Giray Kömürcü

31 Mayıs 2020

Deniz asitlenmesi: Küresel ısınma kadar tehlikeli

Önümüzdeki dönemde küresel ısınma ve deniz asitlenmesi gibi hayati sorunlarla mücadelede de Koronavirüs'le savaşta yaptığımız gibi hayatı diğer her şeyin önüne koyup radikal bir mücadeleye girişeceğiz

Her ne kadar son dönemde Koronavirüs etkisiyle biraz gündemden düşmüş olsa da Küresel Isınma son yıllarda tüm dünyanın yakından takip ettiği bir sorun. Kutuplardaki buzulların erimesi, deniz seviyelerinin yükselmesi, şehirlerin sular altında kalması, orta enlemlerin çölleşmesi gibi dünyamızı derinden sarsacak sonuçlarla önümüzdeki birkaç on yılda yüzleşmemiz kuvvetle muhtemel.

Küresel ısınma gibi son derece tehditkar ama bir o kadar da bilinmeyen bir diğer sorunumuz ise deniz asitlenmesi. Öncelikle tüm deniz canlılarını, sonra da besin zinciri üzerinden insanlığı tehdit eden bu sorun bilim insanlarınca yakından takip ediliyor olsa da medyada bugüne kadar yeterince gündem olmadı.

Peki deniz asitlenmesi nedir?

İlk olarak pH değerini tanımlayalım. pH değeri bir ortamın ne kadar asidik ya da bazik olduğunu ifade etmekte kullanılan logaritmik bir gösterge olup değeri 0 ila 14 arasında değişir. Denizlerimizin pH değerinin sanayi devrimi öncesinde 1800'lü yıllarda 8,2 ph

olduğu biliniyor. Sanayi devrimi sonrasındaysa atmosferde yoğunluğu artan karbondioksit (CO2) gazının denizler tarafından emiliminin artmasıyla bu değer 8,1'e düştü. Bu düşüş sırasında 150 milyar ton CO2 gazının havadan okyanuslara karıştığı hesaplanıyor. Günümüzdeyse her yıl 2,5 milyar ton CO2 gazının emildiği tahmin ediliyor. Bu konuda Almanya önderliğinde yürütülen BIOACID (Okyanus Asitlenmesinin Biyolojik Etkileri) ve Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programı tarafından fonlanan EPOCA (Okyanus Asitlenmesi Avrupa Projesi) projeleri konunun hassasiyetini ortaya koyuyor. Yapılan projeksiyonlara göre denizlerimizin pH'ının 2050'lerde 8'e, 2100'de ise 7,8'e düşeceği tahmin ediliyor. Bu değerler kâğıt üzerinde birbirine yakın görünse de, logaritmik skalada verildiklerinden asitlenme oranı bakımından ciddi farklılıkları ifade ediyorlar. Örneğin 8,2'den 8,1'e düşüş denizin asitlik oranında yüzde 30 artış anlamına geliyor.

Denizlerdeki asitlik oranındaki artışın canlı türleri üzerindeki etkisini inceleyen birçok araştırma yapılıyor. Bu araştırmalardan bir bölümü laboratuvar ortamında sürdürülürken bir bölümü ise gerçek ortamlarda yürütülüyor. Deniz altında yer alan aktif volkanlardan çıkan karbondioksit gazı bu araştırmalar için uygun ortam oluşturuyor. Örneğin, İtalya'nın Napoli Körfezi'ndeki Ischia adasına bağlı olan ve üstünde Ortaçağdan kalma Aragonese Kalesi bulunan volkanik adanın etrafı sualtındaki bir volkandan çıkan CO2 gazları nedeniyle asidik bir su havzası meydana geliyor. Burada yapılan çalışmalar çevrede yaşayan türlerin sadece 3'te 2'sinin pH 7,8'e düştüğünde hayatta kalabildiğini gösteriyor. Geri kalan türlerse bu kimyasal değişime ayak uyduramayarak kitlesel olarak ortadan kalkıyor.

Denizlerdeki CO2 gazını bünyelerinde, kabuklarında ya da oluşturdukları resiflerde depolayarak asitlenme etkilerini yavaşlatan midye, istiridye, denizkestanesi, denizyıldızı, mercan gibi türlerin 3'te 2'si bu ortama uyum sağlayamıyor. Bu da asitlenmenin pozitif geri beslemeyle önümüzdeki dönemde hızlanabileceğinin bir göstergesi. Bilim insanları yüzyılın sonunda ulaşılması beklenen pH 7,8 asitlik oranının ekolojik yıkım ve besin zincirinin kırılması anlamına geleceğini ifade ediyorlar. Bir diğer yaşanabilecek değişiklik ise bazı mikroorganizmaların buz erimeleri nedeniyle asitliğin görece az olacağı kutuplara yönelmesi. Böyle bir durumda bu organizmaları besin olarak kullanan türlerin ise serin sulara adapte olamayıp besin kaynaklarını yitirmeleri ve nesillerinin ortadan kalkması söz konusu.

Tabii ki değişikliklerden olumlu etkilenecek türler de mevcut. Bunların başında yosunlar geliyor. Ana besin kaynağı olarak CO2 kullanan yosunların büyüyüp serpilmeleri bekleniyor. Yine bazı tip planktonların aşırı büyüyebileceği, birçok plankton türünün ise rekabete yenik düşüp yaşamlarını kaybedebilecekleri ifade ediliyor.

Bilim insanlarının bu konuda araştırdığı bir diğer husus ise milyonlarca yıllık dünya tarihinde benzer bir durumun yaşanıp yaşanmadığı, yaşandıysa canlıların bu değişimlere nasıl tepki verdiği. Yapılan jeolojik araştırmalar havadaki CO2 gazının arttığı ve dolayısıyla denizlerimizin asitliğinin dalgalandığı dönemlerin geçmişte de yaşandığını ortaya koyuyor. Ancak o dönemle bugün arasında çok ciddi bir fark var. Geçmişte yaşanan değişimlerin milyonlarca yıl içinde çok yavaş dinamiklerce gerçekleştiği ve buna rağmen kitlesel yok oluşların görüldüğü tespit edilmiş. Bugünkü gibi neredeyse tek bir yüzyıl içinde ortaya çıkan etkilerinse çok daha yıkıcı sonuçları olması bekleniyor.

Atmosferdeki CO2 seviyesindeki iki bin yıllık değişimi incelediğimizde yarattığımız tahribatın boyutunu anlamamız kolaylaşıyor. Geçmişten günümüze 20 ppm'lik bir bantta dalgalanan CO2 seviyesi son yüzyıl içinde 120 ppm'den fazla artmış durumda. Bunun da en temel sebebi hepimizin bildiği üzere fosil yakıtlar. Yaklaşık 500 milyon yıl içinde güneşten gelen enerjinin bitkiler aracılığıyla depolanmasıyla oluşan fosil yakıtların çok önemli bir bölümünü sadece 100 yılda tüketmiş durumdayız. Bu aşırı tüketim sonucu atmosferdeki CO2 seviyesinde ulaştığımız noktanın sürdürülebilir olmadığı açık. İnsanlık olarak şimdi olmasa bile çok da uzakta olmayan bir gelecekte yaşam tarzımızı değiştirmek zorundayız. Bunu ya isteyerek ve bilinçli olarak yaparız ve görece az bir maliyete katlanırız ya da bir felaketten diğerine sürüklenerek geç de olsa yapmaya mecbur kalırız.

İçinden geçtiğimiz Koronavirüs süreci bize bir daha gösterdi ki insanoğlu aslında yeni şartlara alışmada çok çevik. Bir anda yaşanan yıkıcı değişimlere bile uyum sağlamakta oldukça mahir. Bugün düne göre akla hayale gelmeyecek koşullarda yaşamayı başarır hale gelmiş olmamız bunun en önemli göstergesi. Günlerce evden çıkmadan yaşamak, işe gitmeden çalışmak, okula gitmeden okumak, maskeyle dolaşmak… Şüphesiz hepimiz için zor bir dönem. Ancak olumlu etkileri de yok değil. Bu dönemde gerek CO2, gerekse diğer zehirli atık salınımları ciddi ölçüde azaldı. Kalabalık şehirlerin havası hissedilir biçimde temizlendi. Hatta enerji talebi o kadar düştü ki mayıs ayı teslim ABD tipi ham petrol fiyatları (WTI) tarihte ilk kez 0'ın altına düştü, bedavadan da ucuz oldu yani kısa süreli de olsa. Koronavirüs vesilesiyle tamamen isteğimiz dışında oluşan bu durum doğada yarattığımız tahribatı biraz olsun azaltmamıza vesile oldu. Demek ki geleceğimiz adına bu değişimi yapmak imkanına ve yeteneğine sahibiz. Umuyorum ki önümüzdeki dönemde küresel ısınma ve deniz asitlenmesi gibi hayati sorunlarla mücadelede de Koronavirüs'le savaşta yaptığımız gibi hayatı diğer her şeyin önüne koyup radikal bir mücadeleye girişeceğiz. Zira şu ana kadar yeterince önemsediğimiz bu sorunlar gelecekte Koronavirüs'ün pabucunu dama atacak nitelikte…


Kaynaklar