Fikret Bila

26 Ağustos 2019

Kadın cinayetlerinin kökünü kurutmak

Namus cinayetlerinde uygulanan ceza indirimi, siyasal iktidar ve devletin cinsiyetlerinin erkek olmasındandır

Türkiye yine bir kadın cinayetiyle sarsıldı.

Son yıllarda giderek artan kadın cinayetleri çoğunlukla namus bahanesinin arkasına saklanarak daha az cezayla atlatılan cinayet türü olmayı sürdürüyor.

Bu cinayetlere kamuoyunun ilgisi ve tepkisi ise cinayetin vahşet derecesiyle doğru orantılı oluyor maalesef. Cinayet ne kadar vahşice işlenmişse medyada, kamuoyunda o kadar çok yer alıyor ve belleklere de daha iyi kazınıyor.

Vahşet derecesi düşükse maalesef haber değeri de kamuoyu ilgisi de düşük oluyor. Böyle sesiz sedasız namus cinayetine kurban gidip, bu dünyadan sessizce göçen yüzlerce, binlerce kadın var.

Türkiye’yi sarsan Emine Bulut cinayeti de vahşi bir cinayet olarak belleklerde yer alacaktır. Emine Bulut, eski eşi tarafından çocuğunun gözü önünde, boğazı kesilerek öldürüldü. Kan donduran görüntüler kamuoyuna yansıdı.

Kamuoyu, tıpkı Münevver Karabulut gibi, tıpkı Özgecan Aslan gibi haklı bir infialle karşıladı. Kadın kuruluşları Emine Bulut cinayeti için Türkiye çapında etkili eylemlere başladılar.

Sessiz onay

Namus gerekçesiyle işlenen kadın cinayetleri Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir.

Olayın üzücü ve düşündürücü yönü, Türkiye gibi ataerkil yapının hakim olduğu ülkelerde, namus cinayetlerinin, toplum tarafından üstü örtülü bir onayla karşılanmasıdır. Bu onay aslında yasalara da geçirilmiştir. Namus cinayetlerinde uygulanan ceza indirimi, hangi rejimde olursa olsun siyasal iktidar ve devletin cinsiyetlerinin erkek olmasındandır. Eril iktidar kavramı bu yapıyı tarif eder. “Namusu için” kadın öldüren erkek, toplumda sessiz bir onayla karşılanır, cezaevinde başköşeye oturtulur. Bu cinayet katil için şereftir. Katilin tahrik indiriminden yararlanması da devletin ve hukukun da tıpkı cezaevindekiler gibi katili korumasından, aslında onaylamasından kaynaklanır.

Türkiye ve benzeri kültüre sahip ülkelerde bariz olan bu düzen binlerce yıllık bir tahakkümün sonucudur. Erkeğin binlerce yıldır ekonomik, sosyal ve siyasal çıkarları için kadın bedenini cinsel olarak denetim altına almasına dayanır. Erkek, insan toplulukları yerleşik yaşama geçtikten sonra kadının ekonomik değerinin üzerine çökmüştür. Bir yandan doğurganlığı nedeniyle işgücü yaratması diğer yandan erkeğin mülkiyetindeki malvarlığını doğru soya aktaran bir araç olması nedeniyle tahakküm altına almış ve eve kapatmıştır. Bu yapı üzerine kurulu feodal ve kapitalist sistem, bu düzeni bozmamış, aksine liberal devlet yapılanmasında erkeğin tahakkümünü yasal hale getirmiştir.

Kamu alanını düzenleyip erkeğe teslim ederken, evin içini düzenlememiş, özel alandır diye erkeğin tahakkümü ve sömürüsüne bırakmıştır. Bu süreç öyle bir noktaya gelmiştir ki, Engels’in “Roma tipi aile” diye tanımladığı feodal aile tipinde, baba; karılarının, çocuklarının, kölelerinin ve hayvanlarının sahibi haline gelmiştir. Kadın ve çocuk onun mülklerinden biri olmuştur. Bu nedenle Roma tipi ailede baba, eşini, çocuğunu, kölesini, hayvanını yaşatmaya da öldürmeye de yetkilidir.

Bugün yaşadığımız kadın cinayetlerinin kökeninde, toplumun; erkeğin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal çıkarlarına göre kadını ikinci sınıf, hiyerarşik olarak erkeğin altında bir konuma yerleştirmesi yatar.

Bu yaklaşım ve yapılanma ideoloji haline gelmiştir. Kadına şiddetin ideolojisi, toplumun ve devletin yapılanmasının da kaynağı olmuştur. Bu nedenle kadına şiddet, namus veya tutku cinayetleri politik olgulardır.*

Kökünü kurutmak

Kadın cinayetlerinin kökünü kurutmak için namus olgusunun kökeni konusunda toplumu aydınlatmak ve bu olguya dayalı toplumsal düzeni, devlet ve hukuk yapısını değiştirmek gerekir.

Namus olgusu, kadına zimmetlenmiş ve şerefi de erkeğe teslim edilmiş bir sömürü ve tahakküm aracıdır. Binlerce yıl boyunca önce töre sonra yasa hükmü haline getirilmiş, ataerkil bir tahakküm düzeninin en etkili aracı kılınmıştır. Bu yapının sökülmesi gerekir.

Çözüm eğitimdedir. Kadın bedeninin cinsel denetimden kurtulması için bu eğitime ailede ve ilköğrenimde başlanması gerekir. Ailede cinsel eşitlik bir eğitim sorunudur. Anne ve babaların kız ve erkek çocuklar arasında ayırım yapmaları, erkek çocukların cinsel organlarıyla övünmeleri, kız çocuğunu saklamaları, erkek kardeşinden düşük bir aile ve toplum içinde düşük seviyeye yerleştirmeleri ve erkek egemenliğine tabi olacak şekilde yetiştirmeleri sorunun önemli kaynaklarından biridir.

Keza ilköğrenimden başlayarak toplusal cinsiyet eşitsizliğinin sürdürülmesi de kadın üzerindeki erkek tahakkümünün önemli nedenlerindendir.

Cinsler arası eşitlik, doğumun bir yan ürünü olarak doğada vardır. Eşitsizliği yaratan insanın insana tahakkümünün en vahşi türü olan, erkeğin kadını sömürmesiyle başlar. Bu sömürü ve tahakküme son verilmedikçe kadına şiddetin önüne geçmek de mümkün değildir.

Kadının erkeğin mülkiyetinden, tahakkümünden, sömürüsünden kurtulduğu bir toplum düzeni kurmak insanlığın yapacağı en büyük devrim olacaktır.

İşe eğitimden başlarken, kadın üzerinde erkek denetimine dayalı ahlâk düzeninin, erkeğin cinsel, ekonomik ve sosyal çıkarları için yine erkekler tarafından yaratıldığı iyi anlaşılmalı ve öğretilmelidir.


*Mehtap Hamzaoğlu,Namus: Kadına Şiddetin İdiolojisi, Siyap Kitap Yayınları, İstanbul, Ocak-2019