Fikret Bila

03 Mart 2021

İnsan Hakları Eylem Planı'nın düşündürdükleri

İktidarın söylemiyle, vaatleriyle Türkiye gerçeği birbirine uymuyor. Bunun nedeni Anayasa'nın güvence altına aldığı özgürlüklerin uygulamada ciddi biçimde sınırlandırılmış olması

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, detaylı bir "İnsan Hakları Eylem Planı" açıkladı. Plan; 11 ilke, 9 temel amaç, 50 hedef ve 393 civarında faaliyet öngören kapsamlı bir hukuk paketi niteliğindeydi.

Erdoğan, planda yer alan taahhütleri sıralarken pembe bir Türkiye tablosu çizdi. İnsan haklarının temel alındığı, ifade ve basın özgürlüğünün garanti altında olduğu, işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans gösterilen, insan onurunun öncelendiği, kadına şiddetin önlendiği, insan haklarında olduğu gibi çocuk haklarında da evrensel değerlerin uygulandığı, kimsenin gece yarısı veya sabaha doğru evinden apar topar gözaltına götürülmediği, eleştirinin, haberin, köşe yazısının suç sayılmadığı, kimsenin tweet mesajı atmaktan korkmadığı bir Türkiye tarifi yaptı.

Adaletin çok hızla çalıştığı ve tecelli ettiği, yargının bağımsız, tarafsız ve şeffaf olduğu, dava sürelerinin kısaltıldığı, itiraz süresinin sıfırlandığı, karakolda, emniyette, savcılıkta, cezaevinde kimsenin kötü muamele görmediği, yargıç ve savcılarının evrensel hukuk ilke ve değerleriyle eğitildiği ve her yönden güvenceye sahip olduğu bir hukuk devleti anlattı.

Elbette herkes güven içinde, hak ve hukukunun çiğnenmediği, insan haklarının en yüce değer sayıldığı bir Türkiye'de yaşamak ister. Böyle bir Türkiye'nin kurulması için atılacak adımlara destek olur.

Kağıt üstünde çok güzel duran İnsan Hakları Eylem Planı'nın sorunu da daha önceki hukuk reformları paketi gibi uygulanıp uygulanmayacağıdır. Ortaya konulan proje çok cazip olsa da iktidarın her alanda olduğu gibi hukuk alanında da ciddi bir inandırıcılık problemi var.

Bu paketin en iddialı vaadini oluşturan ifade özgürlüğünün teminat altına alınması kısa süre önce yasalaşan bir önceki pakette de vardı. Terörle mücadele Yasası'na bir madde konularak, düşünce açıklamanın, eleştiri içeren haber ve yazı yazmanın suç sayılamayacağı hükmü konuldu. Asında böyle bir hükme de gerek yoktu. Çünkü ifade özgürlüğü Türkiye'de geçmiş anayasalarda olduğu gibi bugünkü anayasada da güvence altındaydı. Yine Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği eleştirilerine karşı hüküm bir yasaya daha konulmuştu. Ancak, bu hüküm yasaya girdikten sonra da meslektaşlarımız haber ve yazılarından dolayı tutuklandılar. Kitapları nedeniyle haklarında soruşturma açıldı. Bugün Türkiye cezaevinde en çok gazeteci olan ülkeler arasında.

İfade özgürlüğünde olduğu gibi basın özgürlüğünde de tablo öyle. İktidara yakın olmayan basın yayın organlarına uygulanan sansür ve cezalandırma kararları henüz çok taze. Basın İlân Kurumu iktidarı desteklemeyen gazetelere ilân kesme cezası uyguluyor. RTÜK yine iktidarı desteklemeyen televizyonlara sık sık ekran karartma cezası veriyor, lisans iptalinin ucunu gösteriyor.

İnsanın maddi ve manevi bütünlüğüne saygı gösterme, dokunmama, insan onurunu incitecek davranışlardan kaçınma, işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans vaadi konusu da çok farklı değil. Türkiye, çıplak arama tartışmasını henüz bitirmedi. Bir grup üniversiteli kadının çıplak aramaya tabi tutulduklarının kamuoyuna yansıması bu uygulamanın çok eski ve yaygın bir uygulama olduğunu da otaya çıkardı. Ünlü sanatçılar da tutuklandıklarında çıplak aramaya maruz kaldıklarını açıkladılar. Henüz bu konuda ilgililer hakkında açılmış bir soruşturma yok.

Cumhurbaşkanı Erdoğan evrensel hukuk kurullarına vurgu yaptı. Ancak daha kısa süre önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarına uymayan Türkiye'ye uyarı üstüne uyarı geldi. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi'nin kararı alt mahkeme tarafından uygulanmadı. İktidar alt mahkemeyi değil Anayasa Mahkemesi'ni eleştirdi, varlığını tartışmaya açtı.

İnsan Hakları Eylem Planı'nda kadına şiddetle mücadele edileceği de çok vurgulandı. Erdoğan 6284 sayılı yasadan söz etti. Ancak partisine yakın kesimlerin iptal edilmesini istedikleri İstanbul Sözleşmesi'ne hiç değinmedi.

Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı, şeffaflığı çok vurgulandı. Hakimler Savcılar Kurulu'nun yetkilerinin artırılmasından söz edildi. Ancak, siyasi davalarda sanıkların tahliyesine karar veren mahkeme heyetinin HSK tarafından dağıtıldığı unutuldu. İrfan Fidan'ın İstanbul Savcılığı görevinden jet hızıyla önce Yargıtay üyeliğine, o görevine fiilen başlamadan da Anayasa Mahkemesi'ne seçildiğine ilişkin tartışmalar da unutulmuştu.

İktidarın söylemiyle, vaatleriyle Türkiye gerçeği birbirine uymuyor. Bunun nedeni Anayasa'nın güvence altına aldığı özgürlüklerin uygulamada ciddi biçimde sınırlandırılmış olması.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin fiilen uygulanmadığı, yargının ve yasamanın yürütme organının etkisinde olduğu, ifade ve basın özgürlüğünün kısıtlandığı, tutuklamanın fiilen ceza infazına dönüştüğü gerçeği karşısında İnsan Hakları Eylem Planı'nın nasıl hayata geçeceğini göreceğiz.