Geçenlerde arkadaşım anlattı, hâkim lojmanına hırsız girmiş. Hırsızın girdiği apartmanın adı Adalet Apartmanı imiş. Hırsız yakalanmış ama çaldıkları bulunamamış. Bir çete mensubu olduğu sanılan hırsız konuşmama hakkını kullanıyormuş. Hikâyeyi duyar duymaz bu başlık belirdi kafamda. Bugünün Türkiye’sini özetleyen çok güzel bir cümle. Zira ben Almanya’dan Türkiye’ye her gelişimde benim ve benim gibi olanların yaşam alanından biraz daha çalındığını, haklarının biraz daha fazla soyulduğunu hissediyorum.
Bu ülke benim olmaktan çıkıyor
Geçen sefer geldiğimde yazdı, Vatan Şaşmaz öldürülmüştü ve bütün televizyonlar sabahtan akşama kadar bu cinayeti ve cinayeti işleyen kadının intiharını konuşuyordu. Aynı televizyonlar, KHK ile ihraç edilen akademisyenler ya da tutuklu yargılanan gazeteciler ya da hakkında iddianame bile hazırlanmadan parmaklıklar arasında rehin tutulan aydınlardan ya hiç söz etmiyorlar ya da haber bültenlerinde birkaç cümle ile geçiştiriyorlardı. Vatan Şaşmaz cinayetini işledikten sonra intihar eden kadının belli ki adi bir suçtan tutuklanmış ağabeyi ekrana çıkarılıyor bolca konuşturuluyor, konu hakkında canlı bağlantılar bile yapılıyordu. Ne Ahmet Şık’ın, ne Deniz Yücel’in ne de Ahmet Altan’ın ailesinden birine mikrofon uzatılıyordu. O günlerde içimden sık sık kurduğum ama dillendirmediğim tek cümle vardı; “Bu ülke artık benim ve benim gibilerin değil”
Gazeteciler içerde ya cihatçılar?
Ben ve benim gibilerden kastım, aktif siyaset yapan, eleştirilerini çok yüksek sesle dillendiren, sokağa çıkan, sert muhalifler değil kesinlikle. Demokrasiye, eşitliğe, insan haklarına ve adalete inanan, suç işlemekten çekinen, çevreye ve başka insanların yaşam haklarına saygı duyan toplumsal duyarlılığa sahip sıradan insanlardan söz ediyorum sadece. Önceki gün çıkan yeni Kanun Hükmünde Kararnameler ile Türkiye’de nereye itildiğim daha da netleşti. Dün Cumhuriyet davasında ara karar alındı, hükümeti eleştirdiği için Ahmet Şık duruşma salonundan çıkarılırken, yargılananların tutukluluğunun devamı sağlandı. Ama Reina’da geçen yılbaşı gecesi 39 kişiyi öldüren Abdulkadir Masharipov’un da aralarında bulunduğu 51’i tutuklu 57 sanığın yargılandığı IŞİD katliamı davasında yedi kişi serbest bırakıldı. CHP’li Barış Yarkadaş, KHK’nin ilk etkisini Cumhuriyet davasında gördüğümüzü söyledi. Haklı olabilir. Okuduğum ve anladığım kadarıyla yeni çıkan kanun hükmünde kararnameler Türkiye toplumunu “onlardan olanlar ve olmayanlar” diye ikiye daha kesin çizgiler ile ayrılıyor, onlardan olanlar olmayanlara karşı bileniyor. Bilenenler yakında diğerlerini denize dökecek gibi.
121. madde hakikaten dertli
Hükümetin çıkardığı 696 sayılı KHK’nin 121. maddesi en çok tartışılanlar arasında. Bu maddede; 8/11/2016 tarihli ve 6755 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 37. maddesine aşağıdaki fıkranın eklendiği belirtiliyor;
"(2) Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır."
37. Madde şöyle: 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.
121. madde yeniden tanımlanmaya muhtaç
Yani sadece asker ve polis değil 15 Temmuz darbe girişimini ve bunların devamı niteliğindeki eylemleri önlemek için sokağa çıkan siviller de işledikleri suçtan sorumlu olmayacaklar. “Evet, onlar da güvenlik görevlileri gibi aynı işi yaptılar neden yargılansınlar?” diyebilirsiniz.
Birincisi bu madde ile söz konusu kişilerin sorumluluğu ile ilgili kararı yargı değil yürütme toptan vermiş oluyor.
İkincisi “darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması” cümleleri ile cezai sorumsuzluğun sınırı genişletilmiş oluyor. Her ne kadar hükümet sözcüsü bu maddenin sadece 15 ve 16 Temmuz 2016 tarihlerini kapsadığını iddia etse de, KHK’de bu açıkça belirtilmemiş.
“Bunların devamı niteliğindeki eylemler” acilen tanımlanmaya muhtaç. Öte yandan halkın cezai sorumluluğunu kaldırmak, ona onun gözündeki her türlü eyleme pekala müdahale hakkı vermek şeklinde anlaşılabilir. Bazı hukukçular, bu madde ile halkın halkın üzerine sürülmesi ve linç kültürüne kapı açıldığı yorumunda bulunup paramiliter grupların oluşabileceği uyarısında bulunuyorlar. Haklı olabilirler.
Yargı sürecini kısaltmanın yolu bu olmamalı
696 sayılı KHK’nin 95. maddesinde 5271 sayılı Kanuna 140 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 140/A maddesinin eklendiği belirtiliyor; "Yönetmelik
MADDE 140/A- (1) Bu Kanunun 135 ila 140. maddelerinde düzenlenen koruma tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir." Bu usul ve esasların şüpheli bulunan kişilerin dinlenmesi ile ilişkili ve bu karar eskiden hakim, acil durumlarda da savcılar tarafından alınıyordu.
5271 sayılı Kanun’un 188. maddesinin “Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” cümlesine ” Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya duruşmayı terk etmesi halinde duruşmaya devam edilebilir” ibaresi eklenmiş. Yani mahkeme savunma avukatı olmadan da karar alabilecek. Anladığım kadarıyla 5271 sayılı Kanun’un savunma ile ilgili hemen bütün “okunur” ifadeleri “anlatılır” şeklinde değiştirilmiş. Bu değişikliklerin esasında yargılama süreçlerini kısaltmak yatıyor ki, bu da adalete duyulan güveni bir hayli sarsıyor.
Tek tipe tecavüzcüler neden dahil değil?
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 43. maddesinin ikinci fıkrasına bir de “g” bendi eklenmiş; Ceza infaz kurumu idaresince verilen kıyafetleri giymemek veya verilen kıyafetlere kasten zarar vermek." Bu madde sanıkların ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası ile ilgili. Yani idarece verilen kıyafetleri giymeyi reddettiğiniz durumlarda bir aydan üç aya kadar sizi ziyarete gelenleri görmeniz yasak. Söz konusu kıyafetlerin renkleri de kamuoyuna duyuruldu. Anayasayı ihlal ve hükümeti devirmeye teşebbüsten tutuklu olanlar “badem kurusu”, TMY kapsamına giren diğer suçlardan yatanlar ise gri tulum giyecek. Tecavüz, uyuşturucu, adam öldürme gibi adi suçlardan yargılananlara böyle bir zorunluluk olmaması dikkat çekici.
“Cezasızlık kuralı uygulayanları da kurtarmaz”
Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran’ın bu konudaki yorumu çok haklı. Canduran, “Bir kere sanık hakkında ceza kararı verilene kadar masumdur. Tek tip kıyafet giydirerek onu toplumun önünde suçlu gösteremezsin. Tek tip kıyafet giydirerek, onu giymezse ayrı bir ceza vererek AİHM ve uluslararası komu oyunda ülkemizi zor durumda bırakıyorsunuz” diyor. İstanbul eski Baro Başkanı Turgut Kazan ise, twitter hesabında şunları yazdı; “Türkiye Sudan değildir. Avrupa Konseyi üyesidir. AİHM kuralları Yunanistan’ı bağladığı gibi, bizi de bağlar. Dolayısıyla, KHK ile getirilen cezasızlık kuralı uygulayanları da yararlananları da kurtarmaz.” Kazan, AİHM’nin Doğu Alman üç siyasetçi Egon Krenz, Heinz Kessler ve Fritz Streletz hakkında aldığı kararı örnek verdi. Bu üç siyasetçi de DDR döneminde Doğu Almanya’dan Batı’ya kaçanların öldürülmesinden sorumlu tutularak yargılanıp hapis cezasına çarptırılınca davayı AHİM’e taşımıştı. Buna gerekçe olarak da o dönemin Doğu Alman yasalarına göre davrandıklarını göstermişlerdi. Ancak İnsan Hakları Mahkemesi, eski Doğu Alman Cumhuriyeti’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, her bireyin yaşam ve ülkesini özgürce terk etme hakki bulunduğunu hatırlatarak bu üç siyasetçiyi haksız bulmuştu. Avukat Kazan sanırım KHK ile Yargıtay ve Danıştay üye sayıları ile yapısını değiştirerek sorumluluktan kaçılamayacağını vurgulamak istiyor. Haklı olabilir.
Hırsız yakalandı ama!
Pazar günü resmi gazetede yayınlanıp yürürlüğe giren iki KHK’nin daha çok detayı var. MHP dışında bütün partiler bunları eleştirdi. TÜSİAD, hatta eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile düzeltilmesini istedi. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül eleştirilerin “iyi niyetli” olmadığını söylüyor. Hukuk çerçevesi net bir biçimde çizilen yasalarla işler, niyetle değil. Kafamda hala aynı iki cümle var; “Adalet apartmanına hırsız girdi”, “Bu ülke artık benim olmaktan çıkıyor”.