Suç örgütü lideri Sedat Peker'in yaptığı açıklamalar Türkiye'nin bir temiz eller operasyonuna ihtiyacı olduğunu ortaya koydu.
Devletin, kirli işlerden, devlet yetkilileri ile yeraltı örgütlerinin ilişkilerinden arındırılması, kapatılmış faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması anayasal bir görevdir.
Bu görevi yerine getirecek olan ise yargıdır.
2 Mayıs 2021 tarihinden bu yana, Peker'in yaptığı açıklamalar karşısında yargıda yaprak oynamıyor.
Oysa savcıların çoktan harekete geçmesi, tarih, yer, isim, tanıkların açıklandığı iddialar ve itiraflar için soruşturmalar açılmış olmalıydı.
Yargı ise pek oralı görünmüyor.
Anayasanın yargıya yüklediği açık sorumluluğa karşı harekete geçmemesi düşündürücü, üzücü ve endişe vericidir.
"Neden böyle?" sorusunun yanıtı yargının bağımsızlığında yatıyor.
Bu iddiaları soruşturmak üzere harekete geçmesi için yargının bağımsız ve tarafsız olması gerekir.
Oysa birçok davada örneğini gördüğümüz gibi yargı siyasete bakıyor. Oradan gelen talimatlara göre hareket ediyor.
Peker'in iddialarına karşı hareketsizliğin nedeni de talimat bekleyişidir.
Bağımsız ve tarafsız yargı olsa çoktan harekete geçmiş olurdu.
Aynı durum medyanın büyük bölümü için de geçerli.
İktidarın kontrolündeki basın yayın organları ve o organlarda görev yapanlar da yargı gibi üç maymunu oynamaya devam ediyor.
Geçmişte örneklerini gördüğümüz gibi demokratik hukuk devletlerinde "temiz eller" operasyonu müfettişler, savcılar, yargıç ve medyanın görevlerini hakkıyla yapmaları halinde mümkün ve başarılı olur.
Aksi takdirde gerçeklerin üzeri yine örtülür, dosyalar kapatılır ve yine rafa kaldırılır.
Peker'in ifşa ettiği olaylar ve ilişkiler değerlendirilirken, devletin zaman zaman kirli paraya ve kirli ilişkilere ihtiyaç duyabileceği yorumları yapılıyor. Her devlet gibi Türkiye'nin ihtiyaç duydukça böyle paralar ve kişilerle iş yaptığı anımsatılıyor.
Hukuk devleti ülkenin yüksek menfaatleri ve güvenliği için suç örgütleriyle birlikte cinayet işlemez, suikast düzenlemez. Devletin görevi ülkenin yüksek menfaatleri ve güvenliğini tehdit edenleri yakalayıp yargıya teslim etmektir. Demokratik hukuk devletinin böyle işlemesi gerekir.
"Devletin yüksek menfaatlerini koruyorum, bu amaçla suç örgütlerini kullanıyorum" gibi bir savunma kabul edilemez.
Devletin, ülkenin yüksek menfaatlerini ve güvenliğini hukuk içinde korumak için yeteri kadar parası ve personeli vardır. Suç örgütlerinden takviyeye ihtiyaç yoktur.
Devletin ilgili kurumlarına "örtülü ödenek" bu amaçla verilir.
Örtülü ödenek uygulaması; devletin yüksek menfaatleri ve güvenliği, normal bütçe harcama prosedürünü beklemeye tahammülü olmayacak bir tehditle karşı karşıya ise bu prosedüre uymadan işlem ve harcama yapılmasını sağlamak için vardır. Bu olanak tabii ki cinayet işlemek, suikast yapmak, birilerine kaynak aktarmak, kişisel veya siyasal çıkar sağlamak için verilmiş değildir. Örtülü ödeneğin hangi amaçlar için, kimler eliyle, nasıl kullanılacağı da kurallara bağlanmıştır. Kullanıldıktan sonra yıl sonunda yine devletin yetkili organlarınca bu harcamalar denetlenir. Amacı dışında kullanıldığı saptanırsa yargıya yönlendirilir. Bu ödeneğin nasıl kullanılacağı 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolü Kanunu'nun 24. maddesinde belirlenmiştir.
Terörle mücadele etmek, sınır ötesi harekât yapmak, asayişi sağlamak devlet organlarının ve devlet personelinin görevidir. Devlet bu görevini suç örgütlerine ihale edemez.
Hiçbir suç örgütü, devletin güvenlik birimlerinden koruma görmedikçe ayakta kalamaz. Suç örgütleri varlıklarını sürdürüyorsa devletin güvenlik birimlerinde onları koruyan, onlarla işbirliği yapanlar var demektir.
Peker'in son açıklamalarıyla başta Uğur Mumcu suikastı olmak üzere faili meçhul cinayetler yeniden gündeme geldi.
Güldal Mumcu'nun yıllardır söylediği ve dün tekrarladığı gibi "tuğla" çekilmeli, yıkılacak duvar yıkılmalı, gerçekler ortaya çıkmalıdır.
Türkiye temiz eller operasyonu yapmalı, devlet kirlilikten arındırılmalıdır.