Netflix üzerindeki içeriğin önemli bir miktarı —her konudaki— belgeseller. Bu yazımızda, HipHop belgeselini gözden geçireceğiz. Netflix’teki müzisyenlerin hayatları ile ilgili çok sayıda belgesel var. Bunlar sadece hayatları değil, yanı sıra etkilerini ve dönemsel olayları da gösteriyor.
Günümüzde, eskisi kadar etkileyici —felsefi anlamı kastediyorum— müzisyen çıkmıyor gibi. Mesela Beatles ya da Elvis Presley. Gerçi daha sonra Michael Jackson da bir efsane oldu. Bizde de Ajda Pekkan'ın saçlarıyla, özgür davranışlarıyla bir kaç nesil kadına model olmuşluğu var. Cem Karaca, Barış Manço'nun da başarıları ve yaptıkları önemli. Benim anladığım şu; insanların 50’leri, 60’ları ya da 70’leri nostalji ile anmasında biraz da müziğin payı var. Hatta bu Hip-Hop hikâyesinin sonunda da söyleyeceğim şey şu; müzik zencilere köklerini hatırlatarak, bir araya gelmelerini sağlamış. O nedenle müziği hiç hafife almamak lazım.
Netflix’teki müzisyen belgeselleri ise, önemli kilometre taşlarından örneklerle dolu. Bunlardan Nat King Cole, Nina Simone, Joe Cocker, George Harrison, Whitney Houston, Lady Gaga, David Bowie, Frank Sinatra, Metallica, Coltrain gibi birçoğunu izledim. Bunlardan etkilendiklerimi başka yazılarda aktaracağım. Ama bu arada size de beklemeden izlemenizi tavsiye ederim. Bunları seyrederken, bazen dünyayı biraz daha anlamak mümkün oluyor. Örneğin aşağıdaki hikâyede, günümüz DJ'lerinin yaptığını başlatan hikâye ile Break Dansın nasıl oluştuğunu okuyacaksınız.
Hiphop’un hikâyesi
Bu hafta müzik dökümanterinden hoşlanmayanlar için altta size iki film ve bir dizi içeriği aktaracağım. Burada ise, ilginç bir hikâyeye dikkat çekmek istiyorum; o da HipHop’un hikâyesi. Bu 4 bölümlük bir dizi. Shadrach Kabango isimli bir RAP vokalisti tarafından yapılmış. Resmi yukarıda Kool Herc ile birlikte. Anlattıkları adeta bir tarih.
1960ların sonu, 70’lerin başına kadar New York’da Disko merakı başlamış. O dönemin filmlerinden de hatırlayacaksınız. Mesela Saturday Night Fever. Diskolar takım elbise ile gidilen, zengin kürk, elmas, Jaguar sahibi insanlarla dolu. Aynı dönemde, zencilerin yaşadığı Bronx devamlı yangın yaşanan ve bu haliyle de işgale uğramış ve yıkılmış bir şehir gibi. Burada cinayet, hırsızlık, uyuşturucu her türlü kötü şey var. İşte bu çelişkiden, insanların konuşarak dertlerini anlattıkları bir müzik türü olan HipHop doğuyor.
Kool Herc adıyla tanınan Clive Campbell, evinde bir kaç süt kasası oturacak yer ile ilk hip hop partisini veren adam. Aşağıdaki resimde aynı zamanda o partinin davetiyesi yer alıyor. 11 Ağustos 1973'deki 50 kadar kişinin katıldığı o parti, bugün de insanların hatırladığı bir fenomen. Çünkü bir çok şey doğmuş o gece. Orada bir devrim olmuş. DJ Kool Herc, müziği farklı çalmış.
Yaptığı şey şu; seçtiği parçalarda, davul için bir duraklama var ve o sadece parçalardaki davul ve davul bas dışındaki bütün enstrümanların sustuğu bu duraksama kısımlarını çalıyor. Bunu ise, pikaptaki 2 plağı eliyle yöneterek ve arayı uzatarak yapıyor. Atlıkarınca ismini verdiği bu yöntemle yeni bir şarkı yaratmış gibi oluyor. Bugün DJ’lerin yaptığı şeyin ilk halini, mevcut şarkılardan yeni bir şarkı çıkarmayı ilk o yapıyor. Bu hem Hip-Hop hem de DJ mesleği için özel bir an.
Ama bu anın yarattığı bir başka şey daha var; o da “Break Dans”. Duraklama (break) anları, özel bir dansa yol açıyor.
Bu esnada yapılan dansın ilham aldığı sanatçı ise çok sayıda şarkısı ile 1950’lerde ve 60’larda ünlü olan James (ya da Jim) Brown. Günümüzde onu hatırlayan kaç kişi var, bilmem ama bir dönem gençliğini sallayan şarkıcılardan ve üstelik gördüğünüz gibi sonrasını da etkileyen bir şarkıcıydı. Netflix'te dökümanter filmi var; "Bay Dinamit" adıyla sunuluyor. Özellikle ayak hareketlerine dikkat edin. Dediğimiz gibi Break Dance'e ilham vermiş.
Ayrıca James Brown’ın hayatı 2006’daki ölümünden sonra 2014’de film oldu. O da aşağıda;
Kool Herc’in partilerinde bir de yardımcısı var. Coke La Rock katılanları çoşturan, isimlerini mikrofonda söyleyen kişi. Ama zamanla bu hareket de evriliyor ve Coke La Rock isimlerin yanında, hikayeler anlatmaya başlıyor (bu arada bir yandan da uyuşturucu satıyor). Partiler gitgide büyüyor.
Herkes onları taklit etmeye başlıyor. Başkaları da çıkıyor. O dönemin siyahlarının içinde bulunduğu kötü ortam, bu büyüyen hareketle birden bire yön değiştiriyor. Siyahlar birleşiyor ve bu olayı farklı bir kültür haline dönüştürüyorlar. O dönem ortaya çıkan ve insanları Zulu Hareketi altında birleştiren DJ Afrika Bambaataa (Lance Taylor) bugün Evrensel Hip Hop Kültürünün ve Elektro Funk Soundunun "babası" sayılıyor. Ama o dönem zencilerin köklerini hatırlamalarına, içinde oldukları sorunları aşmalarına ve bir araya gelmelerine yardımcı oluyor.
Müzik ya da sanatın ne olduğunu anlamayanlar için sadece "Hip-Hop" örneği bile bir ders. Bu belgesel o nedenle de izlenmeli.
Pizzacı ve şeker fabrikası işçisi HipHop'u dünya çapına taşıyor
HipHop’a yeniden dönersek; 1965’deki New York dahil ABD’nin kuzey doğusunu etkisi altına alan büyük elektrik kesintisi oluyor. Karanlıkla birlikte yağma geliyor. Özellikle de elektronik dükkanları ve müzik aletleri çalınıyor. Bunun fakir olan siyahlar arasındaki etkisi, günümüze kadar uzanan müzik grupları patlaması. Yani bir garabetten, muhteşem bir şey çıkıyor.
1970’lere gelindiğinde bu gruplar, ülkemizdeki “aşık atışması” gibi, kendi aralarında atışmalar yapıyormuş. Bu arada bu atışmalarda en başarılı olan kişi ise “Grandmaster Caz” ismiyle bilinen 1961 doğumlu “Curtis Fisher”. Bir nevi ilk RAP’çi ve RAP’in şairi olarak değerlendiriliyor. Ancak o döneme dair fazla kayıt ya da 1 plak yok. 10 yıl kadar süren bu dönem “Eski Okul” olarak adlandırılıyor ve HipHop’un yer altı dönemi. Kimse plak kaydetme isteklisi değil.
Ama plak yapmak isteyen bir başkası var. 1950lerin ünlü bir şarkıcısı olan Sylvia Robinson ve oğlu Joey kurdukları plak şirketinde 1979’da sıfır tüketmiş durumdayken, gittiği bir partide dinlediği RAP müziği üzerine bir plak kaydetmeye karar veriyorlar. Ama dinlediği zamanın ismi bilinenleriyle çalışmaları zor. Bunun üzerine o günlerde New Jersey’de, küçücük bir pizza dükkanı olan Crispy Crust Pizza’nın sahibi ve rap söyleyen Hank’i bulmaya gidiyorlar. Ona “şimdi dükkanı kapat, rap söyle dinleyelim” diyorlar. Hank videoda söylenildiği gibi “üstü başı un, sos ve sosis suyu” ile kaplı halde Rap söylüyor. O anda dükkanda daha sonra Master Gee ve Wonder Mike adlarıyla tanıyacağımız iki kişi daha var ve onlar da “ben de RAP söylerim” diyorlar.
Slyvia hepsini dinliyor ama hangisiyle çalışacağına karar veremiyor. Sonra “Sugar Gang" adıyla 3ünü birleştiriyor ve herkesin bildiği aşağıdaki videodaki şarkı yani “Rapper’s Delight” ortaya çıkıyor. Dünyanın ilk HipHop kaydı.
Burada komik olan şu; sözlere dikkat edin; “duyduğunuz şey bir test değil” diyor. Yani hem söyleyecek söz bulamıyorlar, hem de kendileri de inanamıyorlar. Biraz daha ileride daha da acayip bir şey söylüyorlar; Grandmaster Caz'ın sözlerini çalıyorlar ama şarkının içinde "Bir MC'nin sözlerini çalmasına izin verme" diyorlar. MC siyahiler arasında o dönem gösterinin yıldızı anlamında bir kısaltma. Bu arada sözleri dinlerseniz, söyleyebildikleri ne varsa söylüyorlar ve de kimse dur demediği için şarkıyı 6.15 dakika sürdürüyorlar.
Sugar Gang 1 hafta sonra Brüksel'e, Kopenhag'a konser vermek için davet edildiklerinde, inanamıyor. Ama 10 yıllık HipHop toplumu, bu şarkıdan ve bu gruptan nefret ediyorlar. Çünkü çok büyük bir kültürü çalmış gibi oluyorlar.
Bence seyredin, çünkü daha böyle pek çok enteresan nokta var. Bu arada ben müziğin türküsünden, Türk sanat müziğine, klasik müziğinden, cazına kadar pek çok halinden hoşlanırım ve dinlerim. Dinlemekten hoşlanmadığım 2 çeşidi, arabesk ve Hiphop'tur. Ama dökümanter hayli eğitici ve eğlendirici.
Borsaya Saldırı (Assault on Wall Street)
Müzik dökümanteri seyretmek istemeyen için bir film "Borsaya Saldırı". 2013 tarihli. Eşini seven ama ekonomik krizle her şeyini kaybeden bir New Yorklu. İntikam istiyor. Biliyorsunuz, 2008 krizi sonrasında pek çok Amerikalı evini kaybetmişti. 2011'de ise borsaya karşı "Wall Street İşgalcileri (Occupiers)" bilinen "Biz yüzde 99'uz, siz yüzde 1'siniz" hareketi yapılmıştı. Başrollerde Dominic Purcell, Erin Karpluk, Edward Furlong var. Purcell pek çok aksiyon filminde daha küçük rollerde oynadı.
Film aynen Rambo gibi bir rahatlama filmi durumunda. Filmin son sahnelerinde, borsacı, borsacıların rezaletini ve kapitalizmi "güçlü olan kalır, zayıflar ölür" cümlesiyle kendi ağzından anlatıyor. Bunları dinlemeyi ve sonunu seyretmeyi size bırakıyorum. Ben izlemeyi sevdim.
Trendeki Kız
2016 yapımı bir film. Başrolde İngiliz Emily Blunt var. Onu pek çok filmden biliyoruz. Geçen hafta yazdığım Sicario, Şeytan Ayrıntıda Gizli ya da Tom Cruise ile "Yarının Sınırında" filmi gibi. Bu film sonuna kadar sizi meraklandırıyor. Sonunda da şaşırtıcı şekilde çözülüyor. İlginç bir film denebilir. En azından çok alışılageldik hikâyelerden değil.
Marsilya
2016 Yapımı Netflix Orijinal dizisi. İsminden anlayacağınız üzere bir Fransız yapımı. 2 sezonluk ve her birisi 8 filmlik bir dizi. Başrolünde zenginlik vergisi nedeniyle Rus vatandaşlığına geçen Gerard Depardiu oynuyor. Konu; Marsilya Belediye Başkanlığı ve içindeki pek çok karmaşık siyasal ilişkiler, yolsuzluklar, güç kavgası vs vs.. Fransız usulünde anlatılıyor.