Giray Kömürcü

19 Nisan 2020

Koronavirüs öncesi yorgun dünya

Koronavirüs öncesinde de dünyamızın durumu pek de parlak değildi. Çok önemli bir sorunumuz eksikti ama ama yine de mükemmel olmaktan çok uzaktı

Koronavirüs'ün hayatımız ve dünyamız üzerindeki olası kalıcı etkilerini tartıştığımız yazı dizimizin bu bölümünde filmi biraz geri sarıp virüs öncesi durumumuzu hatırlayacağız, bir sonraki bölümde de gelecekte yaşanması muhtemel gelişmeleri bu bilgiler ışığında yorumlayacağız.

Çevresel sorunlar

Şimdi çok değil 6 ay öncesine gidelim ve dünyamızın içinde bulunduğu koşulları hatırlayalım. Hepimizin bildiği gibi o dönemde Koronavirüs diye bir gündemimiz yoktu. Sorunsuzca işimize gidip geliyor, hayatımızı alışageldiğimiz rutinde sürdürüyorduk. Ancak bu durum hiçbir sorunumuz olmadığı anlamına da gelmiyordu şüphesiz.

Trump başta olmak üzere popülist politikacıların ara ara alay konusu olsa da küresel ısınma tüm canlıları tehdit eder boyuta ulaştı. NASA’nın yaptığı ölçümlere göre 1880’den bu yana en sıcak yıl olarak 2016 kayıtlara geçmiş durumda. Son 138 yılın en sıcak 10'u da 2000 yılından bugüne kadar geçen 18 yılın içinde yer alıyor. Yapılan en ihtiyatlı değerlendirmeler bile yüzyılın sonuna kadar deniz seviyesinin 30 cm ila 120 cm yükseleceğini gösteriyor. Birçok canlı soyunun tehlike altına girmesinden yok olacak adalara, kıyı kesimleri sular altında kalıp altyapıları çökecek onlarca şehireden orta enlemlerde görülecek çölleşme sonucu göç etmek zorunda kalacak yüz milyonlarca insana kadar bir çok sorunun kaynağı olacak küresel ısınma ile ilgili halen etkili bir mücadeleye girişebilmiş değiliz.  

Sanayi Devrimi'nin de büyük katkısıyla insanlık olarak doğal kaynaklarımızı müthiş bir hızla tüketiyor ve acımasızca kirletiyor olmamız da bir başka sorun. Her dakika 20 futbol sahası büyüklüğünde kesip yok ettiğimiz ormanlarımız ne kadar daha dayanacak? Bugün bile bir milyar insanın temiz suya erişimi yokken atıklarımızı boşalttığımız nehirler ne kadar daha hayat kaynağımız olan suyu bize taşıyabilecek? Her yıl milyonlarca insanın ölüm nedenine dönüşmüş olan hava kirliliği ne zaman canımızı sıkacak? Üretimi arttırabilmek adına türlü türlü kimyasal madde ve tarım ilacı uyguladığımız toprak bizi ne kadar daha sağlıkla besleyecek? Tüm bu sorulara verilebilecek anlamlı bir cevabımız yok malesef. Hatta her şey yolundaymış gibi yapmayı, arada bir karşımıza gelen bir haberde karşılaşsak da "eyvah eyvah" deyip saniyesinde unutmayı başarabilen bir yapımız var. Oysa durum gerçekten vahim. Belki henüz gözümüzle görmüyoruz ama geri döndürülmesi zor çevresel felaketlere doğru ilerliyoruz. Tek bir örnek verecek olursak sürekli kullandığımız ambalajlar başta olmak üzere plastik atıklarımız okyanuslarda devasa plastik adaları oluşturmaya başlamış durumda. Bu adaların denizin derinliklerine giden güneş ışığı ve su tarafından emilen oksijeni azaltması uzun vadede denizlerdeki yaşamı bitirecek nitelikte.

İnsani sorunlar

En az çevresel problemler kadar önemli bir diğer sorun ise insani problemler. Bugün dünya üzerinde 800 milyonu aşkın insan açlık ve yetersiz beslenme ile mücadele halinde. Yani her dokuz kişiden biri. Bizim etrafımızda olmasalar da, gözümüze çarpmasalar da varlar ve bizimkilerden çok daha temel bir problemle baş başalar. Yoksulluk ve işsizlik de yine bir türlü çözülemeyen sorunlarımızdan. Yapılan araştırmalara göre 1 milyara yakın kişi satın alma paritesine göre günlük 2 dolardan daha az bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Buna karşın Credit Suise’in 2017 yılında yayınladığı bir rapora göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik bölümü tüm varlıkların yüzde 50’den fazlasını elinde tutuyor. Bu da karşımıza bir diğer kemikleşmiş sorunu daha çıkarıyor: Eşitsizlik.

2019 yılı itibariyle en zengin adamı olan Amazon’un kurucusu Jeff Bezos’un 112 milyar dolar olan serveti 105 milyon nüfuslu Etiyopya’nın sağlık bütçesinin 100 katı kadar. En büyük beş küresel tekstil markasının CEO’larından herhangi biri sadece dört gün çalışarak Bangladeşli bir tekstil işçisinin hayat boyu çalışarak kazandığı parayı kazanıyor. En az bu derece çarpıcı yüzlerce örnek verilebilir. Peki milyarlarca insan açlıktan işsizliğe, susuzluktan elektriksizliğe en temel insani ihtiyaçlardan bile yoksunken eşitlikten, adaletten ya da insani bir ekonomiden söz edilebilir mi?

Her birine çok kısaca, neredeyse birer cümle ile, değindiğimiz sorunlar bunlarla da sınırlı değil elbette. Savaşlardan göçmenlerin dertlerine, terörizmden bireysel katliamlara ve ırkçılığa çok sayıda problemde insanlığın gösterdiği onca gelişmeye rağmen çözüme yaklaşabilmiş bile değiliz. Bugün hiç tartışmasız geçmişteki herhangi bir döneme kıyasla üretim kapasitemiz daha fazla. Teknoloji 20 yıl önce hayal bile edilemeyecek bir seviyeye erişmiş durumda. Uzayda koloni kurmaktan ölümsüzlük arayışlarına uzanan bir gündemimiz var.

Ama açlığı bile çözememişiz.

Gerek insani gerekse çevresel sorunlarımızın en temel nedeni durmaksızın artan üretim-tüketim döngüsünün artık dünyamızın kaldıramayacağı bir seviyeyeye ulaşmış olmasıdır. Ekonomi büyüdükçe herkesin zenginleşeceğini, fakirliğin ortadan kalkacağını iddia eden kapitalizm ev vahşi şekilde uygulandığı ABD’de bile bu yönde bir ilerleme kaydedebilmiş değil. Evsizlerden tutun da sağlık sistemine erişimi dahi olmayan milyonlarca insana kadar zor hayatlar yaşayan geniş kitleler bunun en somut göstergesi. Dünya üzerindeki insanların büyük bölümü için vadettiği refahı sağlamanın yanına bile yaklaşamayan kapitalizm aksine çevreye verdiği tahribatla dünyamızı uçurumun eşiğine getirmiş durumda. Artık sınırsız bir tüketim ütopyası olan kapitalizmin sorunlarımızı çözmeyi bırakın tam aksine sıkıntılarımızın başlıca sebeplerinden olduğunun farkına varmanın zamanı geldi de geçiyor bile. 

İşte Koronavirüs öncesinde de dünyamızın durumu anlatmaya çalıştığımız üzere pek de parlak değildi. Çok önemli bir sorunumuz eksikti ama ama yine de mükemmel olmaktan çok uzaktı. Hemen olmasa bile uzun vadede dünyamızı yaşanmaz bir hale getirecek, sürdürülemez bir işleyiş hızlanarak devam ediyordu. İşte tam da böyle bir ortamda hayatımıza giren virüsün yaratacağı etkileri bu altyapıyı da göz önüne alarak değerlendirmekte fayda var.

Yazıyı dizinin ilk bölümünde sorduğumuz soruları hatırlatarak bitirelim:

Peki her şey eskisi gibi olacak mı?

"Tamam bitti" dendikten 3 ay sonra? 1 yıl sonra? 3 yıl sonra?

Ya da her şey eskisi gibi olmalı mı?

İyi pazarlar...


Kaynakça:

Nasıl Bir Gelecek?
Giray Kömürcü
Aganta Kitap