Fulya Canşen

07 Eylül 2012

Göç edenler az yer kaplar

Çocukluğumun en güzel günlerinin bir kısmını avlusunda kuyusu olan büyük anneannemin evinde geçirdim

Çocukluğumun en güzel günlerinin bir kısmını avlusunda kuyusu olan büyük anneannemin evinde geçirdim. Avluya bakan dört beş odası, geniş bir salonu bulunan o koca evin bir cephesi tamamen hayvanlara ayrılmıştı. Çünkü pazarcılık yapan büyük dedemin ara sıra beni de bindirdiği bir at arabası vardı. Atların yanı sıra, tavuklar, kazlar, kediler de evin müdavimleri arasındaydı.

Büyük anneannem, eve sanki iliştirilmiş gibi duran, alt katı rdiye olarak ayrılmış ve merdivenle çıkılan tek göz odada hem misafirlerini ağırlar, elişi yapar hem de uyurdu. Yüzündeki derin çizgilerin arasından herkese ışıl ışıl gözlerle bakan büyük anneannemin hayatını o kocaman evde nasıl küçücük bir odaya sığdırdığına o zaman da şaşardım. 20 yıllık Almanya tecrübem bana öğretti ki; göç edenler bu dünyada az yer kaplamaya razıdırlar. Büyük anneannem, yani annemin anneannesi Selanik göçmeniydi. Küçücük bir çocukken annesinin mezarını Selanik’te bırakarak babasıyla İzmir’e gelip yerleşmiş ve burada yeni bir hayat kurmuş.

1923-24 yıllarında Yunanistan ve Türkiye arasında gerçekleşen mübadele ile ilgili daha önce pek çok yazı, kitap okudum ve film seyrettim. Ama nedense bu konuyu hep, ailemde Yunanistan göçmeni olmasına rağmen tek taraflı algılayıp tek taraflı hissetmişim. Bana bunu Fügen Ünal Şen’in Everest Yayınevi’nden çıkan “Bir Avuç Mazi” adlı kitabı anımsattı. İtiraf etmeliyim ki, okuyup izlediklerimin çoğu Almancaydı ve daha çok Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Rumların dramını anlatıyordu. Ayrıca bunda İzmir’in Rumlarına duyduğu hasretle büyümüş olmamın etkisi de var eminim. Alsancak’ta üç katlı ahşap evlerinin önünde oturup limonlu çaylarını yudumlarken İzmirli kadınlar Ege’nin karşı tarafına gönderdikleri komşularını anarlardı hep. Bana da limonlu çay ve simit kokusu sanki Rumların İzmir’e bilerek bıraktıkları bir armağan gibi gelirdi. “Bir Avuç Mazi” yi okurken burnumda tüttü Alsancak sokakları ve Yunanistan’dan göçenlerin acısına ortak oldum.

Kitabın adı bile yazarının mübadil bir aileden geldiğini itiraf ediyor. Koskocaman bir maziyi bir avuca sığdırma meziyetine en çok benim büyük anneannem gibi alçak gönüllü, kanaatkar göçmenlerde, onun yetiştirdikleri kuşaklarda rastlayabilirsiniz. Kitabın satırları, yazarının mübadele duraklarında vakit geçirdiği, kendini ailesinin yerine koyarak, onların yaşadıklarını tahayyül etmeye çalıştığını da ele veriyor. Her cümle hiçbir duyguyu atlamamak için özenle kurulmuş çünkü. Bir gazeteci titizliği ile işlenmiş kitap, Fethi bey ve ailesinin Alasonya’dan Adana’ya kadar gelişini anlatırken, Türkiye’den göç edenlerin de aynı savrulmuşluğu, aynı yabancılığı ve aynı memleket karmaşasını yaşadığını atlamıyor. Birkaç bohçaya sığdırılan hayatlar, geride olduğu gibi bırakılan yuvalar, dostlar, anılar… Her sayfada okuyucu “Neresi memleket? Doğduğun, doyduğun mu, yoksa dilini konuştuğun, dinine ortak olduğun, atası atan olan yer mi?” sorusuna yanıt arıyor. Aslında yanıt giderken küçücük bir mendile sığdırılıp, koyunlarda saklanan toprakta sanki…

Fügen  Ünal Şen’in mübadele romanı “Bir Avuç Mazi”, 1924 yılının sadece Mayıs ayında geçiyor. Mekanlar ve zamanlar arasındaki geçişler kadar, olayları bir aylık zaman dilimine sığdırabilmiş olması sadece yazarın ustalığı değil, göç edenlerin hayatlarını bir avuca sıkıştırabilme, kaderlerine "Mustafa Kemal çağırıyor, yarın yola çıkıyoruz" diyerek devam edebilme meziyetlerinin de eseri. Ondan sonraki hayatlarını avlulu kocaman bir evin küçücük ayrıksı bir odasında geçirme pahasına. Dedim ya göç edenlerin en iyi bildiği şey bu dünyada mümkün olduğu kadar çok az yer kaplamaktır.