Fikret Bila

30 Ekim 2020

Cumhuriyet eksiliyor

Bir cumhuriyetin içeriği kuvvetler ayrılığını esas alan demokrasi, laiklik, insan haklarına dayalı hukukun üstünlüğü, kadın - erkek eşitliği niteliklerinden yoksunsa ona cumhuriyet denilemez

Cumhuriyetimizin 97. yıldönümü kutlu olsun, Atatürk’ün dediği gibi; "ilelebet yaşasın".

Cumhuriyetin özünü halk egemenliği oluşturur. Atatürk, ulusal kurtuluş savaşı zaferle sonuçlanır sonuçlanmaz, 1922’de saltanatı kaldırarak, cumhuriyetin ilk işaretini vermiştir. Cumhuriyeti ilân ederek egemenliği padişahtan alıp halka devretmiştir.

Halkın egemenliğine dayanmayan devletlerin isimlerinde "cumhuriyet" geçse de onlar gerçek cumhuriyet devletleri değildir. Bugün fiilen diktatörlükle yöneltilen birçok devlet de kendine cumhuriyet demektedir. Ancak o ülkelerde gerçek anlamında bir cumhuriyet yoktur. Kuzey Kore gibi.

Atatürk’ün büyüklüğü, egemenliği halka vermesinin yanı sıra, hilafeti kaldırarak laik bir devlet kurması, Türk insanını kulluktan eşit vatandaşlığa taşıması, Türk kadınını özgürleştirmesi, akla ve bilime dayalı bir eğitim sistemi oluşturması, sanayileşme hamlesi içinde 48 fabrika kurarak ekonomik bağımsızlığa yönelmesi, ülkeye medeni hukuku getirmesi, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak gayreti içinde olmasıdır.

Atatürk’ün sağlam temeller üzerine kurduğu cumhuriyet, çok partili siyasi yaşama geçerek demokrasiyle tamamlanmış ve "demokratik, laik, hukuk devleti" niteliği kazanmıştır.

Türkiye’yi, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden ayıran ve dünyada saygın bir yere oturtan bu özelliğidir. Müslüman dünyada tek örnektir.

Başta Arap ülkeleri olmak üzere demokratik, laik, hukuk devleti olmayan diğer Müslüman ülke halklarının Türkiye’ye çok değer vermelerinin nedeni, din kardeşliğinden öte Müslüman halkların da laik devlete, demokrasiye, bilime ve akla dayalı eğitime, kadın erkek eşitliğine sahip olabileceklerini kanıtlamış olmasıdır. Türkiye, Avrupa Birliği tam üyeliği için müzakere pozisyonuna geçtiğinde Ortadoğu ülkelerinin aydınları, gazetecileri, sanatçılarının Türk meslektaşları kadar heyecanlanmış ve sevinmiş olmalarının nedeni de budur.

Bir cumhuriyetin içeriği kuvvetler ayrılığını esas alan demokrasi, laiklik, insan haklarına dayalı hukukun üstünlüğü, kadın - erkek eşitliği niteliklerinden yoksunsa ona cumhuriyet denilemez.

Bu niteliklerin her biri cumhuriyet rejimini zenginleştiren, güçlendiren niteliklerdir. Atatürk ve kurucu arkadaşları da cumhuriyet için yola çıktıklarında önce egemenliği halka devredip, sonra kurdukları cumhuriyete bu nitelikleri kazandırmak için uğraş vermişlerdir. Gerçekleştirdikleri her devrim, cumhuriyeti zenginleştirmiş, sağlamlaştırmıştır.

Bu açıdan bakıldığında Atatürk’ün emanet ettiği cumhuriyetin, O’nun hedef gösterdiği gibi daha da ileri götürüldüğünü, niteliklerinin artırıldığını, zenginleştirildiğini söylememiz pek mümkün değil.

Aksine cumhuriyetimiz eksiliyor.

Bu eksilmeyi cumhuriyetin niteliklerini gözden geçirerek saptamamız mümkün.

Demokrasiyle başlayalım.

Demokrasi iki temele dayanır:

Kuvvetler ayrılığı ve laik devlet yapısı. Bugün her iki temelin ciddi biçimde sarsıldığını söyleyebiliriz. Kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kaldırıldığını ve laik devlet yapısının hızla aksi yönde dönüştürüldüğünü, tarikatların, cemaatlerin devlete yerleştiğini ve etkin görevler üstlendiğini görüyoruz. Bugün Türkiye’de, bütün yetkilerin yürütme erkinde toplandığı, onun da, yasamayı, yargıyı ve olabildiğince özgür basını kontrolü altına aldığı bir yönetim şekli var.

İnsan hakları ve hukukun üstünlüğüne bakalım.

Hukuk iktidarın penceresine göre uygulanıyor. Muhaliflerin hukukun güvencesi altında olmadıkları, birçok davanın siyasi nitelikte olduğu, davaların konuya, yasalara, Anayasa’ya göre değil, siyasi yaklaşıma göre görüldüğü örnekler dikkati çekecek boyutlarda. Alt derece mahkemelerinin Anayasa Mahkemesi’nin insan haklarının ihlal edildiğine ilişkin kararlarını uygulamadığına tanık olduğumuz bir dönemden geçiyoruz.

Kadın - erkek eşitliğine bakalım.

Kadına şiddetin, kadın cinayetlerinin önlenemediği bir ülke konumundayız. Erkeğin korunduğu, kadının suçlandığı, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkıldığı, çocuk evliliklerinin koruma altına alınmaya çalışıldığı, bir kamu yöneticisinin erkekler için 4’e kadar çok eşliliği önerdiği, bazı tarikatlarda çocuklara tecavüz edildiği, şehvet ve servet edinmek için dini değerlerin kullanıldığı bir gerçekle karşı karşıyayız.

Eğiteme gelince…

Üniversitelerin rektörlerin çiftliğine dönüştüğü, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okulların büyük çoğunluğunun imam hatibe dönüştürüldüğü, fen liselerinin değil imam hatip liselerinin desteklendiği, yoksul ailelerin çocuklarını imam hatip liselerine göndermekten başka seçeneklerinin kalmadığı,  imamların, tarikat referanslı bekçilerin öğretmenlerden daha çok olanağa sahip olduğu, tarikat mensuplarının okullarda ders verdiği, ana sınıfı öğrencilerine türban takıldığı, rektörlerin, dekanların ilahiyatçılar arasından seçildiği, eğitimin bilime değil din esaslı bir yapıya yaslandığı bir sistemin inşasına tanık oluyoruz.

Cumhuriyetimiz eksiliyor.