Fikret Bila

17 Haziran 2020

İşçinin tazminatına göz dikmek

Türkiye ekonomisini krizden çıkaracak olan işçinin hakkını yemek değil, sosyal devlet olmanın gereği olarak aksine gelirini ve haklarını artırmak, güvence altına almaktır

Türkiye’de sağcı hükümetler, uzun yıllardır, sermayenin baskısıyla işçinin kıdem tazminatına karşı birçok hamle yapmışlardır.

Bu hamlelerin hepsi de sendikalar, muhalefet partileri ve kamuoyu tarafından püskürtülmüş ve konu hep sümen altında kalmıştır. Ancak hiçbir zaman rafa kaldırılmamıştır. Ne zaman ekonomik kriz yaşansa ve ne zaman iktidarda sağcı partiler olsa yine ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilmiştir.

Bugünlerde bu konu yine gündemde. İktidar "Tamamlayıcı Emeklilik" adı altında bir fon oluşturup, işverenin tazminat yükünü hafifleterek işçinin alacağı toplu parayı düşürmeye çalışıyor.

Türkiye’de işçilerin tek güvencesi alacakları kıdem tazminatıdır. Tabii alabilirlerse…

Hak ettikleri halde işçilerin çoğunluğu kıdem tazminatını alamıyor. Birçoğu mahkemelerde sürünüyor. 

Oysa kıdem tazminatı işçinin emeğinin karşılığı, ana sütü gibi hakkıdır. İşveren nasıl işyerinde araç, gereç, makine, teçhizat için yıpranma yapı olarak amortisman ayırıyorsa, kıdem tazminatı emekçinin yıpranma payıdır, geçim güvencesidir.

Yeni düzenleme, fon uygulaması; ne ad altında olursa olsun işçinin kıdem tazminatına dokunmak hak gaspıdır.

Türkiye ekonomisini krizden çıkaracak olan işçinin hakkını yemek değil, sosyal devlet olmanın gereği olarak aksine gelirini ve haklarını artırmak, güvence altına almaktır.

İşçinin kıdem tazminatının yok edilmesi veya düşürülmesine ilişkin bir düzenleme yapılırsa, hangi görüşten olursa olsun sendikaların hiçbiri bunu işçilerine izah edemez.

12 Eylül 1980’den sonra sendikalar anayasal, yasal düzenlemeler ve fiili baskılarla işlevsiz hale getirildi. Ekonomik krizin faturası işçilere ödettirildi. Turgut Özal askeri yönetim döneminin baskılarını kullanarak, 25 Ocak kararlarını uygulayabildi. Düşük ücret, yüksek enflasyonla kısılan iç tüketimden artanlar hazineden destekle ihracata yönlendirildi ve ihracat zenginleri yaratıldı.

O dönemde fiilen ortadan kaldırılan grev hakkı bugün de fiilen birçok sektörde kullandırılmıyor. İşçi ücretleri her dönem "tahmin edilen enflasyon" kandırmacıyla gerçekleşen enflasyonun altında kalıyor.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi iktidarın gözünü işçinin tek güvence saydığı kıdem tazminatına dikmesi, işçiyi değil işvereni koruyup kollaması kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.

Geçim derdi

Ağır bir ekonomik krizin içinden geçiyoruz. İşsizlik çığ gibi büyüyor. Koronavirüs salgını nedeniyle işyerleri kapanıyor, iflaslar artıyor, birçok insan işini kaybediyor, birçok esnaf kepenk kapatıyor. 

Bu süreçte, devletin istihdam yaratmak, geçim yardımında bulunmak, küçük esnafı desteklemek gibi bir politika yerine işverenleri rahatlatmayı tercih etmesi izah edilemez.

Taşeron işçiliğin yaygın olduğu, birçok işçinin sigortasız ve asgari ücretin altında, Suriyelilerin ise karın tokluğuna çalıştırıldığı bir ortamda, kayıt altında çalışan işçilerin haklarına dokunmak iktidarın yapabileceği en büyük yanlışlardan biri olur.

Türkiye’de çok önemli bir kesim açlık sınırının çok altında yaşamlarını sürdürmeyi çalışıyor.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dün çok çarpıcı resmi rakamlar verdi. Kılıçdaroğlu, TÜİK’in verileriyle şöyle dedi:

"Aylık geliri 583 lira lira olan 11 milyon kişi var. Saray’da oturanlar bu rakamı gördüklerinde yüzleri kızarıyor mu acaba? 18 yıldır devleti yönetiyorlar. 11 milyon kişinin aylık geliri 583 lira olacak. Bunlarda vicdan var mı Allah aşkına? Bunlar fakir ve fukarayı düşünüyor mu acaba?"

İktidarın işçinin kıdem tazminatına dokunman önce bu soruların üzerinde düşünmesi gerekir.