WDR, Köln Radyosunda yayınlanan İstanbul kaynaklı bir haberde, Suriye’den gelen göçmenlerin içinde bulundukları durum anlatılıyor ve deniyordu ki, “artık dilenmeye, böylelikle görünür olmaya başladılar.“ Ne can acıtıcı bir cümle. Görünür olmak için sokağa çıkıp tanımadığın insanlara avuç açmak durumunda kalmak… Oysa ajanslar memleketlerindeki savaştan, iç savaştan, şiddetten, insanlık dışı koşullardan, buna ekonomik şartlar da dahil, kaçanların dramlarıyla ilgili haberler yolluyor hemen her gün. Eğer dramın boyutu büyükse ancak, yani ölen varsa bu uluslararası medyalara da yansıyor.
107 yaşında onuru için kaçtı
Önceki hafta 107 yaşındaki Suriyeli Kürt Sabriye Halef, mülteci olarak Almanya’ya ayak bastığında hemen herkes şaşkındı. Yedi ay önce memleketinden Türkiye’ye oradan Yunanistan’a tekneyle kaçan Sabriye nine Almanya’ya geçerken sahte pasaport taşıdığı için yakalanmış ve Yunanistan’da mahsur kalmıştı. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’un girişimi sayesinde iltica başvurusu dikkate alınmış ve günlerce bekledikten sonra oğluyla birlikte Almanya’daki akrabalarının yanına gelmeyi başarmıştı. Hava alanında çiçeklerle karşılanan Sabriye Halef’in ilk sarf ettiği söz „çok yorgunum“ oldu. WDR’in Kürtçe yayını Bernama Kurdi’ye konuşan Halef, “Evimizi ve yurdumuzu asla terk etmezdik. Ama o sakallılar bize başka çare bırakmadılar. Hayatımızı değil onurumuzu kaybetmekten korktuğumuz için kaçtık.“ Sabriye ninenin bu yaşta doğduğu toprakları terk edip zorlu kaçış yolunu göze aldığını düşünürsek, sadece geldiği ülkedeki koşulların ne kadar ağır olduğunu değil, hayatta kalmak duygusunun ne kadar güçlü olduğunu tahayyül edebiliriz.
Avrupalılar rahat yaşasın yeter
Eğer AB ile Türkiye arasında imzalanan geri kabul anlaşması yürürlükte olsaydı Sabriye Halef’in başına daha neler gelirdi dersiniz? Almanya‘nın iltica başvurusunu reddetmesi durumunda Yunanistan O’nu Türkiye’ye geri yollardı. Suriyeli mülteciler misafir statüsünde oldukları için isterse Türkiye’de kalabilirdi. Kalırdı kalmasına ama diğer Suriyeliler gibi görünür olabilmesi için dilenmek zorunda olabilirdi. Çünkü Almanların tabiriyle Türkiye’de das Boot ist voll - sandal simdiden doldu… Suriye’den gelen mültecilerin sayısı 1 milyonu geçiyor. Avrupa’ya yapılan yasal göçün %80’i Türkiye üzerinden gerçekleşiyor. Sadece Ocak ve Şubat ayında 14 bin kaçak göçmen yakalanmış Türkiye’de. AB ile imzalanan geri kabul anlaşması TBMM’nde onaylandıktan ve Türkiye bazı kriterleri yerine getirdikten sonra yürürlüğe girecek. Bu durumda Türkiye kaçmayı başaranları da kabul etmek durumunda kalacak. Neden mi? AB ülke vatandaşları daha rahat yaşasınlar diye.
O duvarınız, o duvarınız
Geri kabul anlaşması her ne kadar “AB’nin sınırları Türkiye ile çiziliyor“ diye lanse edilse, satılsa da aslında AB, Türkiye ile arasına aşılması çok zor bir duvar örüyor. Daha pazarlıklar yapılırken Türkiye’nin Yunanistan sınırına metrelerce yükseklikte metal çit çekildi, insan ısısını ölçen kameralar yerleştirildi, acil müdahale timleri oluşturuluyor. Ayrıca mülteci kampları da kuruluyor. Türkiye’de yakalanan kaçak göçmenler 90 gün boyunca bu kamplarda kalacaklar. Türkiye bu insanları topraklarında barındıramayacağı için başka ülkelerle benzer geri kabul anlaşmaları imzalama çabası içerisine girdi. Maalesef AB’nin 13 ülke ile imzaladığı geri kabul anlaşmasının başarılı olduğu bir yer yok. Hatta var olan bazı örnekler Avrupa’nın kaçak göçten ne kadar ürktüğünü, öyle ki bunun için insan hakları sözleşmesini bile ihlal etttiğini gözler önüne seriyor.
Ah bu sosyal demokratlar
AB, 2003 yılından bu yana artık Kuzey Afrika‘da bile, özellikle Tunus ve Libya’da mülteci kampları oluşturulmasına destek veriyor. Bunun fikir babası eski İngiltere Başbakanı sosyal demokrat Tony Blair. Diğer AB ülkeleri Blair‘in fikrini resmen desteklemeseler de bunun hayata geçirilmesi için bütün yolları açtılar. İlk yeşil ışığı Yunanistan yakmıştı, bir yıl sonra da dönemin Almanya İçişleri Bakanı yine sosyal demokrat Otto Schily, İtalyan mevkidaşı ile geri kabulün öncülüğünü yaptı. İtalya’nın Tunus ve Libya ile imzaladığı anlaşmalar sayesinde çölde bile mülteci kampları kuruldu. Bu kamplarda mültecilerin aç, susuz bırakıldığı, hatta işkenceye tabii tutuldukları, ölüme terkedildikleri defalarca uluslararası kuruluşlar tarafından rapor edildi. AB liderleri bunu dikkate almak yerine daha sonra diktatör ilan edeceklerdi. Bin Ali, Kaddafi gibi liderleri uluslararası sosyeteye taşımayı tercih ettiler. Libya’yı bu amaçla ziyaret eden ilk başbakan da sosyal demokrat Gerhard Schröder idi. AB ülkeleri içinde mülteciler konusunda en vicdanlı ülke Almanya gibi görünüyor. Ancak Almanya‘nin geçen yıl 10.200 mülteciyi sınır dışı ettiği belirtildi. Bu rakam bir önceki yıl 7600 idi. Münih ve Berlin gibi kentlerde mülteciler çadırlar kurarak içinde yaşadıkları ağır koşulları protesto ediyorlar.
Vize muafiyeti hayal olabilir
Libya ile imzalanan geri kabul anlaşmasında AB Libya’ya mültecilere karşılık para ve ekonomik işbirliği sundu. Türkiye’ye vaat edilen ise vizesiz dolaşım hakkı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geri kabul anlaşmasının imzalanması sırasında3- 3,5 yıl gibi bir süre telaffuz etmişti ancak bu otomatik olarak işleyen bir süreç değil. AB, Türkiye’nin göçmen gözetim merkezleri kurup kurmadığı, sınırların entegre yönetiminin güçlendirilip güçlendirilmediği, jandarma dışında etkili sivil bir güç oluşturulup oluşturulmadığı gibi kriterleri denetledikten sonra vize serbestisi için adım atacak. Son karar 28 ülkenin katılacağı Avrupa Konseyi’nde oylanarak verilecek. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi çalkantılar, seçimler ve AB ile gerilen ilişkiler göz önünde tutulduğunda AB’nin bu süreci uzatması kaçınılmaz. Ha! AB bu. Söz konusu mülteciler olunca sınır tanımıyor. Hoş konu Türkler olunca da pek sınır tanımıyor. Ben vize muafiyeti ödülünün ahvalini çok merak ediyorum açıkçası.
Sözlerimi ailesine, çocuklarına nihayet kavuşan 107 yaşındaki Sabriye Halef’in cümleleriyle bitirmek isterim: “Kuşlar birlikte cıvıldar diye bir söz vardır bizim oralarda, gerçekten de öyle. Kanatlarım olsa şimdi sevinçten havalara uçardım.“