bir işlem yapılmadı.
* * *
Öldürülenlerin yakınlarının başvurması üzerine, 2005’te AİHM, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını, yaşam hakkının ihlal edildiğini saptadı. Kararda, polisin gerekli olma düzeyinde bulunmamasına rağmen olaylarda silah kullandığı vurgulandı.
AİHM kararının ardından avukatlar yeniden suç duyurusunda bulundu. Ve bu başvuru ile ilgili olarak tam 10 yıl hiçbir işlem yapılmadı.
10 yıl sonra, 15 Mart 2015’te iddianame hazırlandı.
* * *
20 yıllık dava zamanaşımı süresinin dolmasına 5 gün kala, iki ayrı iddianame düzenlendi. İki davada, toplam 231 polisin ismi sanık olarak yer aldı. Savcı, her iki iddianamede, soruşturmanın neden 10 yıl bekletildiğini anlamadığını da belirtti. Oysa açıkça belliydi. Zamanaşımı ile dosya kapatılmak isteniyordu. Savcı, soruşturmanın eksik yürütüldüğünü de iddianamede açıkça belirtti. Ancak zamanaşımı riski nedeniyle davaları açmak zorunda kalmıştı. Davanın açılmasının mahkemeye 10 yıl daha süre kazandıracağına dikkati çekti.
* * *
Ancak savcının düşündüğü gibi olmadı. Tam sekiz yıl boyunca, mahkeme, hiçbir talebi karşılamadı. Zaten ilk aşamada iddianameyi iade edip, daha sonra da dosyanın zamanaşımına girdiğini iddia etti. Verdiği düşme kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından bozulunca, iki dava birleştirildi ve yargılamaya başlanabildi.
Ancak yargılama da şaşırtıcı değildi. Sanıkların çağrıldığı duruşmalardan, katılan avukatları haberdar bile edilmedi. Sanıklara da olayla ilgili neredeyse hiçbir sorunun yöneltilmediği tutanaklarla anlaşıldı.
Öyle ki olay tutanağında ilk imza sahibi olarak görünen sanık emniyet müdür yardımcısı, sorgusunda, “tutanakta imzam yok” yanıtını verince, tutanakta imzası olduğu bile anımsatılmadı.
Ancak sanıkların ifadesi tanıdıktı. Hiçbir kanıt olmamasına rağmen halkın camiye saldırdığını, dergahın camlarını kırdığını, içlerine teröristlerin sızdığını söyleyip geçtiler hepsi… Mahkeme, bunların kanıtını bile sorma gereği duymadı.
Soruşturmanın genişletilmesi, telsiz kayıtlarının getirilmesi, mermi çekirdeklerinin incelenmesi, delillerin karartılması ile ilgili inceleme yapılması, uzun namlulu silahların incelenmesi, dosyaya sonradan, avukatların çabasıyla getirtilen 60 mermi çekirdeği için ayrıntılı araştırma yürütülmesi, emanetteki delillerin deforme edilmesinin araştırılması taleplerinin tamamı mahkeme tarafından reddedildi.
* * *
Defter kayıtları, bazı kanıtların karşısına, “zamanaşımı” notu düşüldüğü skandalını da ortaya koyuyordu. Mahkeme, yok edilen bu kanıtların akıbetinin bile peşine düşmedi. Sıralı olarak kayda alınan deliller ortadan kaybolmuştu ama mahkeme bunu bile merak etmiyordu.
Susurluk kazasında ölen Hüseyin Kocadağ, Gazi katliamının yaşandığı dönemde, terörden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyordu.
Avukatlar, bunu anımsatarak, Susurluk çetesinin rolünün de araştırılmasını istedi. JİTEM’ci, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Gazi olaylarının başlangıcında rol aldığına dair kanıtları mahkemeye sundu. Aynı dönemde İstanbul İstihbarat Şube Müdürü olan Hanefi Avcı’nın anlatacakları önemli olabilirdi. Avcı’nın tanık olarak dinlenmesi talep edildi.
Avcı’nın daha önce, "Gazi olayları örgüt işi değil. DHKP-C, PKK, MLKP gibi örgütler çözüldü bu işi yapan bulunamadı. Benim kuşkum bu işin ardında Susurluk benzeri bir çetenin varlığıdır" sözlerinin hatırlatılması üzerine, "Gazi olaylarında Kalaşnikof ile kahveyi tarayan ve olayları başlatan Yeşil'dir. Bu olay kesin provakasyondur. Biz olay sonrası yaptığımız araştırmalarda bu isme ulaştık. Özellikle olayda kullanılan taksinin şoförünün bagaja kilitlenip sonra arabası ile yakılması eylemi yasadışı bir örgüt işi değildir" demişti. Ancak bu da mahkemenin ilgiini çekmedi.
* * *
Mahkeme, olay yerinde keşif yapılması talebini de “Bölge kentsel dönüşüme girdi” gerekçesiyle reddetti. Oysa o tarihte böyle bir bilgi de yoktu.
Avukatlar Gülizar Tuncer, Faruk Nafiz Ertekin ve Keleş Öztürk, tüm bu gelişmeleri anımsatarak, kovuşturmanın genişletilmesini, sanıkların cezalandırılmasını istedi ve mahkemeye ayrıntılı bir dilekçe sundu.
* * *
Ancak dilekçedeki tek bir başlık bile dikkate alınmadı.
İstanbul 12. Anadolu Ağır Ceza Mahkemesi, 18 Aralık’ta, tam 29 yıllık bir dosyayı kapattı.
Yeni hiçbir araştırma yapmadan, avukatların sıraladığı hiçbir iddiayı araştırmadan, AİHM kararında işaret edilen hiçbir çelişkiyi gidermeden…
Zamanaşımı süresinin dolmasına iki yıl bulunmasına, yeterli zaman olmasına rağmen kovuşturmayı da genişletmedi.
231 polisin beraati kararlaştırıldı. Zaten yargılanmaları hiç istenmemişti.
* * *
Düşünün, İstanbul’un ortasında insanlar otomatik silahlarla öldürüldü.
Cenaze sırasında üzerlerine kurşun yağdırıldı.
Kahvehaneler tarandı, taksici kendi aracında yakıldı.
Düşünün…
Ölenlerin büyük bölümünün bedeninden polis kurşunu çıktı.
“Teröristlerin işi” denilmesine rağmen tek bir tane yasadışı örgüt izi bulunamadı.
Ve deliller karartıldı, yargılamaya direnildi, göstermelik soruşturmalar yürütüldü.
Tam 29 yıl sonra Gazi katliamı dosyası tamamen kapatılmış oldu.
Öyle daire başkanlıkları kurarak, iki üç türküye eşlik ederek insanlar eşit hissedemiyor kendisini.
Adalet olmadan ve sağlanması için gayret gösterilmeden hiç hissedilmiyor.
Ve o hüzünlü duygunun giderileceği adresin ilgisiz yerlerde aranması da daha büyük bir kırılmadan başka bir işe yaramıyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |