CHP, Yunan ordularının İzmir'den de sökülüp atıldığı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlandığı günün birinci yıldönümünde, 9 Eylül 1923 günü, TBMM'de Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı grup toplantısıyla kurulmuştur. Partinin kuruluş dilekçesi de 11 Eylül günü yine Mustafa Kemal Atatürk'ün imzasıyla İçişleri Bakanlığı'na verilmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, CHP'nin fiilen 4 Eylül 1919'da kurulduğu düşüncesindedir. Bu nedenle Atatürk'e göre CHP'in birinci kurultayı Sivas Kongresi'dir.
CHP'nin ilk tüzüğüne bakıldığında Atatürk'ün birinci hedefinin egemenliği padişahtan alıp halka vermek olduğu görülür. Bu amaçla ilk tüzüğün birinci maddesinde CHP'nin hedefinin, milli egemenliğin halk tarafından ve halk için uygulanmasına rehberlik etmek olarak tanımlandığı görülür.
Tüzüğün ikinci maddesinde ise "bütün kuvvetlerin üstünde kanun üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik" vurgusu dikkati çeker. Bu vurgu; yasama, yürütme ve yargı erklerini bağlayan "hukukun üstünlüğü" ve "yasa önünde eşitlik" ilkelerine dayalı çağdaş demokrasinin kuruluş aşamasında bile Atatürk ve arkadaşlarının temel hedefi olduğunun kanıtıdır.
Tüzüğün bu ilk iki hükmüne bakarak Atatürk'ün CHP'ye yüklediği iki temel işlevin çağdaş bir hukuk devleti kurmak ve tebaayı eşitlik haklara sahip yurttaş statüsüne geçirmek olduğu söylenebilir. Sonradan hilafetin kaldırılmasıyla birlikte düşünüldüğünde Atatürk'ün koşullar uygun olduğunda "demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti" kurmayı hedeflediği çok rahat söylenebilir.
CHP sonraki dönemlerde bu amacı gerçekleştirmeye gayret göstermiş ve bu konuda büyük ölçüde başarılı olmuştur. 1946'da çok partili hayata geçerek ve 1950 seçimlerinde iktidarı seçimi kazanan DP'ye devrederek, 1960'ların ortalarından sonra sosyal devlet yapısını öne çıkararak "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti"ne dayalı bir sistemin kurulmasına önayak olmuştur.
Günümüzde durum
CHP'nin 97. kuruluş yıldönümünü kutladığı bugün Türkiye'nin en temel sorunu "demokratik, laik, sosyal hukuk devleti"nden çok uzaklaşmış olmasıdır.
CHP'ye düşen tarihi görev ve sorumluluk bugün de 97 yıl önce olduğu gibi demokratik, laik, sosyal hukuk devletini yeniden inşa etmek ve cumhuriyet değerlerini yeniden canlandırmaktır.
Çağdaş demokrasilerin iki temel dayanağı kuvvetler ayrılığı ilkesi ve laikliktir.
AK Parti iktidarının 18. yılında ise Türkiye'de kuvvetler ayrılığına dayalı bir işlerliğe sahip demokratik ve laik yapıdan söz etmek mümkün değildir.
Bu CHP'nin de kamuoyuna açıkladığı bir saptamadır.
Prof. Dr. Sencer Ayata'nın koordinatörlüğünde hazırlanan "CHP: Söylem, Politika, İdeoloji" adını taşıyan çalışmada şu ifadeler yer alır:
"CHP'ye göre AK Parti döneminde erklerin keyfi biçimde tek elde toplanması, dengesiz ve frensiz bir iktidarın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yasamanın üstünlüğü ilkesi, sadakat ilkesine göre atanmış bir avuç danışmanın gölgesinde kalmış, yargının bağımsızlığı siyasi müdahalelerle zayıflatılmıştır. Yürütme sürekli olarak yargıdan ve Meclis denetiminden kaçmanın yollarını arayan bir makama dönüşmüştür. Yasama faaliyeti, siyasal gücü sadece kendi elinde tutmak isten bir tek adam zihniyetinin esiri olmuştur…
AKP rejiminde Meclis partinin, parti dar bir kliğin, dar klik ise otoriter liderin direktiflerine tabi kılınmıştır. Millet iradesi, yerini lider iradesine bırakmıştır."
Aynı çalışmada Türkiye'de yargının durumu da şöyle saptanmaktadır:
"Yargı, yürütmenin kurumsal ve sistematik saldırısı altındadır. İktidar bir yandan yargı kararlarına riayet etmemekte, diğer yandan da yargıyı denetimi altına alarak kendi suçlarını aklama ve muhalif toplum kesimlerini cezalandırmaya çalışmaktadır. AKP'nin kurmaya çalıştığı baskıcı rejime ve keyfi liderinin hukuk dışı eylemlerine göz yumacak bir 'bağımlı yargı' tesis edilmektedir… AKP oligarşisi, yargıyı kendisini aklayan ve muhaliflerini yıldırıp korkutarak sindiren bir araç haline gelmektedir."
AK Parti uygulamalarıyla laiklik ilkesinden uzaklaşmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı asli işlevinden uzaklaşmış, iktidarın faaliyetlerini dini açıdan onaylayan bir kuruma dönüştürülmüştür.
Ekonomik açıdan bakıldığında ise vergiler ve özelleştirmelerle elde edilen kamu kaynakları çarçur edilmiş, ülke derin bir krize sürüklenmiştir. AK Parti'nin ekonomi politikası, ülke kaynakları kendilerine bağlı yeni zenginler yaratılması için kullanılmış, hazine garantileriyle aynı şirketlere yaptırılan altyapı yatırımları hazinenin boşaltılmasına neden olmuştur. Bu kaynak israfıyla Türkiye sosyal devlet yapısından uzaklaşmış, iktidar Merkez Bankası'nın ihtiyat akçesini bile seçim öncesinde kullanmak zorunda kalmıştır.
CHP, bu tablo karşısında Millet İttifakı'yla birlikte kuruluş yıllarında olduğu gibi Türkiye'nin hem demokratik, hem de ekonomik olarak yeniden inşası görev ve sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğunu söylüyor.
Bu görevi yerine getirmek için önümüzdeki seçimleri kazanmaya kilitlenmesi gerekiyor.
Başarı şansı ise Millet İttifakı'nı dağıtmadan daha da güçlendirerek ve genişleterek yürüyebilmesine bağlıdır.