Giray Kömürcü

12 Ocak 2025

Yapay zekâ ve insanlık: Uçurumun kenarında dengede kalmak

Yapay zekânın tehdit olmaktan çıkıp insanlık için bir fırsata dönüşmesi, yalnızca bireysel ülkelerin ya da şirketlerin çabalarıyla değil, uluslararası iş birliği ve kapsamlı regülasyonlarla mümkün olabilir. Bu teknoloji, sınır tanımayan etkileri ve küresel ölçekli sonuçları nedeniyle uluslararası koordinasyon gerektirir

Bir önceki yazımda yapay zekâ devrimi ve olası etkilerinden bahsetmiştim. Bu yazıda da aynı konuya devam edelim.

Yapay zekâ, insanlık için hem büyük fırsatlar hem de ciddi tehditler barındıran eşsiz bir teknoloji. Bu gücü değerlendirirken yalnızca sağladığı avantajlara odaklanmak ya da yalnızca risklerini tartışmak eksik bir yaklaşım olur. Fırsatları ve tehditleri aynı sayfada görebilmek, bu dengeyi anlayarak hareket etmek ve uygun regülasyonları zamanında geliştirmek, yapay zekânın insanlığın yararına hizmet etmesini sağlamak açısından kritik öneme sahip. Aksi takdirde, bu büyük güç, insanlığın refahını artırmak yerine korkunç sonuçlara yol açabilir.

Birkaç örnekle açıklayalım.

Yapay zekâ, özellikle yüz tanıma teknolojileri sayesinde güvenlik alanında devrim yaratacak fırsatlar sunuyor. Gelişmiş algoritmalar, suçluların takibini ve yakalanmasını hızlandırarak adaletin daha etkin işlemesine olanak tanıyabilir. Bunun yanı sıra, bağımlılık gibi toplumsal sorunların tespiti ve bağımlı bireylerin izlenmesi, erken müdahaleyle rehabilitasyon sürecini çok daha verimli hale getirebilir. Organize suçlarla mücadelede, karmaşık ağların çözülmesinde ve şüpheli hareketlerin proaktif şekilde tespit edilmesinde yüz tanıma teknolojileri kilit bir rol oynayabilir.

Diğer açıdan bakarsak da yapay zekâ destekli yüz tanıma, telefon takibi, yer belirleme ve benzeri teknolojiler, bireysel özgürlükler açısından ciddi tehditler barındırıyor. Bu teknolojiler, her hareketin izlenmesi ve kayıt altına alınmasıyla bireylerin özel yaşamına müdahale edebilir, mahremiyet kavramını tamamen ortadan kaldırabilir. Özgürce hareket etmek, düşüncelerini ifade etmek ya da kimliklerini gizlemek isteyen bireyler, sürekli bir gözetim altında olduklarının bilinciyle baskı hissedebilir ve otosansüre yönelebilir.

Herkesin ne düşündüğünü, ne yaptığını ve neyi tercih ettiğini takip edebilen bu sistemler, toplumu kontrol altına almak için eşsiz bir imkân sunar. Bu bilgiler, muhalif seslerin bastırılması, bireylerin özgür iradesinin yönlendirilmesi ve kitlesel manipülasyon için kullanılabilir. Böyle bir senaryoda, bireylerin karar alma özgürlüğü büyük ölçüde yıpranır, toplum baskı altında tutulabilir ve dijital diktatörlükler inşa edilebilir. İnsanların, sürekli bir izlenme ve müdahale tehdidi altında yaşaması, sadece fiziksel değil, zihinsel ve duygusal özgürlükleri de yok ederek modern bir distopyayı gerçeğe dönüştürebilir. Teknolojinin bu şekilde kullanımı, bireylerin sadece güvenliğini değil, aynı zamanda temel insan haklarını da tehdit edebilecek bir potansiyel taşıyor. Dolayısıyla bu gücün, birey haklarını gözeterek ve etik ilkeler çerçevesinde kullanılması, teknolojinin bir fırsat olmaktan çıkıp tehdit haline gelmemesi için hayati önem taşımaktadır.

Yapay zekânın bir diğer olumlu yanı, yalan ve yanlış haberlerin yayılmasını engellemede güçlü bir araç olarak kullanılabilecek olması. Doğrulama algoritmaları, haberlerin gerçekliğini hızlı ve etkili bir şekilde analiz ederek dezenformasyonu kaynağında durdurabilir. Bu sayede, toplumsal kutuplaşmayı artıran ve güveni zedeleyen bilgi kirliliğiyle daha etkin bir şekilde mücadele edilebilir. Ayrıca, doğru bilgiye erişimi kolaylaştıran yapay zekâ destekli arama motorları ve kişiselleştirilmiş bilgi akışları, bireylerin güvenilir içeriklere daha hızlı ulaşmasını sağlar. Bilginin hızlı ve geniş bir şekilde yayılmasını mümkün kılarak, toplumun daha bilinçli ve dayanıklı hale gelmesine katkıda bulunabilir.

Öte yandan tam aksine yapay zekâ, yanlış bilgi üretimi ve yayılımında kötüye kullanıldığında toplumsal huzur ve güveni tehdit eden bir araç haline de gelebilir. Özellikle etkileşim veya manipülasyon amacıyla üretilen yalan haberler, halkın öfkesini kışkırtmak, kutuplaşmayı derinleştirmek ve hedef kitlelerin düşüncelerini yönlendirmek için kullanılabilir. Bu tür dezenformasyon kampanyaları, bireylerin gerçek ile sahteyi ayırt edebilme yetisini zayıflatırken, doğru bilgilerin etkisini azaltır ve toplumsal bilinç üzerinde sis perdesi oluşturur. Gerçeğin bastırılması veya çarpıtılması, karar alma süreçlerini manipüle ederek bireyleri ve toplulukları yanıltabilir, demokratik yapıların temelini sarsabilir. Bu tehdit, yalnızca bilgi kirliliği yaratmakla kalmaz, aynı zamanda bilgiye duyulan güveni tamamen yok ederek daha derin bir kaos ortamına zemin hazırlar.

Manipülatif haberlerin yayılması her durumda kötü niyet de gerektirmez. İnternette bizimle etkileşime giren hemen tüm algoritmalar etkileşimi arttırmaya programlanmıştır. Öfke dolu paylaşımlar, komplo teorileri her zaman daha çok trafik çektiğinden yapay zeka algoritmalarının da bu örüntüyü fark edip onları öne çıkarması çok doğal. Elbette bu yaklaşımın yapay zekânın hedefleri açısından mantıklı olması insanlık için faydalı ya da en azından zararsız olduğunu göstermez. Yüksek etkileşim getiren yaklaşımlar pekala toplumu tehdit edebilir. Bu da demek oluyor ki, algoritmaların insanlığın yararına hedeflerle, tarafsız ve şeffaf bir şekilde tasarlanması, hem özgür düşünceyi ve ifade hakkını korumak hem de yanlış haberlerle toplumsal kaostan kaçınmak adına kritik önem taşır.

Bir diğer tehdit ise yapay zekânın eğitildiği verilerin yanlı olması ihtimali. Bu, sistemlerin tarafsızlıklarını kaybetmelerine ve yanlı verilerin nüfuzunu artırmasına yol açabilir. Eğer yapay zekâ ABD yanlısı ve Rusya karşıtı verilerle eğitilmişse, bu eğilimler yalnızca analizlerde değil, alınan kararlarda da kendini gösterebilir. Sonuç olarak, yapay zekâ uygulamaları, küresel dengeleri etkileyebilecek ölçüde siyasi veya ideolojik önyargılar barındırabilir ve bu ön yargılar, bireyler ve toplumlar üzerinde geniş çaplı etkiler yaratabilir. Yanlı bir yapay zekâ, diplomatik süreçlerden ekonomik kararlara kadar birçok alanda adil olmayan sonuçlar doğurabilir ve yanlış bilgilendirme ile manipülasyonun daha da güçlenmesine neden olabilir. Bu durum, yapay zekânın küresel etkilerini dengelemek ve sistemlerin tarafsızlığını sağlamak için etik standartların ve şeffaflığın ne kadar kritik olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Yapay zekânın, teknolojik gelişimin hızlandırılmasında ve üretim verimliliğinin artırılmasında itici bir güç haline geldiğinden önceki yazımda bahsetmiştim. Karmaşık sorunları çözebilen, büyük veri setlerini analiz ederek anlamlı sonuçlar çıkarabilen ve insan yaratıcılığıyla birleştiğinde benzersiz inovasyonlar sağlayan bu teknoloji, araştırma ve geliştirme süreçlerini hızlandırıyor. Üretim hatlarında yapay zekâ destekli sistemlerin kullanılması, hataları minimize ederken kaynak kullanımını optimize ederek daha az girdiyle daha fazla çıktı elde edilmesini sağlıyor. Aynı zamanda, lojistik süreçlerin ve tedarik zincirlerinin yapay zekâ ile yönetilmesi, hız ve etkinlik kazandırarak işletmelerin rekabet gücünü artırıyor. Tüm bunlar, ekonominin sürdürülebilir büyümesine katkı sunarken, toplumsal refah seviyesinin yükselmesi için de yeni fırsatlar yaratıyor.

Akademik dünyada yapay zeka yardımıyla hazırlanan makale, tez, sunum gibi çıktılarda ise dikkatli olmakta fayda var. Zira bu algoritmalar mevcut verilerle eğitildiğinden, yenilikçi fikirler üretme ve yaratıcı öneriler sunma kapasitesi şu an için sınırlı. Bu durum, özellikle akademik çalışmalarda yapay zekânın kullanımının verimli sonuçlar doğurmasını zorlaştırabilir. Yapay zekâ, çoğunlukla var olan bilgileri yeniden düzenleyip sunarak kendini tekrar eden metinler ve sonuçlar üretir. Bu da, bilimsel araştırmalarda yeni bakış açıları geliştirilmesi ve özgün katkılar sağlanması konusunda yetersiz kalmasına neden olabilir. Eğer akademik dünyada bu araçlara aşırı güven duyulursa, araştırmaların yaratıcı ve eleştirel yönü zayıflayabilir ve bu da genel akademik verimliliği olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, yapay zekânın akademik çalışmalardaki rolü, insan yaratıcılığı ve eleştirel düşünme süreçleriyle dengelenmelidir.

Benzer bir sorun da chatbotlarla arama motorları arasındaki yaklaşım farkından kaynaklanıyor. ChatGPT gibi chatbotlar, kullanıcıların ihtiyaç duyduğu bilgiyi hızlı ve özet bir şekilde sunarak büyük bir kolaylık sağlıyor. Ancak bu bilgiler derlenirken kullanılan kaynakların büyük ölçüde belirsiz olması, özellikle içerik üreticileri için ciddi bir sorun yaratıyor. İçerik üreticileri, emek harcayarak oluşturdukları çalışmaların chatbotlar tarafından kullanıldığını göremiyor, bu nedenle hem kendilerini tanıtma hem de emeklerinin karşılığı olan gelirden mahrum kalıyorlar. Bu durum, içerik üretiminin ekonomik sürdürülebilirliğini zayıflatabilir ve yeni içeriklerin ortaya çıkmasını engelleyerek kullanıcıların uzun vadede kaliteli bilgiye erişimini olumsuz etkileyebilir. Yapay zekânın sağladığı kolaylıkla insan emeği arasındaki bu dengesizlik, içerik ekosisteminin sağlıklı işleyişini tehdit eden bir unsur haline gelebilir.

Yapay zekâ, insanlık tarihinin en büyük güçlerinden biri olarak karşımızda duruyor. Ancak bu gücün faydalı mı yoksa zararlı mı olacağı, tamamen onu kontrol edenlerin amaçlarına ve değerlerine bağlı. Nükleer enerjinin atom bombasına dönüşmesi veya ucuz ve temiz bir enerji kaynağı olarak kullanılması gibi, yapay zekâ da ancak etik değerler ve kolektif sorumlulukla yönetildiğinde insanlık için bir dönüm noktası olabilir. Tıpkı uçakların ulaşım ve savaş amaçlı kullanımı ya da uyduların haberleşme ve casusluk arasındaki çift yönlü rolü gibi, yapay zekânın da hem fayda hem de tehdit potansiyeli taşıdığı açık.

Yapay zekânın tehdit olmaktan çıkıp insanlık için bir fırsata dönüşmesi, yalnızca bireysel ülkelerin ya da şirketlerin çabalarıyla değil, uluslararası iş birliği ve kapsamlı regülasyonlarla mümkün olabilir. Bu teknoloji, sınır tanımayan etkileri ve küresel ölçekli sonuçları nedeniyle uluslararası koordinasyon gerektirir. Farklı ülkeler arasında ortak etik standartların belirlenmesi, yapay zekânın kötüye kullanımını engelleyebilir ve teknolojinin adil bir şekilde paylaşılmasını sağlayabilir. Ayrıca, bu tür iş birlikleri, yapay zekâ destekli sistemlerin güvenilir, şeffaf ve hesap verebilir bir şekilde geliştirilmesini teşvik eder. Eğer uluslararası düzeyde net çerçeveler ve denetim mekanizmaları oluşturulmazsa, yapay zekâ kaynaklı eşitsizlikler ve tehditler hızla büyüyebilir. Bu nedenle, yapay zekâ çağında ortak bir vizyon ve sorumluluk bilinciyle hareket etmek, bu güçlü teknolojiyi insanlık için bir fırsata dönüştürmenin anahtarıdır.