Füsun Sarp Nebil

24 Şubat 2022

Rektörler neden vakıflara bu kadar düşkün?: Boğaziçi ve İTÜ örnekleri

Eski ve yeni rektörler arasındaki güç mücadelelerinin okullara zarar veriyor mu?

1636 yılında John Harvard'ın yaptığı büyük bağışla kurulan dünyanın en önemli üniversitelerinden Harvard, böylece yüksek öğrenim tarihinde yeni bir sayfa açtı[1]. O tarihten sonra ABD'de ve Avrupa'da yüksek öğrenim için giderek artan düzeyde para, kitap, arazi bağışları şeklinde destekler görüldü. Sonunda bu bağışlar 1920'lerde, daha organize hale dönüştü ve devlet ya da özel okulların faaliyetlerine destek olacak Üniversite Vakıfları (Eğitim Geliştirme ve Destekleme Konseyleri) oluşturulmaya başlandı. Vakıflar bu desteklerin çoğunu, özellikle devlet üniversitelerinde büyüyen mezun dernekleri aracılığıyla da topladı. Çünkü mezun olunan okulun kıymeti, aynı zamanda mezunların kıymetidir.

Batılı ülkelerin hepsinde bu tablo tekrarlandı. Çünkü, yüksek öğrenimi desteklemenin, ülkelere gelişmiş ekonomik fırsatlar sağladığı, II. Dünya savaşı ertesinde iyice anlaşıldı. Özetlersek; "Kolej ve üniversite vakıfları", belli bir kolejde, üniversitede, üniversite sisteminde veya kolej biriminde öğrencileri, araştırmaları ve öğrenimi desteklemek için kurulan hayır kurumları şeklinde oluştu.

Vakıf üniversiteleri modeli

Dünyaya baktığımızda yüksek öğrenimi desteklemek için kurulan üniversite vakıfları yaygın örneklerdir. Türkiye bu tabloya "Vakıf Üniversiteleri" kavramı ile bir model sunuyor. Ne fark var, derseniz, bir tanesi belli bir üniversitedeki öğretimi, başka deyişle öğretim üyelerini, öğrencileri ve ARGE'yi desteklemek için bağış toplar, diğeri vakfa öğrenciler üzerinden para toplar[2]. Bu ayrı bir dosya konusu.

Türkiye'deki toplam 209 üniversite bulunuyor. Bunları sınıflandırırsak,

bulunuyor. Yani günümüzde Türk yüksek öğreniminin yüzde67'si devletin, yüzde37'si vakıfların kurduğu üniversiteler şeklinde. Devlet üniversitelerinin bazılarında vakıflar var ve görüldüğü gibi -Türkiye'ye özel bir model olarak- kendisi vakıf olan okullar var. Türkiye'ye özel diyoruz çünkü dünyada olan şey vakıfları olan üniversiteler, kendisi vakıf olanlar değil. Bu nedenle de incelenmesi gereken bir durum.

78 vakıf üniversitesinin durumlarını başka zaman konuşalım ama dikkatimizi başka bir konu çekiyor. Bunu devlet üniversitelerinden ikisinin üzerinden örnekleyelim; devlet okullarında vakıflar sanki asıl amaçlarının dışına kayıyor. Bu 2 üniversitede adeta her yeni gelen rektör kendine özel bir vakıf kuruyor sanki.

Peki ama neden? Boğaziçi ile başlayalım...

Boğaziçi Üniversitesi Geliştirme Vakfı

16 Şubat günü, Boğaziçi Üniversitesi rektörü Naci İnci yeni vakıf kurdu” haberi Internet sitelerinde görüldü. Cumhuriyet'ten Sefa Uyar'ın haberine göre, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü, Boğaziçi Üniversitesi Geliştirme Vakfı adıyla, mal varlığı 250 bin lira olan yeni bir vakıf kurmuş[2]. Vakfın vakfedenleri arasında İncinin yanı sıra üniversitenin rektör yardımcıları Gürkan S. Kumbaroğlu ve F. Önder Sönmez ile genel sekreter vekili Hasan Fehmi Topal, Boğaziçi mezunu olan AK Parti İstanbul Milletvekili İffet Polat, Mehmet Altunkılıç, Mehmet Yalçıntaş ile AK Partiye yakınlığıyla bilinen Boğaziçi Üniversiteliler Derneği (BURA) ve BURAnın başkanı Muhammed Fehim Paluluoğlu da bulunuyor.

Bu haber, bir süredir kafamızda yer edinen "Rektörler ve Vakıflar" meselesinin ön sıralara geçmesini sağlamış oldu. Aklımızdaki soru şu; "yüksek öğrenim kurumlarındaki vakıf yapılaşması, genel olarak yapılan tanımların dışında bir şeyler için mi kullanılıyor?"

Çünkü İnci'nin yeni kurduğu vakfın senedinde "Başta Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere tüm yükseköğretim kurumlarının kurumsal kapasitesine destek olarak, üniversitelerin insanlığa yaptığı katkıları artırmak" hedefi belirtilmiş. Ama Boğaziçi Üniversitesinin diğer vakfı da aynı amaçla kurulmuş. Bu durumda yenisini kurmak ihtiyacı hasıl olmuş?

Ya da... başka bir şeyler mi var, anlayamadığımız?

Boğaziçi Üniversitesinin vakıfları

Boğaziçi Üniversitesinde habere konu olan vakıf kurulmadan önce, Boğaziçi Üniversitesi Vakfı (BÜVAK) adlı bir vakıf vardı. T.C. Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre vakıf adresi olarak, Boğaziçi yerleşkesine yakın, Bebek Arnavutköy Cad. No: 5 34345 Beşiktaş /Istanbul adresi geçiyor. Adreste Boğaza nazır, kırmızı ahşap kargir bir yalının olduğunu görüyoruz.

Haberde belirtilen Boğaziçi Üniversitesi Geliştirme Vakfı da listeye yeni eklenmiş. Adresi Esentepe Büyükdere Caddesi No: 193/5/208 Şişli /Istanbul. Bu adreste de Büyükdere 193 Plaza iş merkezi var. İş Merkezinde verilen adresin numarasından da anlaşılacağı gibi, 5 numaralı bölümün içinde 208 numaralı posta kutusuna veya odaya karşılık gelen bu adres, yeni kurulan vakfın henüz bir adresi olmadığını, paylaşımlı hazır ofis sistemleri üzerine hizmet veren Regustan hizmet alınmakta olduğunu gösteriyor.

Boğaziçi Üniversitesi adıyla mevcut iki vakıf bunlar.

BÜVAK ne yapar?

BÜVAK web sitesinden verilen bilgilere göre, rektör Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, 21.08.2021 tarihinde Vakıf Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı olmuş. Yani zaten mevcut olan vakfın yöneticisi durumunda.

Bu da zaten aynı soruyu tekrar sorduruyor. Büvak varken ve başkan da İnci'nin kendisi iken, neden aynı amaçlı gibi gözüken başka bir vakıf?

1978 yılında kurulmuş olan BÜVAK, 1989 yılında açık adı "Boğaziçi Eğitim Turizm Teknopark Uygulama ve Dan. Hizm. San. Tic. A.Ş." olan Bütek A.Ş.'yi kurmuş. Bu şirket "Superdorm" adı verilen öğrenci yurdunu işletiyor ve Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi faaliyetlerini yürütüyor. Bu işletmede Boğaziçi Üniversitesi Vakfı yüzde 48,54 ile en büyük hissedar iken, Boğaziçi Üniversitesi Mezunları (23 kişi) yüzde 49,32 oranında hisseye sahipler. Boğaziçi Üniversitesinin bu işletmede bir hissedarlığı bulunmuyor.

BÜTEK bu faliyetlerinin yanı sıra Boğaziçi Üniversitesi Teknopark A.Ş.nin de yüzde 49 ile en büyük hissedarı. Boğaziçi Teknoparktaki bu hissedarlığı yüzde 48 ile Boğaziçi Üniversitesi takip ederken, BÜVAK da Boğaziçi Teknopark’ın yüzde 3 hissesine sahip. Boğaziçi Teknopark’ın dolaylı ve doğrudan kontrol ettiği hisselerle teknoparkın hakim hissedarının BÜVAK olduğu anlaşılıyor. Boğaziçinin bir de Dudullu Organize Sanayiinde Dudullu OSBnin yüzde 55 ile hakim hissedarı olduğu Dudullu OSB Boğaziçi Üniversitesi Teknopark A.Ş. iştiraki de var. Bu iştirakte BÜVAK yüzde 25, Boğaziçi Üniversitesi yüzde 20 hissedar görünüyor.

Neden vakıf üzerine vakıf?

Bu noktada yeniden soralım. Boğaziçi Üniversitesi Vakfı varken, aynı amaca yönelik olarak Boğaziçi Üniversitesi Geliştirme Vakfı neden kurulmuş, böyle bir yapılanmaya neden ihtiyaç duyulmuş olabilir?

Bu konuda, yakından takip ettiğimiz İTÜ örneği var. Boğaziçi Üniversitesine birkaç kilometre mesafedeki İstanbul Teknik Üniversitesinin benzer isimlerdeki vakıfları, yaşanmış deneyimler ve mevcut durumları, acaba Boğaziçi Üniversitesi'ndeki yeni vakıf yapılanması ve gelecekte yaşanabilecekler hakkında bir fikir verebilir mi?

İTÜ vakıfları - Vakıf vakıf üstüne

İstanbul Teknik Üniversitesinde İTÜ Vakfı 1984 yılında efsane İTÜ Rektörlerinden Prof. Dr. Kemal Kafalı zamanında kurulmuş. Web sitesinde verilen bilgilere göre İTÜ Vakfı Eğitim Tesisleri, Kültür ve Sosyal Tesisler, Spor Tesisleri, Yurtlar İşletmesi ve Ar-Ge İşletmeleri kurarak İTÜ’ye destek olmuş. Vakıf web sitesinde iştirakleri hakkında detaylı bir bilgi vermese de, sitenin içeriğinden faaliyetlerin daha çok burs ve destekler olduğu yanı sıra sosyal tesislerin ve yurtların kurulması ve işletilmesi alanına yoğunlaştığı anlaşılıyor. İTÜ’nün teknoloji transfer ofisi İTÜ NOVA A.Ş.ye de yarıya yakın oranda hissedar olan İTÜ Vakfı, İTÜ kampüsünde 2001 yılından bu yana hizmet veren ARI Teknokent A.Ş.nin ise sadece yüzde 2 hissedarı olabilmiş.

İTÜ Vakfının halen kampüs içerisinde yönettiği sosyal tesis ve yurtlardan, mevcut İTÜ Rektörü tarafından tahliye edilmeye çalışıldığı basına az yansıyan haberlerden[3]. İTÜ Rektörü Prof. Dr. İsmail Koyuncu, İTÜ vakıflarının fiziken üniversite dışında faaliyet göstererek, gelirlerini üniversiteye yansıtmaları gerektiği şeklinde bir neden gösterse de, kulislerde başka şeyler anlatılıyor. Esas sebebin vakıf iktisadi işletmesi tarafından uzun yıllardır işletilen Maçka Havuzbaşı tesisindeki restoranda bira ve şarap servisi yapılması ve bu durumu hoş karşılamayan rektörlüğün itiraz ve talimatına rağmen, işletmenin bu servisi sürdürüyor olmasının devam eden kiralama sözleşmesinin tek taraflı feshini ve tahliye edilmesini tetiklediği söyleniyor. İTÜ Vakfı, mevcut İTÜ yönetimi ile bu tahliye sürecine ilişkin olarak davalaşmış durumda. Sonucu hukuk süreci belirleyecek.

Boğaziçinde Vakıf teknoparkın ana hissedarı iken, ne olmuş da İTÜ Vakfı, ARI Teknokentte sadece yüzde 2 hissedar olabilmiş. Burada da karşımıza, Boğaziçi Üniversitesinde bu günlerde kurulan vakıfın adına benzer bir adla kurulmuş İTÜ Geliştirme Vakfı çıkıyor.

İTÜ Geliştime Vakfı 1993 yılında zamanın rektörü Prof. Dr. Reşat Baykal’ın zamanında kuruluyor. Vakıfa rektörlüğü zamanında kol kanat gererek mütevelli heyetini şekillendiren Prof. Dr. Gülsün Sağlamer, o tarihte rektör yardımcısı. 1996 yılında Rektörlüğe gelen Sağlamer, İTÜ Vakfı yönetimi ile bir türlü anlaşıp tam hakimiyet sağlayamadığından olsa gerek, İTÜ Geliştirme Vakfı İTÜ’deki rolünü artırmaya başlıyor. Kendisi de eski bir İTÜ’lü olan Süleyman Demirelin de desteği ile 1998 yılında İTÜ Geliştirme Vakfı kamu yararına çalışan bir Vakıf olarak vergi muafiyeti alıyor. Sağlamerin rektörlüğü döneminde kurulan özel okul işletmesi İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları’nda yüzde 100, ARI Teknokentte de yüzde 64 ile tek başına tam kontrole sahip olan İTÜ Geliştirme Vakfı, kampüsün büyük bir alanını kaplayan bu iki işletmeyi yönetmeye, geliştirmeye ve bu işletmelerden okula ulaşan geliri de Vakıf üzerinden kontrol etmeye başlıyor. Vakfın Mütevelli Heyeti ve Yönetim Kurulu Başkanı hep günün rektörü olsa da, mütevelli heyeti listesinin belirlenmesinde etkili olmuş. Gülsün Sağlamer ve arkadaşlarının etkisi vakıfta hep hissediliyor. Bu nedenle de, seçilen veya atanan İTÜ Rektörlerinin, -Prof. Dr. Muhammed Şahin örneğinde olduğu gibi Prof. Sağlamer ile araları daha önceden iyi değilse-, İTÜ Geliştirme Vakfını ve burada oluşan maddi gücü kimin yöneteceğine ilişkin çatışma ve mücadelelere girdiklerini görüyoruz.

Mevcut İTÜ Rektörü İsmail Koyuncu ile anlaşmazlıkları yakın zamanda basına yansıyan Prof. Sağlamerin ve Geliştirme Vakfı yönetiminin daha önceki rektör Prof. Mehmet Karaca ile de dönem dönem kuvvetli anlaşmazlıklar yaşadığı biliniyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından atanan her 2 rektöre karşı Sağlamer durumunu korumayı başarıyor diyeceğiz ama başka bir olay daha var.

Mevcut İTÜ yönetimi ile İTÜ Geliştirme Vakfı arasında bir süre önce basına yansıyan ve Maslak trafiğini karıştıran çatışma[4], hala tonunu yükselterek devam ediyor. ARI Teknokentin Prof. Dr. Mehmet Karaca zamanında apar topar başlayan son yatırımı "ARI 7" binasının mühürlenmesi ve İTÜ Geliştirme Vakfı Okullarının yeni inşa edilen lise binasının imar durumu ile ilgili olarak bir dizi kapışmanın İTÜ kampüsünde cephe savaşı olarak devam ettiği biliniyor.

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank teknokent mi kapattırıyor?

Yine basına hiç yansımamış haberlerden biri olarak, İTÜ Rektörlüğü’nün muhtemel rızası ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın yani Mustafa Varank'ın ARI Teknokente bir kapatma davası açtığı biliniyor. Hatta ARI Teknokent/Geliştirme Vakfı’nın bu davayı 30 Aralık günü yapılan karar duruşmasında kaybettiği duyumları var.

Bu davanın nedeni boğazın silüetini bozmak[5]. Anlaşılan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına fark atıvermiş. Peki İstanbul'un silüetini bozan çok sayıda diğer bina varken, göze batan neden Teknokent olmuş? Mesela 16x9'lar nasıl inşa edildiler ve hala nasıl duruyorlar?[6]

Halen istinaf aşaması devam eden dava onaylanırsa, Türkiyenin en önde gelen teknokentlerinden ARI Teknokent, kayyum atanması ile asgari birkaç yıl sürecek bir tasviye sürecine girebilir. Bu olursa, Varank Teknokent kapatan Sanayi ve Teknoloki Bakanı olarak tarihe geçecek. Bir çeşit “ya benim olursun ya da ölürsün” konsepti gibi. Bunu “İTÜ’de Altın Yumurtlayan Teknolojik Tavuğu Kesmek” başlıklı başka bir yazıda ayrıca ele alacağız.

Mikroçip tasarımından, borçlu okulu satın almaya savrulan İTÜ ETA Vakfı

Bakalım mevcut İTÜ Rektörü İsmail Koyuncu, vakıflar üzerinde tam hakimiyet sağlamak savaşında başarılı olacak mı, İTÜ Vakfı ve İTÜ Geliştirme Vakfı’nı Ayazağa kampüsünden istediği gibi çıkarabilecek mi? Bu vakıfların yerine "kamu malını koruyan ve öğrenci yararına kullanan" bir anlayış mı gelecek, veya bu vakıfların yerine şapkadan çıkan tavşan misali yeni vakıflar mı çıkacak?

Rektörlerin ortaya yepyeni vakıflar çıkarması görülmemiş şey değil. Bu da bize İTÜ'de adı geçen başka bir vakıfı, İTÜ ETA Vakfını, Yani İTÜ İleri Elektronik Teknolojileri Araştırma ve Geliştirme Vakfını hatırlatıyor.

İTÜ ETA vakfı adını, ekonomik sıkıntıya giren ve dünyanın en büyük özel okul zincirlerinden biri olduğu bilinen Doğa Okullarının İTÜ’ye devir alınması ile 2019 yılında duyurdu. Dönemin rektörü Prof. Karaca, Doğa Okullarını devralmak üzere anlaşıp, bunu İTÜ Vakfı ile yapacağını, vakıfa haber vermeden açıklamıştı. Ancak Prof Karaca'nın vakıf organlarına bilgi vermeden, belki de onay almadan kamuoyuna açıklama yaparak oldu bittiye getireceğini düşündüğü bu işlem, Doğa Kolejlerinin taşıdığı anormal büyük borç yükü nedeniyle, İTÜ Vakfı tarafından kabul edilmedi.

Neden İTÜ'nün böylesine borcu olan bir okul zincirini almak istediğini bugün de anlıyor değiliz. Ama sırf bu okulu almak için Prof.Karaca'nın ekibinin bu vakıfta etkin hale getirilmesi sonrasında yarı uyur durumdaki İTÜ ETA vakfı aktive edilmiş oldu. Ve.. İTÜ ETA Vakfı, Doğa Okullarının hakim hissedarı haline geliverdi [7].

Daha önceki yıllarda önemli bir faaliyeti bulunmayan İTÜ ETA Vakfı’nın, kuruluşunda BEKOTEKNİK, NETAŞ, SİMKO, TELETAŞ, VESTEL, ARÇELİK ve ASELSAN gibi önemli kuruşuların, muhtemelen bu kuruluşlarda önemli pozisyonlardaki mezunların da katkısıyla, İTÜ Elektrik & Elektronik Fakültesini geliştirmek için kurulduğu biliniyor.

Doğa okullarının devralınmasından önce bilinen az sayıdaki faliyetinden birisi, kurduğu iştiraki Mikroelektronik” şirketi ile Aselsan için mikroçip tasarımı yapmak. İTÜ ETA Vakfı’nın da doğal mütevelli heyeti başkanı olan İTÜ Rektör Prof. Dr. İsmail Koyuncunun çabasıyla Doğa okulları, geçtiğimiz günlerde borç yükleri karşılığında Bilgi Üniversitesi ve Can Holdinge devredildi. Şimdi İTÜ ETA Vakfı yine eski sakin günlerine dönebilir.

İTÜ'deki diğer vakıflar

Anlatmaya başlamışken, diğerlerine de bakalım. İTÜ’de kimisi aktif, kimisi uyur durumda vakıf çok.

Osmanlı zamanında kişisel birikimlerin miras olarak sonraki kuşaklara bırakılması ve tüm mülkün esas sahibi sayılan Padişah’ın etkisinin dini amaçlarla sınırlandırılması için yaygınlaşan Vakıfların, günümüzde, üniversitelerin sosyal tesis ve teknolojik iştiraklerle geliştirilmesinin yanı sıra, üniversite yönetimlerinin denetimsiz harcama yapabilmelerini bir yolu haline geldiği iddiaları var. Bu yolla bir miktar okula destek olunduğu ama yanısıra genel bütçe denetimi altında ve sayıştay kontrolünde yapamadıkları harcamalarını gerçekleştirdikleri yüksek sesle konuşuluyor.

Üniversitelerin eski yıllarda kurdurdukları ilk vakıflar geçmişte önemli işlevler yerine getirmiş. Ancak daha sonra, burada oluşan veya oluşacak rantın ve ekonomik gücün kimin tarafından kontrol edileceği önemli bir mücadele alanı haline gelmiş.

Konuyu sorduğumuz bir kaynak şöyle dedi:

"Rektörler, kurdukları teknokentleri, özel okulları ve rant tesislerini mevcut vakıfların kontrolüne vermek yerine, kendilerinin daha kolay etkileyebilecekleri yeni vakıfların oluşmasını, bu sayede de sonraki dönemlerde etkinliklerini kaynakları kısmen veya tamamen kontrol ederek koruyabilmeyi tercih etmişler.

Hangisi doğru? Üniversitenin resmi amiri Rektör tüm gücü kontrol mü etmeli? Daha önceki rektörler, bir veya iki dönem rektör olmaları sayesinde edindikleri yetkilerle üniversitelerde alternatif güç merkezleri kurabilir ve bu güçlerini sürdürebilirler mi? Eski rektörlerin, görevlerinden sonra da hakim oldukları vakıfları eliyle güçlerini sürdürmeleri meşru mu?"

En önemlisi eski ve yeni rektörler arasındaki güç mücadelelerinin okullara zarar veriyor mu? Yoksa yeni rektör Prof. Naci İncinin önayak olduğu gibi yeni vakıflar kurarak veya Prof. Mehmet Karaca gibi eski vakıflar eliyle, yeni yeni güç merkezleri kurulmaya devam mı edecek? Bu kayıkçı kavgası kimin yararına?

Olanlardan olacakları tahmin edebilir, İTÜ’deki eski ve yeni çekişmelere bakarak, Boğaziçi Üniversitesinde yaşanacakları şimdiden öngörebiliriz. Ama vakıfların amacı yüksek öğrenimi ileri götürmek değil mi? Bu amaç nerede kaldı?

Üniversiteler için doğru yönetişim nasıl olmalı? Bunu toplum olarak tartışmalı ve YÖK sonrası dönem için, dünya örneklerine de bakarak, esnek, güçlerin birbirini dengelediği, meşru, kaynakları doğru ve kayıt altında kullanan üniversite mali ve idari yönetim modelleri tartışılmalı. Konu günlük politik tartışmalardan ve profesörler arası mücadele magazininden daha derin köklere sahip.

Bu konuyu yazmaya ve izlemeye devam edeceğiz..



[1] İngilizler bu tarihi 1601'e ve I. Elizabeth'e dayandırıyor.

[2] Boğaziçi'nin kayyum rektörü Naci İnci, vakıf kurdu

[3] Yeni Atanmış İTÜ Rektörünün, Yılların Vakıfları ve Gelenekleri ile Derdi Ne?

[4] İTÜ TeknoKentte ARGE Nasıl Sekteye Uğratılır?

[5] Boğaz'In Silüetini Bozmaktan Yararlanacaklar,

[6] İstanbul'da silueti bozan kuleler yasallaştı

[7] İTÜ'nün arısı nereye bal yapıyor?