Fulya Canşen

24 Mart 2016

Dünyayı terörden sosyal adalet kurtaracak

Terörü kolaylaştıran en önemli etken sosyal adaletsizlik...

Brüksel benim en sevdim Avrupa kentlerinden biridir. Bunun en önemli nedeni bu kozmopolit kentte kendimi herkesten biri gibi hissedebiliyor olmak. Dolayısıyla Brüksel’e yapılan saldırılar beni en az ilk Ankara saldırısı kadar üzdü. Çünkü Ankara benim için bir zamanlar özgürlükle eşdeğerdi. Ama beni asıl üzen, saldırıların ardından Türkiye’de yapılan yorum ve değerlendirmeler oldu. Farklı siyasi çizgiden insanlar benzer ve bence çok tehlikeli bir duygu içerisindeydi. “İşte şimdi bizi anlayacaklar.” Bu aynı zamanda teröristlerin hedeflerine ulaşıyor olduklarının bir göstergesi sanki. Doğu ve Batılıyı, Müslüman ve Müslüman olmayanı birbirinden ayırmak. Dünyayı siyah ve beyazla sınırlandırmak. Bizden olmayanlara karşı empatiyi azaltmak. Yanılıyor muyum?

Almanca da başkalarının uğradığı zarardan gizli bir mutluluk duymayı anlatan güzel bir kelime var; schadenfreude. Sadece TV ekranlarına çıkan yorumcularda değil, sosyal medya paylaşımlarında da bunu hissetmek mümkündü. Bu duygu çoğu zaman Belçika’nın PKK’yı koruduğu yargısıyla tezahür ediyordu. Hatta ekrana çıkan eski büyükelçiler konuyu Ermeni terörüne kadar vardırdılar. Örneğin tarihçi Murat Bardakçı, Belçikadaki terör saldırılarından sonra kaleme aldı yazısında, 111 yıl önce Türkiye’de düzenlenen ilk bombalı eylemi hatırlatıp sonuna da şöyle bir not düşmüş; 

“Tekrar söyleyeyim: Oh olsun Belçika’ya! demiyorum, sadece uğradığımız ilk bombalı terörün arkasında bir Belçikalı’nın bulunduğunu ve Brüksel’in o senelerde teröre verdiği desteği hatırlatmak istiyorum! "

Bu bizim Almanya’da çok sık şikayet ettiğimiz “Yabancılara karşı değilim ama,“ ile başlayan cümlelere benziyor. Terörün hemen ardından yapılan bu tür hatırlatmaların bu işin sonunu “bizim terör sizin terör” ayrımına kadar götüreceğine inanıyorum. Hem de Türkiye’nin IŞİD ile ilişkisi hala net olarak açıklığa kavuşmamışken. Yanılıyor muyum?

Daha önceki yazılarımı okuyanlar bu satırlarda AB’nin çifte standartlı tutumunu defalarca eleştirdiğimi bilirler. İslamcı terörün bu noktaya ulaşmasında, nerede duracağını, kimi ne kadar destekleyeceğini bilemeyen, konforcu Batı’nın katkısının büyük olduğunu hepimiz biliyoruz. Batı’da artan İslam ve yabancı karşıtlığının da farkındayız. Ancak Batı’nın özellikle de Avrupa’nın yanlış sonuçlar veren siyasetini de iyi analiz etmeliyiz. Bir kere Aydınlanma çağını yaşamış Avrupa değerlerinin başında düşünce ve inanç özgürlüğü geliyor. Hem PKK hem de İslamcıların Avrupa’nın bu değerlerinden yeterince yararlandığına çok defa tanık olduk. Ama bu, ne söz konusu değerlerin önemini azaltıyor ne de teröristlerin, asıl bu değerlere saldırdığı gerçeğini değiştirmiyor. Saldırıların hemen ardından, duygusal, aceleci yorumlar yapmak, tepkiler vermek yerine durup düşünmenin daha faydalı olacağına inanıyorum. Yanılıyor muyum?

Durup tabloya biraz daha uzaktan bakmakta yarar var.  Bir kere Brüksel’deki saldırılar, seçilen yerler dikkate alındığında, sadece Belçikalılara yapılmadı, yolu oraya düşen her milletten insana yapıldı. Belçika devleti iyi işlemiyor, terörle mücadele etmekte yetersiz kalıyor olabilir. Söz konusu terör eylemleri AB ülkeleri arasındaki istihbarat paylaşımının eksikliği yüzünden engellenememiş de olabilir. Hatta bazı Avrupa ülkelerinin sömürgeci geçmişinin de terörü tetiklediği düşünülebilir. Ancak ele geçirilen teröristlerin profilinden de anlaşılıyor ki, terörü kolaylaştıran en önemli etken sosyal adaletsizlik. Fransa’nın banliyölerinde eylem yapan, Molenbeek’te cihat için silahlarını temizleyen, Köln’de Kürtlere özgürlük diye dağa çıkmaya hazırlanan gençlerin tek derdi var, dışlanmamak, görünür olmak. Eğitim ve meslek perspektifini yitiren ya da bunun için Avrupalılardan iki kat daha fazla emek harcayan bu gençler aslında sığınacak bir liman arıyorlar. Yanılıyor muyum?

Bütün bu terör eylemlerinden sonra daha fazla güvenlik, daha fazla gizli istihbarat, daha fazla kontrol çığlıkları atılıyor. Bu da önce Paris’te, Ankara’da, Brüksel’de ölen biz sivillerin özel hayatını ve özgürlüklerini kısıtlıyor. Kim kazanıyor? Güvenlik sektörü… Kim önemli hale geliyor? İstihbarat, polis… Kimin serbest dolaşımı sınırlandırılıyor?  Teröre kaynaklık eden paranın ve silahın değil, bizim… Hangi laf daha çok dillendiriliyor? Barış değil, savaş… Hangi siyasetçiler pirim yapıyor? Ayrımcılığı körükleyen popülistler… Yapabileceğimiz en önemli şey, ayrılmak değil, birleşmek. Schadenfreude değil empati bizi kurtaracak. Ve daha güvenli bir dünyaya kavuşmanın yolu daha adil, paylaşımcı bir siyasetten geçiyor. Özgürlüğü ancak özgürlükle savunabiliriz. Yanılıyor muyum?