Fikret Bila

14 Eylül 2020

12 Eylül'ün ağır faturası

40 yıl önceki 12 Eylül'ü bugüne bağlayan iki köprüden biri, emek ve kamusal ekonomi karşıtı politika ise diğeri de siyasette demokratik-laik yapı yerine İslamcı yapının oluşturulmasıdır

40. yıldönümü nedeniyle 12 Eylül yeniden tartışmaya açıldı.

12 Eylül 1980'de, TSK'nın emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği darbe, ABD ile birlikte çok önceden planlanmış bir askeri müdahaledir.

Soğuk Savaş döneminde, ABD'nin Sovyetler Birliği'ni güneyden çevrelemek için geliştirdiği Yeşil Kuşak projesinin bir parçasıdır. 1979'da, İran Devrimi'yle dağılan CENTO'dan sonra Afganistan'ı işgal eden Sovyetler Birliği'nin kuşatılması ve İran'ın yayılmasını durdurmak için, Türkiye'de tamamen ABD'nin güdümünde bir askeri yönetim kurulmuştur.

ABD'nin güdümündeki 12 Eylül'ün üç temel hedefinden biri Yeşil Kuşak projesinin tamamlanması, ikincisi Türkiye'de yükselen solun ve örgütlü toplumun geriletilmesi ve üçüncüsü de Türk ekonomisinin uluslararası sermayeye pazar olarak entegre edilmesidir.

12 Eylül yönetimi işbaşına geldikten bir ay sonra Yunanistan'ın NATO'ya dönmesine onay vermiş, iki ay sonra 1975 yılından beri kapalı olan Türkiye'deki ABD üslerini açarak NATO'nun Güneydoğu kanadını ABD'nin istediği gibi güçlendirmiş ve Pakistan'daki askeri yönetimin Lideri Ziya Ül Hak'la Washington'un istediği kuşağı oluşturmuştur. Afganistan'da, Sovyet işgaline karşı direniş başlatmak üzere Taliban da Pakistan'da kurulmuş ve desteklenmiştir. ABD'nin 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra düşman ilân ettiği El Kaide ve türevi terör örgütlerinin kurucu lideri aynı ABD'dedir.

12 Eylül'ün diğer önemli hedefi olan solun ve örgütlü toplumun yok edilmesi projesi de hızla uygulamaya konulmuştur. 12 Eylül, solun üzerinden silindir gibi geçmiş, siyasi partileri, sendika liderlerini, aydınları, öğrenci liderlerini, meslek örgütü önderlerini işkenceden geçirmiş, işkencelerle büyük çoğunluğu solcu 171 kişinin öldürüldüğü belgelenmiş, 630 bin kişi tutuklanmış, 30 bin kişi yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, yaşı büyütülerek asılan Erdal Eren dahil 50 kişi idam edilmiştir. DİSK kapatılmış, grev yasaklanmış, toplu pazarlığa son verilmiş, işçi ücretleri Yüksek Hakem Kurulu'na bağlanarak fiilen dondurulmuş,

Dış politikada ABD'nin istediği pozisyonu alan 12 Eylül askeri yönetimi, örgütlü toplumu dağıtıp, grevi yasakladıktan sonra, Turgut Özal'ın 24 Ocak kararlarını rahatlıkla uygulamasına zemin hazırlamıştır. Özal, dondurulan ücretler nedeniyle satın alma gücünün düşmesi sonucu kısılan talep sayesinde ortaya çıkan ürün fazlasını devlet teşvikiyle ihracata yöneltip, bir yandan devlet eliyle zenginleri daha zengin yaparken yeni zenginler de yaratmış ve Türk ekonomisini uluslararası sermayeye açmış, ithal ikamesi politikası terk edilmiştir. Bu süreç aynı zamanda Cumhuriyet'in önemli birikimi olan kamu ekonomik kuruluşlarının özelleştirmesini getirmiştir.

Türkiye ekonomisi, toplumsal ve siyasal yapısı ABD'nin istediği gibi yeniden düzenlenmiştir.

12 Eylül 1980'de Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve MGK üyeleri ülkede yönetime el koydu    

Ağır fatura

12 Eylül'ün Türk halkına ödettiği fatura çok ağırdır.

Türkiye'de darbe yapabilmek için anarşi yoluyla kaos ortamı yaratılmıştır. Bu sürecin Bülent Ecevit'in daha sonra kontrgerilla olarak açıkladığı, devletin derinliklerinde gizli örgütler eliyle yönetildiği sonradan daha açık şekilde anlaşılmıştır. 1 Mayıs 1977'de, Taksim meydanındaki katliamdan, 1978, 1979, 1980'de gerçekleşen Sivas, Kahramanmaraş, Çorum katliamları, Şubat 1979'da Abdi İpekçi'nin katledilmesinden Temmuz 1980'de Maden-İş Başkanı Kemal Türkler'in öldürülmesine kadar onlarca faili meçhul cinayet ve sağ-sol çatışması adı altında "karşıt görüşlü" 5000 gencin öldürülmesi, askeri darbeye zemin hazırlamak için emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin sahneye koydukları büyük bir planın aşamalarıdır. Bu gerçekler, 12 Eylül'den sonra Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel tarafından Kenan Evren'e yöneltilen en ağır suçlama olmuştur.

Kenan Evren bu eleştirileri, "son ana kadar siyasiler belki akıllarını başlarına alırlar diye bekledik" diyerek yanıt vermiş ancak 12 Eylül yönetiminin orgenerallerinden Bedrettin Demirel, "darbeyi Temmuz 1979'de yapacaktık, şatlar olgunlaşsın diye erteledik" diyerek, Evren'i açığa düşürmüştür. Süleyman Demirel, Bedrettin Demirel'in bu sözlerine, "beklediğiniz bu sürede 3 bin genç öldü" diye karşılık vermiştir. Ecevit de, Kenan Evren'i sıkıyönetime karşın olayları özellikle önlememekle, hatta kontrgerilla eliyle organize etmekle suçlamıştır. Demirel de "11 Eylül'de akan kan 13 Eylül'de nasıl durdu" diye sorarak aynı ithamda bulunmuştur.

Siyasi yön

12 Eylül'ün sonuçlarından biri Türkiye'nin siyasi yönünü, demokratik laik toplumdun Türk-İslam Ülküsü'ne yöneltmek olmuştur. Bu süreçte, Turgut Özal'ın ilk imzasını attığı faizsiz bankacılık kararnamesiyle başlayan adımlarla İslamcı siyaset dört eğilimden biri olarak iktidara yerleşmeye başlamıştır. Bugünkü iktidarın, Adnan Menderes'ten sonra Turgut Özal'ı hayırla anmasının temelinde bu politika yatar.

40 yıl önceki 12 Eylül'ü bugüne bağlayan iki köprüden biri, emek ve kamusal ekonomi karşıtı politika ise diğeri de siyasette demokratik-laik yapı yerine İslamcı yapının oluşturulmasıdır.