Yetkin Report'ta dün yayımlanan Lale Akurun imzalı bir makalede şu soru var: "Türk Üniversiteleri sıralamalarda neden düşüyor?"[1]. Enteresan noktalara işaret eden bir yazı, hem sıralamaya nasıl girilebileceği, hem sıralama uğruna yapılan hileler yazıyor. Hem de sıralamaya bir şekilde girilse bile GSMH, itibar, bütçe vs. nedeniyle sıralamada nasıl geri geri gidildiğini gösteriyor. Şu paragraflar her şeyi özetliyor:
"2013 yılında üniversitede rektörümüzü kendimiz seçiyorduk. Şimdi ise İngilizce bile bilmeyen bir kişi, YÖK tarafından İngilizce eğitim yapan bir üniversitede görevlendiriliyor; araştırmadan sorumlu birime müdür olarak atanıyor.
Kaliteli öğretim üyelerini soruşturmalarla süründürüyoruz; yurtdışına gitmeye mecbur bırakıyoruz. KHK ile işlerinden atılanları beraat etseler de işlerine iade etmiyoruz. Kaliteli eğitim için direnenlere, 'rektörlüğe sırtlarını dönüyorlar' diye yeni soruşturmalar açıyoruz. Daha ne olsun? Ne yapmamız gerekiyorsa tersini yapmakta ısrar ediyoruz; onun için düşüyoruz."
Bilim yerine gammazlamakla uğraşan akademisyenler mi?
AKP iktidarının 20 yılda bozduğu alanlardan birisi de üniversiteler. YÖK'ün 1980'lerden itibaren yaraladığı bu alan, AKP döneminde iyice bozuldu. Öyle ki, gelen iddialara bakılırsa, rektör olmak isteyenler birbirini gammazlıyor.
Bu da nereden çıktı diyorsanız iki örnekten bahsedeceğim. İlki gazeteci Ali Çağatay'ın şu tweet'i nde yer alıyor:
Bu tweetteki iddia doğru ise, Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanması tartışmalara neden olan Melih Bulu'ya, o dönemde yardımcısı olan Naci İnci "öğrencilere yumuşak davran" tavsiyesinde bulunurken, bu davranışı zayıflık olarak Cumhurbaşkanı'na şikayet ediyormuş.
Doğru ise hayli düşündürücü... Umarım değildir.
Siyaseten atanan kadrolar birbirinin altını mı kazıyor?
Ancak Melih Bulu'nun atama süresi dolmadan önce bir kararname ile görevinden alınıp yerine başka birinin, hele hele yardımcısının atanması nedeniyle bambaşka bir kapının açıldığı da konuşuluyor. Şöyle ki; artık hiçbir "süreli göreve atanmış" kişinin, -en başta da rektörlerin- süresinin sonuna kadar koltukta oturabileceği garanti değil. Bu nedenle, zaten hemen hepsi siyaseten atanmış olan rektörler, çoğu zaman yine siyaseten atanmış yardımcılarının veya başka siyaseten kuvvetli aday adayların yürüttüğü lobi faaliyetleri sonucunda koltuklarından daha erken kalkmak zorunda kalabilir.
Bu nedenle üniversitelerin üst yönetimindeki siyasi koltukların, artık bir ekip oluşturup bir üniversiteyi bütünlükle ve birbirine güvenerek yönetebilme imkanı kalmadı diyebiliriz. Akademisyenlerin tartıştığı bu durum neye yol açıyor derseniz; yaratılan bu yeni yönetim ortamı üniversitelerin günden güne daha iyi olmasını sağlamak yerine, geçirilen günü kurtarmasını bile imkansız hale getiriyor.
Benzer bir durum bugünlerde İTÜ için anlatılıyor
İTÜ'nün şu andaki rektörü İsmail Koyuncu için de benzer bir şeyler konuşuluyor. Buna göre, siyaseten güçlü ve yukarıdan taleple göreve geldiği rivayet edilen bir rektör yardımcısı tarafından yakında koltuğundan edebilir diyorlar. Aynen Boğaziçi'nde olduğu gibi burada da yüksek makamlarda lobi yapıldığı, -kamuya malolmuş yönetsel problemlerin öne sürüldüğü- rektörün koltuğundan edilebileceği iddiaları var. Doğru mu bilmem ama, yüksek sesle konuşuluyor ve eski bir İTÜ mezunu olarak pek çok kişi gibi benim de kulağıma kadar geldi.
Anlatılanlara göre, bu etkili ve kuvvetli rektör yardımcısı savunma sanayiindeki şirketlerde üst düzeylerde yer alırken, daha önce bir devlet bünyesindeki bir araştırma kurumundaki görevinden, apar topar alınınca kabahati İHA'cı damattan bilmiş. Yüksek sesle de görevden alınmasından orada, burada şikayet etmiş. Ama yine de, hatırı sayılır bir kişi olmalı ki ve Hakyol cemaati gibi hatırı sayılır bir cemaate mensup olduğundan da olsa gerek, gönlü alınmak için İTÜ rektör yardımcılığı pozisyonuna getirilmiş.
Rektör koyuncu, yarattığı kargaşa ile tanındı
Rektör İsmail Koyuncu ise, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü müdürlüğünden rektörlüğe atanmıştı. Son zamanlarda İTÜ Geliştirme Vakfı'nın kampüste yer alan iştirakleriyle süren anlaşmazlıklar ve eski rektör Gülsün Sağlamer'in kampüse alınmaması videolarının yarattığı haberlerle kamuoyu tarafından bilinir / tanınır hale geldi [2]. Bu olaylardan ötürü İTÜ'de yer alan ARGE şirketleri sahipleri, akademisyenler ve veliler arasında hayli sıkıntı yarattığı için Cumhurbaşkanına CİMER üzerinden ya da fiziksel başka şikayetlerin de ulaştığı ve rektör yardımcısının da bunları ortaya koyduğu belirtiliyor. Bu da aleyhindeki lobiyi bir hayli genişletmiş durumda.
Kendisi hakkında yapılan yorum şu şekilde:
"Koyuncu'nun kafası kendi alanında çoğu profesör gibi iyi çalışıyor. Ama yöneticilik farklı bir konu. Şimdilerde iki yılı dolmak üzere ama çoğunda okul salgın nedeniyle kapalıydı. Kapalı okulu yönetmek kolay ama okul açılınca çok büyük, çok parçalı ve çeşitli dengeler içeren İTÜ'yü yönetmek bu ölçekte yönetim deneyimi olmayan bir kimse için ağır bir yük. Görüldüğü kadarıyla istediği gibi bir ekibi de bir türlü toplayamayan Koyuncu, bu yükün altında eziliyor. Muhtemelen bu da panik ve öfke doğuruyor. Bağırıp çağırınca da etrafında şevkle çalışan ekip kalmıyor. Gelen gidiyor."
Bu şekilde süresinin neredeyse yarısını dolduran Koyuncu'nun iki yılı kaldığı ve pek de başarılı bir tablo ortaya koyamadığı için bir daha atanmayacağı düşünülüyor. İktidar devam ederse, onun yerine en önemli aday, bahsettiğimiz etkili yetkili rektör yardımcıları. Öte yandan iktidar değişirse de bu kadar politik, hareketleri kamuoyunda bu kadar bilinir hale gelmiş bir rektörün tekrar seçilmesi bir hayli uzak ihtimal. Hem yeni bir rektör seçilirse, bu sefer İTÜ'nün yönetimi, seçim sonrasına da sarkacak şekilde mevcut iktidarın kontrolü için kadar en az 4 sene garantilenmiş olur. Bu da erken yenileme için iktidar ek bir motivasyon olabilir. Filan filan, hep tartışılan konular.
250 yıllık üniversiteye nasıl rektör?
İTÜ gelecek yıl 250 yaşına basacak. Dünyada kaç tane 250 yaşında üniversite var dersiniz? İTÜ bu kadar kıymetli ve çok büyük.
O kadar büyük ki, Gümüşsuyu, Maçka, Taşkışla, Tuzla, Ayazağa olarak 5 büyük kampüs, bir sürü fakülte, enstitü, işletmeler, kütüphaneler, vakıflar, yurtlar, Teknokent, K12 okulları... Böylesine bir okulu, fen enstitüsünde bir yıl müdürlük yapmış birisi çevirebilir mi? Bu İTÜ'nün içinde yüksek sesle sorulan bir soru.
Öyle ya, üniversiteye en yüksek puanla giren öğrencileri ve akademisyenleri ile Türkiye'nin gözbebeği bir üniversite. Üniversite sınavlarının ilk 10-50-100'üncü sıralamasındaki öğrencileri alıyor. Elektronik, Bilgisayar Mühendisliği, Uçak mühendisliği bölümleri puan rekorları kırıyor.
Ama son iki rektörüne bakın, Karaca, Meteoroloji, Koyuncu Çevre Mühendisliği bölümlerinden. Karaca da, Koyuncu da enstitü müdürlüklerinden geliyor[3][4]. Oysa, 540 profesör, 2 bin 260 öğretim elemanı (248 Doçent, 315 Doktor), bin 300 idari personel, 36 bin tam zamanlı öğrenci ile İTÜ'yü yönetmenin bir enstitü müdürlüğü tecrübesinin çok üstünde tecrübe istediği açık.
Öte yandan, devlet şirketlerinin yönetim kurullarında torpilli üyelikler yapmak da, muhtelif cemaatlere mensup politik profesörlere 40 bin kişilik İTÜ'yü yönetebilecek tecrübeyi kazandırmıyor. Zaten ilgili rektör yardımcısının da İTÜ'de idari kadrolar arasında hiçbir konuda karar almadığı ve hiçbir konuyu takip etmediği iddia ediliyor.
Üstelik bütün bu bilimsellik yerine siyaseten atanan insanların, üniversitenin geri kalanı ile iletişime kapalı oldukları ve etraflarındaki bir avuç insanla sınırlı bir dar kadro üzerinden üniversiteyi yönetmeye çabaladıkları kaydediliyor. Siyasi atamalar ya da kendi yakınları ile koca bir geleneği, 250 yıllık bir üniversiteyi yönetmeye çalışıyorlar ve olmuyor. Sağcısı da şikayet ediyor, solcusu da.
Anlayacağınız üniversiteler artık bu durumda. Yaptıkları bilimden çok, kah vakıflarla kavgalar, kah kendi aralarındaki çekişmeler, kah okulun kendi içinde benimseyemediği rektör atamaları ile anılıyorlar. Boğaziçi tecrübesi, acı bir dönem olarak tarihe geçmiş durumda.
Bu nedenle de gökte yerli uçağımız, yerde yerli arabamız yok. Oradan buradan aldıkları ile yerli ve milli diye algı yaratmaya uğraşanlara katlanmaya çalışıyoruz. Üniversitelerimizin dar siyasi kadroları, tiyatrolar yaratmak yerine bilimle uğraşmaları gerektiğini ne zaman farkedecekler? Gerçekten üretime yönelik insanlar yetiştirmeleri gerektiğini, bu köklü üniversiteler ile bu kadar oynamamaları gerektiğini ne zaman düşünecekler?
[1] Türk Üniversiteleri Sıralamalarda Neden Düşüyor?