AK Parti’nin seçim kampanyalarının iki belirgin yönü vardır.
Birincisi mağduriyet, ikincisi bu mağduriyeti yaratan sisteme karşı isyan etmek, başkaldırmak.
Bu ikili; bazen müminlerin ibadetlerini özgürce yerine getirememeleri mağduriyeti ile devleti yöneten laik seçkinlerin dindarları ezmeleri, bazen türban takan öğrenciler ile onları üniversitelere sokmayan elit yönetimler, bazen orduevine alınmayan başı kapalı anneler ile askeri vesayet düzeni, bazen ezilen yoksul kesimleri ile Türk iş dünyasının önde gelen aileleri, bazen mazlum Filistin halkı ve Müslüman Afrika halkları ile Siyonist İsrail ve ABD’dir.
Birçoğu halkın duygularına ve günlük yaşamda çektiği sıkıntılara dokunan bu söylem Erdoğan’ın seçim başarılarında etkili olmuştur. Buna "yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar"la mücadele söylemi de eklenince meydanların coşkusu sandığa yansımıştır.
AK Parti, 18 yıllık iktidarı boyunca isyan ettiği, yakındığı yapıyı yıkmış durumdadır. Bugün ne isyan edeceği askeri vesayet vardır ne mağduriyet üreteceği türban yasağı ne ibadet sınırlaması ne yasaklanan tarikat faaliyetleri ne laik elitlerden oluşan yüksek yargı ne halktan uzak monşerlerden oluşan dışişleri ne asker ve yüksek yargıyla her zaman dirsek temasında olan laiklik başta olmak üzere cumhuriyet değerlerinin savunucusu cumhurbaşkanı ne de iktidara kafa tutan laik zenginler kulübü, ne yoksuzluk ne yoksulluk ne de yasaklarla mücadele…
Malzeme bitti
Türkiye’yi 18 yıldır tek başına yöneten bir iktidarın artık geçmişten mağduriyet üretmesi, ülkenin yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunları eski iktidarlara veya vesayet düzenine bağlaması mümkün değildir. Nitekim bu yönlü girişimlerde bulunduğunda karşılaştığı ve karşılaşacağı soru "18 yıldır neden çözmediniz" olmuştur, olacaktır.
AK Parti şikayetçi olduğu eski sistemi yıkarken ortaya çıkan boşluğu FETÖ’nün doldurmasında sakınca görmemiş, bunun ülkeye maliyeti çok daha ağır olmuştur. FETÖ’nün tasfiyesiyle ortaya çıkan bürokratik boşluğu, bu kez yine liyakat yerine dini referans, siyasi referans ve tarikat mensuplarıyla doldurmuştur.
Cumhurbaşkanlığı-hükümet sisteminde ise bütün yetkiler Cumhurbaşkanı’nın elinde toplanmış, Anayasa'ya, kuruluş yasalarına göre bağımsız veya özerk olması gereken kurumların bu nitelikleri ortadan kalkmış, Türkiye ek elden yönetilir olmuştur.
Bu durumda iktidarın mağduriyet yaratan, isyan edeceği, başkaldıracağı bir güç kalmamıştır.
Olgu uymayınca algı
Bu gerçek 2019 yerel seçimlerinde görülmüştür.
Yerel seçim öncesi AK Parti’nin mağduriyet söylemi, muhalefeti darbecilikle, teröristlikle, PKK yandaşlığıyla suçlaması, dış güçlerin ekonomiyi mahvetme, iktidarı devirme niyetlerine karşı başkaldıran nutuklar atması, sürekli beka sorunundan söz etmesi sandıkta sonuç vermemiş ve ağır bir seçim yenilgisi almıştır.
Bugün iktidarın, önceki dönemlerde olduğu gibi, mağduriyet yakınması ve güce karşı dik duruş, büyük güçlerle mücadele kahramanlığı gibi kullanacağı olgular yok. Ancak böyle bir olgu varmış gibi algı yaratma çabası var.
Örneğin Ayasofya’nın müze niteliğinin ortadan kaldırılması ve ibadete açılması böyle bir çabaydı. İstanbul’da bir ibadet ve cami sorunu varmış, İstanbul ve Ayasofya işgal altındaymış gibi bir başkaldırı söylemi ve fetih havasıyla yapılan açılış töreni, zayıflayan desteği toparlama, Fatih’in kahramanlığından pay çıkarma, buna karşı çıkacak muhalefeti de dinsizlik, imansızlıkla hırpalama hamlesiydi. Ancak öyle olmadı. İktidar, yaşanan ağır ekonomik krizin yarattığı sorunları çözmediği gibi doların fırlamasını engelleyemedi, CHP oyuna gelmediği için onu de dinsizlikle-imansızlık suçlayacak malzeme çıkmadı. İktidar arzu ettiği algıyı yaratamadı.
Bu süreçte ortaya bir "Ayasofya ittifakı" kavramı atıldı. İyi Parti lideri Meral Akşener’in, karantina günleri geçince Ayasofya’yı ziyaret edip, namaz kılmasından hareketle "senin yerin CHP’nin yanı değil, bizim yanımızdır, ne işin var orada, evine dön" çağrısının arkasından bu çağrının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından "makul ve yerinde" bulunmasıyla Millet İttifakı’nın dağılması beklendi. O da olmadı.
Şimdi ABD’de Demokrat Parti’nin Başkan adayı Biden’in densiz ve hadsiz sözlerinden bir mağduriyet ve ona karşı başkaldırıyla bir kahramanlık, bir isyan, bir dik duruş denemesi yapılıyor. Dış güçlerin Erdoğan’ı devirerek yerine Kılıçdaroğlu’nu getirmeye çalıştığı senaryosu işleniyor.
Bu senaryonun da iktidarın arzu ettiği mağduriyet-isyan mekanizması yaratması, muhalefeti dış güçlerle iş tutacak, darbecilik, teröristlik yapmakla suçlayacak bir malzeme üretmesi çok zor.
İktidar belki ABD seçimlerinin yapılacağı kasım ayına kadar Biden üzerinden bir tehdit ve mağduriyet söylemi yürütebilir ama Biden’in seçilmesi halinde bunu sürdüremez. Trump gibi Biden’la da iyi geçinmenin, Beyaz Saray’a davet edilmenin, birlikte fotoğraf vermenin yollarını arayacaktır.
Biden’in haddini aşan sözlerinin ise CHP’nin üzerine yapışmayacağı bir diğer gerçektir.
Bütün çabalara karşın Millet İttifakı dağılmadığı sürece iktidarın işi, en az 31 Mart yerel seçimlerinde olduğu kadar zordur.