CHP'li Berhan Şimşek'in, valileri, kaymakamları militanlık yapmakla eleştirmesine iktidar çok sert tepki gösterdi.
Berhan Şimşek hakkında hemen soruşturma açıldı.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Şimşek'e sahip çıkıp militan eleştirisini destekleyince, iktidar bu kez O'na da yüklendi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 81 il valisini Kılıçdaroğlu'na karşı dava açmaya çağırdı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Soylu'ya destek vererek çağrıyı büyüttü. Valilere, kaymakamlara, yargıçları ve diğer devlet memurlarını katarak, "Bu hakarete maruz kalan kim varsa dava açmalıdır, gereği yapılmalıdır" dedi.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik de tartışmaya katıldı. Çelik, "Açık ve net şekilde söylüyorum; valilere, kaymakamlara, yargı mensuplarına militan diyenler faşistlerin ta kendileridir. Nazi ağzı ile konuşmayı bırakmalılar" diyerek, işi faşizme, Nazizme kadar vardırdı.
Türk Dil Kurumu, "militan" sözcüğünü, "bir düşünceye, bir görüşe bağlı olan ve onun başarı kazanması için uğraşan, bu yolda savaşan kimse, bir siyasi örgütün etkin üyesi" olarak tanımlanıyor.
Eski CHP milletvekili Berhan Şimşek de "militan" diyerek vali ve kaymakamların AK Partili gibi davrandıklarını ifade etti.
Bu eleştiriden kalkarak, CHP'yi faşist ve Nazist bir dil kullanmakla, diktatörlük özlemi içinde olmakla, CHP'nin tek parti dönemindeki zihniyeti taşımaya devam etmekle eleştirmek, tüm vali ve kaymakamları Kılıçdaroğlu'nu dava açmaya çağırmak, orantısız bir tepkidir.
Tüm valilerin ve kaymakamların, Kılıçdaroğlu'na dava açmaları tam da CHP'nin eleştirdiği gibi onları siyasi taraf haline getirir. Vali ve kaymakamların, yargıçların, diğer kamu görevlilerinin siyasi tartışmaların dışında kalmaları gerekir. Onlara yönelik genel eleştirileri yanıtlaması gereken yine iktidardaki siyasiler olmalıdır. Eğer bir valiye, kaymakama, yargıca diğer kamu görevlilerinden birine kişisel olarak hakaret edilmişse o zaman o görevli elbette dava açabilir.
Dava açma çağrısı yapanların Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı olmasının önemli bir tarafı her ikisinin de vali ve kaymakamların sıralı amirleri olmasıdır. Valiler cumhurbaşkanını temsil eder ve makam araçlarında Türk bayrağı taşırlar. İstisnai memurlardır. İçişleri Bakanı'na ve onun da üzerinde Cumhurbaşkanı'na bağlıdır. Bu nedenle İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı'nın talimatı altında çalışırlar. Bu nedenle Erdoğan ve Soylu'nun çağrısının valiler ve kaymakamlar tarafından talimat olarak algılanması olasılığı yüksektir. Valiler idari yönden İçişleri Bakanlığı'na ve Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olmakla birlikte, hükümeti, iktidar partisini değil devleti temsil ederler. Her devlet memuru gibi tarafsız hizmet vermekle yükümlüdürler.
Ayrıca iktidarın, CHP'yi tek parti zihniyetiyle, faşistlikle, Nazi dili kullanmakla suçlaması işinde bir terslik olduğu açıktır.
CHP 18 yıldır iktidarda değil. Vali, kaymakam, yargıç atayan parti de CHP değil. Bu itibarla CHP'nin devlete hakim olması da söz konusu değil. Faşist veya Nazist veya parti-devlet aygıtı oluşturması da olanaksız.
Aksine, AK Parti iktidarını, devleti "parti-devlet"e dönüştürmekle eleştiren CHP'dir. Son militan eleştirisi de bu bağlamda dillendirilen bir eleştiridir.
İktidarın sık sık atıf yaptığı CHP'nin İsmet İnönü'nün liderliğindeki tek parti döneminden iki önemli olayı hatırlamak gerekir.
Partili cumhurbaşkanı ve parti-devlet yapısını ilk eleştiren rahmetli Adnan Menderes'tir. Menderes, cumhurbaşkanının aynı zamanda bir partinin genel başkanı olmasının en önemli sakıncasının devleti siyasete çekecek olmasında görmüş, İsmet İnönü'ye bu eleştiriyi yöneltmiş ve cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiğini savunmuştur.
İsmet İnönü de çok partili hayata geçiş sancıları içindeki o dönemde, bu eleştiriye hak vermiştir. 1947 yılında "tarafsız cumhurbaşkanı" olacağını ilân etmiştir. Aynı yıl toplanan CHP'nin 7. Kurultayı'nda da İnönü, parti tüzüğünde, genel başkanlık yetkilerini genel başkan vekiline devreden düzenleme yaptırmıştır. Genel başkanın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde parti yönetiminin genel başkan vekiline bırakılması kabul edilmiştir.
İnönü'nün bu değişikliği yapması, Demokrat Parti'nin haklı olarak talep ettiği gibi açık-oy gizli sayım yasasını çıkarması ve diğer demokratikleşme adımları CHP'yi iktidarda tutmaya yetmemiş ve 1950 yılında yapılan seçimle iktidarı kaybetmiştir.
CHP'nin 1950 seçimini kaybetmesinde, parti-devlet uygulamaları, halkın siyasette gerçek temsilinin bulunmaması, devlet memurlarının elitist tutumları, köylünün ve çiftçinin giderek yoksullaşması, temel gıda maddelerine karne uygulanması, artan vergiler en önemli etkenler olmuştur.
Bugün için CHP'nin tek parti dönemine öykündüğü söylenemez. CHP'nin 1950'den sonra tek başına iktidar olamamasında, bu dönemin etkisi vardır. CHP bu dönemden ders çıkarmıştır.
Bu nedenle, CHP'nin, tek parti döneminin CHP'sini hedeflediği, faşizme, Nazizme özendiği iddiası gerçekten uzaktır.