Fikret Bila

06 Mart 2020

Suriye’de kim dost kim düşman?

Gözden uzak tutulmaması gereken nokta, Türkiye İdlib’de meşgulken Fırat’ın doğusunda ne olup bittiğidir

Moskova’da gerçekleşen Erdoğan -Putin zirvesinden beklendiği gibi ateşkes kararı çıktı. Böylece, tırmanan gerginlik şimdilik dondurulmuş oldu.

Zirvede alınan kararlardan biri de M4 karayolunun 6 km kuzeyinde ve 6 km güneyinde bir güvenlik koridoru oluşturulması ve Türkiye ile Rusya’nın ortak devriye yapacak olması.

Tahmin edildiği gibi Esad güçleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bulundukları yerden çekilmesi söz konusu değil. Ayrıca BM’nin terörist olarak kabul ettiği bütün grupların etkisiz hale getirilmesi şartı da yenilenmiş durumda.

Bu durumda Türkiye HTŞ vb. grupların silahtan arındırılmasını sağlar ve rejim de varılan anlaşmaya uyarsa ateşkes kalıcı hale gelebilir. Tabii daha önceki ateşkes kararlarının çok uzun sürmediğini de unutmamak gerekir. 

Değişen ittifaklar nedeniyle

Türkiye açısından Suriye’deki durum tam da bir zamanlar solda çok popüler olan "Ne ABD, ne Rusya, ne Çin; her şey Türkiye için" sloganını anımsatıyor.

Türkiye, Suriye’de zaman zaman ABD’ye zaman zaman Rusya’ya yaslanarak hamleler yaptı.

Son dönemde "Türkiye eksen mi değiştiriyor, NATO’dan ayrıldı mı?" sorularını sorduracak kadar ABD ile gerilip Rusya ile yakınlaştı. ABD’den Patriot alamadı, Rusya’dan S-400 aldı ama bu bile Rus uçaklarının hava koruması olmayan Türk birliğini vurmasına engel olamadı. Bu kez Rusya Esad’ın yanında Türkiye’nin karşısına geçerken, bu gelişmeyi fırsat bilen ABD, Türkiye’nin sırtını sıvazlamaya başladı.

Şu gerçek ortada ki, Türkiye ulusal çıkarlarını ne tam ABD’ye ne tam Rusya’ya dayanarak koruyabilir. Ankara, Suriye sorununa başlangıçta bu şekilde yaklaşıp rejim değişikliği hedefinin peşine takılmasaydı bugün eli çok daha rahat olurdu.

Ancak gelişmeler özellikle "müttefik-stratejik ortak" diye sunulan ABD’nin PKK-YPG’yi Türkiye’ye yeğlemesi ve Suriye’nin kuzeyinde bir PKK devletçiği kurmaya yönelmesiyle askeri harekâtları yapmak zorunda kaldı.

ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı koruma altına aldı ve etki alanından uzaklaştırdı. Türkiye’nin askeri harekâtları ise Rusya’nın, hava sahası konusundaki esnekliği ile gerçekleştirildi. Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırmak ve NATO içinde sorun yaratmak için harekete geçen Rusya, süreci S-400 satacak noktaya kadar getirdi. Ancak bu işbirliği İdlib sorununda ciddi şekilde sarsıldı.

Bu aşamada ABD’den gelen mesajlar Türkiye’nin yanında olduğu yönünde. Peki ABD ne kadar Türkiye’nin yanında? Moskova’da Erdoğan-Putin zirvesi sürerken "Türkiye’nin Rusya ve Suriye’ye karşı ülkesini savunması hakkıdır. Müttefikimiz Türkiye’yi destekliyoruz. Mühimmat vereceğiz. Soçi Mutabakatı’na dönülmeli" açıklamaları arka arkaya geldi. Bu açıklamaların yanı sıra aynı ABD, "Türkiye’ye İdlib’de hava savunması sağlamayacağız. Patriot konusunu değerlendiriyoruz. Bu değerlendirmeyi S-400 ekseninde yapıyoruz" beyanları da geldi. Türkiye’ye mühimmat desteği taahhüt ederek Rusya ve Suriye ile savaşmasını teşvik eden bu tutum bir zamanlar Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırma hamlelerine benziyor. Şimdi aynı taktiği ABD uyguluyor. Patriot vermeyen, sahaya yansımayan destek açıklamaları ve mühimmat garantisi!

Türkiye İdlib'de takılmışken

Rusya’nın, Türkiye’nin askeri harekâtlarına karşı Esad’ı koruyacağı çok açık. Bunu korumasız askerlerimizi şehit ederek gösterdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok ağır karşılık vermesi üzerine yine Esad’ı korumak amacıyla daha önce burun kıvırdığı Moskova zirvesini kabul etti. Bu girişimin en temel amaçlarından birinin Esad’a zaman kazandırmak, nefes aldırmak olduğu açık. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin verdiği sert karşılıkla önemli askeri kayıplara uğrayan Esad’ın toparlanması ve Rus askeri takviyelerinin ulaşıp yerleşmesi için zaman kazanmış olacak.

Gözden uzak tutulmaması gereken nokta Türkiye, İdlib’de meşgulken Fırat’ın doğusunda ne olup bittiğidir. Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasının asıl nedenini oluşturan ve beka sorunu olarak gördüğü PKK-YPG, ABD desteğiyle devlet yapısını kurmaya yönelik faaliyetlerine devam ediyor. ABD’nin petrol kuyularının başına oturttuğu PKK-YPG, petrol gelirlerini de alıyor ve devletleşme yolunda olabildiğince mesafe almaya çalışıyor.

Bu durumun ortaya çıkardığı bir çelişki, ABD’nin, "Fırat’ın doğusunda PKK-YPG’yi, batısında Türkiye’yi destekliyorum" tutumudur.

Bu tablo içinde "Suriye’de terörle mücadele konusunda kim kiminle hareket ediyor" sorusu önemlidir. Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü ve 40 yıldır mücadele ettiği PKK’yı ABD ve Rusya sahada terör örgütü olarak görmüyor. Aksine ABD müttefik olarak görüyor. Türkiye ile ABD arasındaki asıl sorun bu.

Diğer taraftan Rusya ile Suriye’nin ve bir süre önceye kadar ABD’nin terör örgütü olarak gördüğü DAEŞ, HTŞ gibi El Kaide uzantısı terör örgütleri Türkiye’nin varlığından yararlanıyor. Fırat Kalkanı Harekâtı’nda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çatıştığı ve ağır kayıplar verdirerek bölgeden uzaklaştırdığı radikal gruplar bugün İdlib’in içinde.

Türkiye Soçi uzlaşmasından sonra bu grupları silahtan arındırma ve M-S, M-5 karayollarını açma taahhüdü konusunda beklenen etkinlik ve hızda davranmadığı için eleştiriyor.

Rusya’nın Esad’la birlikte Türk birliklerine saldırmasının nedeni de bu.

Bu gerçek, Türkiye'nin ABD’ye ve Rusya’ya olan bağımlılığını mümkün olduğunca azaltacak, bölge ülkeleriyle işbirliğini artıracak bir politika izlemesinin daha doğru olacağını gösteriyor.