Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, iktidarını sürdürebilmek, yeniden seçilmek için her yolu deniyor.
Kendisiyle çelişmek, daha önce söylediklerinin ve yaptıklarının tam tersini söylemek ve yapmak dahil yeniden kazanmak için her alanı zorluyor. Bunu yaparken de hukuka uygunluk veya tutarlılık gibi bir kaygı taşımıyor. Bu tutumunun en önemli nedeni bir düşünceyi veya eylemi savunurken de tam aksi pozisyona geçerek tersini yaparken de tabanını bir arada tutmayı başarmış olması.
Bunun tek istisnası 2019 yerel seçimleri oldu. Yerel seçimlerde bu kez başaramadı. Şimdi bu başarısızlığı aşmak için yeni siyaset kurarken kendini tekzip etmekten çekinmiyor.
Örneğin İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili "fesih" kararı tipik örneklerden beri.
Erdoğan, başbakan olduğu 2011 yılında, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"ni, Meclis'ten bütün partilerin desteğiyle, oybirliğiyle geçirirken, büyük bir gururla övünüyordu. İstanbul Sözleşmesi'nin hazırlanmasında Prof. Dr. Feride Acar gibi uluslararası saygınlığa sahip bilim insanlarının yanı sıra Fatma Şahin gibi AK Partili politikacıların da katkısı olmuştu. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi'yle büyük itibar kazanmıştı.
2011'in üzerinden on yıl geçtikten sonra Erdoğan bu kez Cumhurbaşkanı olarak, Türkiye bakımından İstanbul Sözleşmesi'ni feshettiğini Resmi Gazete ile duyurdu.
Peki ne oldu da Cumhurbaşkanı Erdoğan, o yıl yürürlükte tuttuğu sözleşmeyi feshetti? Kadına şiddet sorunu çözüldü ve sözleşmeye gerek mi kalmadı? Sözleşme erkekleri bilinçlendirdi, evde kadına dayak, dışarıda taciz, tecavüz, kadın sömürüsü sona mı erdi? Kadın cinayetleri son mu buldu?
Yok, hiçbiri olmadı. O halde Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi'ni niye feshetti?
Nedeni, yeniden seçilmesine katkı sağlayacağını düşündüğü, Saadet Partisi ve tarikatlardır. AK Parti'nin önümüzdeki seçimleri tek başına kazanamayacağı anlaşıldı. Tek başına kazanmak bir yana MHP'nin desteğine karşın bir daha seçilmesi, iktidarda kalmasının garantisi yok. Bu nedenle Cumhur İttifakı'nı genişletmeye çalışıyor. Saadet Partisi'nin ağır toplarından Oğuzhan Asiltürk'ü bu amaçla ziyaret etti. Saadet Partisi ve Asiltürk, İstanbul Sözleşmesi'ne karşı. Asiltürk bu ziyaretten sonra, "kadın hakları madın hakları diyenler rahatsız olacaklar ama Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılacağını kesin olarak ifade etti' diyerek duyuru yaptı.
Dediği gibi de oldu.
"Kadın madın hakları"nı savunanları rahatsız eden karar Resmi Gazete'de yayımlandı.
Esas olarak "kadın madın hakları" gibi bir sorunu olmayan AK Parti zihniyetiyle çok da uyumsuzluk içermeyen İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış kararı verildi. Yeter ki Saadet Partisi, Cumhur İttifakı'na katılsın veya desteklesin, yeter ki kadını erkeğin mülkü gören tarikatlar desteklerini çekmesinler.
Olay bu kadar nettir.
Peki İstanbul Sözleşmesi'nden "Cumhurbaşkanı Kararı" ile çıkmak hukuken mümkün müdür?
Değildir.
Karar Anayasa'ya aykırıdır ve yok hükmündedir.
Uluslararası bir sözleşmeden çıkmak ancak TBMM'nin çıkaracağı bir yasa ile mümkündür. Tıpkı böyle bir sözleşmeye taraf olmanın ancak TBMM'nin çıkaracağı bir yasayla mümkün olması gibi.
Bu açıdan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararı hukuken "yok" hükmündedir. Çünkü, yetkisiz kişi tarafından verilen kararlar, hukuken "yok" sayılır.
Ancak, "yok" hükmünde olduğunu söylemek yeterli değildir.
Bu hükmün bir yargı kararına bağlanması gerekir.
Bu nedenle CHP'nin ve diğer muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı'nın kararının "yok" hükmünde olduğunu Danıştay kararıyla tescil ettirmeleri gerekir.
Aksi halde, Cumhurbaşkanı, "sözleşmeyi iptal ettim" diyecek ve uygulatmayacaktır.
Bu itibarla CHP ve diğer muhalefet partilerinin "karar yok hükmündedir, İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir" demelerinin uygulamada bir etkisi ve anlamı olmayacaktır.