Fulya Canşen

01 Eylül 2012

Merkel’in fırtına öncesi sessizliği

Almanya Başbakanı Angela Merkel Tirol’deki tatilini tamamlayıp işe başlayalı neredeyse üç hafta oldu ama başbakanlıkta hala bir yaz rehaveti hakim...

 

Almanya Başbakanı Angela Merkel Tirol’deki tatilini tamamlayıp işe başlayalı neredeyse üç hafta oldu ama başbakanlıkta hala bir yaz rehaveti hakim. Kimine göre bu, fırtına öncesi sessizlik. Çünkü Almanya başbakanını önümüzdeki aylarda zor günler bekliyor. Tatil sırasında topladığı enerjisini tasarruflu kullanmaya çalışan Merkel, Ağustos‘u bir kaç yurdışı gezisi yaparak ve bazı meslektaşlarını ağırlayarak geçirdi. Yurtdışı seyahatlerinden ikisi siyaset açısından uzun mesafeli, uzun soluklu, iş dünyası açısından ise son derece verimliydi. Gerçi Kanada, Çin gibi Avrupa’ya Euro krizinden kurtulması için destek sözü vermedi ama Almanya‘ya ile bilim ve teknoloji alanında yeni işbirliği kapılarını açtı. Ve uzun bir süreden sonra ilk kez Başbakan Angela Merkel, fizikçi olduğunu Kanada’da anımsadı. Beş yıl önce Tibet’in ruhani lideri Dalai Lama’yı Berlin’de  kabul edip Çin’e posta koyan Merkel o günleri unutalı çok oldu. Her yıl ziyaret etmeye özen gösterdiği Çin, artık Almanya’nın ikinci büyük ticaret partneri.  Almanya’nın Çin ile geçen yıl 144 Milyar  Euro olan ticaret hacmi bu yıl %11 arttı. Buna Merkel’in Çin gezisinde imzaladığı milyarlık ticaret anlaşmaları dahil değil.  Merkel sözkonusu anlaşmaların ve tabii Çin’in kriz içindeki AB ülkelerinden devlet tahvili almak için verdiği sözün hatırına, bu ülkedeki insan hakları ihlallerine ise kurduğu zararsız cümlelerin dışında sessiz kaldı.

 

Abwarten und Teee trinken

 

Merkel Ağustos ayı içerisinde ağırladığı Avrupalı meslektaşlarına karşı da sessiz kalmayı başardı. Yunanistan Başbakanı Samaras’ın reformları uygulamak için ülkesinin biraz daha fazla zamana ihtiyaç duyduğuna yönelik açıklamasına dişe dokunur bir tepki göstermeyen Merkel, alışılmış cümlelerini kurmakla yetindi. Merkel’e bu konuda Fransız meslektaşı Hollande’nin arka çıktığını da ekleyelim. Merkel’in bir başka konuğu da İtalyan Başbakanı Mario Monti idi. Berlin’e gelmeden önce Merkel’i esnek olmayan siyaseti konusunda sert bir dille eleştiren Monti Berlin’de, Merkel’in İtalya’ya yönelik övgüleri karşısında bu sertliğini koruyamamış olmalı ki, Avrupa Merkez Bankası’nın sınırsız kredi vermesi konusunda olumlu ya da olumsuz hiçbir adım atılamadı. Monti’nin önerisini Merkel, AB yasalarının merkez bankasının devletleri finanse etmesine izin vermediği gerekçesi ile reddediyor. Bütün gözler haklı olarak ondayken Başbakan Merkel, Almanların tabiriyle „abwarten und Tee trinken“ yani bekleyelim, beklerken de bir iki bardak çay içelim halet-i ruhiyesi içerisinde. Çünkü Eylül ayı cehennem ayı, çünkü Eylül ayı karar ayı.

 

Eylül’de dananın kuyruğu kopacak

 

Bir kere Eylül başında Avrupa Merkez Bankası bir toplantı yaparak devlet tahvillerinin satın alınması konusunu görüşecek ve kriterleri belirleyecek. Aynı gün Angela Merkel, bu kriterlere göre yeni bir yardım paketi için baş vurup baş vurmayacağına karar verecek olan İspanya’ya gidecek. Merkel’in İspanyol meslektaşı ile buluşmasında sessiz kalması beklenemez. Çünkü İspanya Merkel’in bir dediğini iki etmedi ama yine de krizden kurtulamadı. Bu durumda Merkel’in aynı taleplerle İspanya’ya gitmesi beklenemez. 11 Eylül’de Avrupa Komisyonu, Avrupa bankalarını denetleyecek kurumun olası çeçevesini çizecek. Bu da 12 Eylül‘ü Almanya için daha büyük bir gün yapıyor. Zira Almanya Anayasa Mahkemesi, Euro Yardım Fonu ESM ve Mali Birlik’in Alman Anayasası’na aykırı olup olmadığına karar verecek. Mahkeme bu konudaki Meclis  kararı hakkında yapılan şikayetleri haklı bulursa, cumhurbaşkanı da tasarıyı imzalayamayacak, dolayısıyla ESM de Avrupa‘nın Mali Birliği de hayal olacak. Mahkeme olumlu karar verse de bu, kısa vadede Euro’nun kurtuluşunu grantilemiyor. Hem AB hem de Almanya’da Yunanistan’ın Euro’dan çıkmasını isteyenlerin sesleri yükseliyor. Aynı gün Federal Meclis de yeni yasama yılının ilk oturumunu gerçekleştirecek ve gelenek olduğu üzere bütçe görüşmeleri başlayacak. Allahtan Euro-Üçlüsü, yani Avrupa Komisyonu, Merkez Bankası ve IMF, Yunanistan ile ilgili raporunu Ekim ayına erteledi de Başbakan Merkel biraz nefes alacak zaman kazandı .

 

Almanya’nın daha seçim yasası yok

 

Merkel’in suskunluğunu bozması gereken tek konu Euro krizi değil elbette. İç politikada da kendisini zor günler bekliyor. Enerji dönüşümü ve bakım parası gibi sürekli tartışılan konulara bir de, veri saklama yasası, aşırı sağcı parti NPD’nin yasaklanması, ek emeklilik ve eşcinsel çiftlere vergi eşitliği tanınması talepleri eklendi. Diğerleri gibi bu konuda da koalisyon ortakları çok farklı görüşleri savunuyor ve muhalefet karşısında hükümetin eli zayıflıyor. Hem de genel seçimlere bir yıl kala. Seçim demişken, hükümet ortağı liberaller ve Hristiyan Sosyal Birlik Partisi‘nin oy potansiyelinin azalması Merkel’i gelecek için yeni koalisyon arayışlarına zorluyor. Euro kurtarma paketi gibi konularda Merkel bugüne kadar ana muhalefet partileri SPD ve Yeşiller ile uyum içerisinde çalışmıştı ancak kriz sürdükçe ve seçim yaklaştıkça cepheler sertleştiği gibi yeni yasal değişikliklerin kabul edilmesi de zorlaşıyor. Bütün bunların üzerine Federal Anayasa Mahkemesi’nin Temmuz ayında yürürlükteki seçim yasasının Anayasa’ya aykırı olduğunu hükmetmesini de eklersek Merkel koalisyonunun nasıl köşeye sıkışmış olduğunu daha iyi anlarız. Seçim yasası olmazsa elbette seçim de olmaz! 

 

Otoriter sosyalizm mi, oportunizm mi?

 

Bütün bu sorunlar yetiyormuş gibi muhafazakar parti danışmanlarından Gertrud Höhler’in Merkel hakkında yazdığı kitap Alman kamuoyunda başbakanın siyaseti hakkında yeni bir tartışma başlattı. Merkel demokrat değil, aksine otoriter diyen Höhler, Merkel’in sistemini de „otoriter sosyalizm“ olarak nitelendiriyor. Merkel ise bu tür eleştirilere deyim yerindeyse hiç yüz vermiyor. Çünkü Forbes’in yaptığı son araştırmaya göre Merkel yine dünyanın en güçlü kadını. Alman kamuoyu yoklamaları da yedi yıldır iktidarda olan Merkel’in halk arasındaki sempatisinin hiç düşmediğini gösteriyor. Halkın %70’i Angela Merkel’in işini iyi yaptığına inanıyor. Bu 2009 yılından bu yana Merkel’in kaydettiği en yüksek oran. Merkel susuyorsa elbet bir bildiği vardır. Bekliyorsa bunu, bazılarının oportunizm olarak nitelendirdiği siyasi esnekliğine ve uyumuna yormak gerek. Ancak bazen ben de İspanyol yazar Javier Cercas gibi Angela Merkel’in gücünün tam olarak farkında olmadığını düşünüp, şüpheye düşüyor hatta  endişe ediyorum. Avrupa’daki savaşların çoğunun nedeni kriz anında yükselen milliyetçilik olmadı mı ve bunu biz hep savaşlardan sonra fark etmedik mi?  Umarım Angela Merkel, susup bekler ve çay içerken bunu da düşünüyordur ve bu sükunet, fırtınadan önceki sessizlik değildir.