Bir aydır ilk defa yoldayım. Seyahatteyim. En sevdiğim, İzmir'deyim.
Nasıl iyi geldi, nasıl gözümü gönlümü açtı…
İzmir'i, yeni açılan Hyatt Regency'i, İstanbul Havalimanı'na metroyla gidişimi, deprem sonrası üst segment turizmin geleceğini yazacağım.
Haftaya.
Bildiğim acilen rutinime, hayatıma dönmem gerektiği. Biliyorum, acı kor olur, yürekleri yakar. Ben uzaktan böyle olduysam, etkilenenler ne yapar…
Ama hayat akıp gidiyor bir yandan da. Uyuyamamaktan, sinirle volta atmaktan, her sabaha hınçla başlamaktan çok ama çok sıkıldım.
Haber seyretmek istemiyorum. Olası senaryolar hakkında ahkam kesmiyorum.
Yaralara merhem lazım şimdi.
Yaşamak lazım. En çok şimdi…
Her canlı yarasını sarar ve sanat iyileştirir
Seller yaşanmıştı, hatırlatsınız. İki sene önceydi. Cumhuriyet'e bu yazıyı yazmıştım. Kadersiz coğrafyanın kadersiz insanlarıyız, orası kesin. Ancak bir miktar dik duruşla, biraz çabayla, hayat akacak, kentler kurulacak, insanlar günlük koşuşturmalarına geri dönecek…
Bakın neler yazmışım
Yangınlar ve ardından sellerle bir o yana, bir bu yana savrulduk. Bir taraftan da hayat devam ediyor. Tüm acılarına, dramasına, sinire, öfkeye rağmen... Biliyorum, yaşayan mutlaka ayağa kalkar. Her canlı organizma, iyileşme ve hayatta kalma içgüdüsüyle var gücüyle çalışır. Yaralar, yaşam devam ederse, mutlaka iyileşir.
Yıllar evvel Atatürk Havalimanı'nda çok kötü bir saldırı gerçekleşmişti. Can kaybı, mal kaybı, korkunç bir acı.
Amerika'dan gelen basın mensupları, ancak bir sonraki güne yetişebildi. Ne duvarlarda, ne yerlerde bir ufacık iz kalmıştı. Havaalanı açık, hayat gayet normaldi. Kırılan taşlar, camlar hemen değiştirilmişti. Patlayan camlar da. Tüm alan temizlenmiş, dezenfekte edilmişti. Tabii yanan yürekler ve vakitsiz son bulan hayatlar, bir daha aydınlanamayacak bir karanlıktaydı...
Amerika'dan gelen ekipler, canlı yayın yapacak yer bulamadılar. "Nerede" diye sordular. "İşte burada" dedim. İnanmadılar, on kişiye daha sordular. Nasıl böyle olabilir, nasıl 24 saatte hayat normale döner diye deli çıkıyorlardı. "Biz böyleyiz" diye anlattım, "işte resillience, adapte olma becerisi, hayata tutunma yeteneğimiz böyle bizim".
Sanat iyileştirir
Önce yanan dağları, ormanları iki sene sonra yemyeşil gördüğüm, inanamadığım günler geldi aklıma. Seller bitecek, dünya yeşillenecek tekrar diye düşündüm. Sonra da Mine Kalpakçıoğlu arayıp M Gallery The Bodrum'a davet etti.
Delta Holding CEO'su Murat Delibalta, ülkemizin en iyi koleksiyonerlerinden biri. Accor Grubu'yla ilişkiye girerek, M Gallery Hotel Collection'ın 34 otelinden birini, M Gallery The Bodrum adıyla, kendi arazisinde açmış. Bir otel, muazzam bir otel olmuş. Ama onun dışında da tüm yapı, konsept, doğa çok güzel birleşmiş. Ortaya başlı başına bir tablo çıkmış. Bir hikaye, bir hayat inşa edilmiş adeta.
Dönümlerce bir arazi, denize sıfır. İki koyu birden gören muhteşem bir manzara. Lobiden girince Ergin İnan, Budi, Yiğit Yazıcı, Ahmet Güneştekin, Ertuğrul Ateş, Ferruh Başağa eserleri karşılıyor. Manzarayla, ışıkla, eşyalarla uyum içinde herşey. Sergide görüp heyecanlanacağım bir eser, orada sehpada duruyor. Altı çizilmemiş, ama yok olmamış bir ahenk içinde. Anthony Quinn'in dünyaca ünlü heykeltraş oğlu Lorenzo Quinn de otele davet edilmiş. Infinity havuzun başına, bu "hikaye"ye uygun bir eser tasarlamak üzere havayı koklamış. Böyle hikayeleri "biz çayımıza demlerken üç çeşit kullanıyoruz" gibi basit bir şey anlatır gibi anlatıyorlar...
Yemeğe geçtik. M Gallery Salata, acayip lezzetliydi. Türlü yeşil bitki, bol ayçiçeği. Hem kıtır kıtır, hem taze taze. Meksika usülü tavuklu quesadilla, resmen yıkılıyordu. Ben Meksika'da en iyi lokantalarda da yedim, buradaki daha iyi olmuş. Son yılların en "in" yemeklerinden ceviche'yi levrekle yapmışlar. Masaya son gelen ahtapot, kalamar ve karidesli linguini ise, baştacıydı.
Amma da yemek anlattım yahu! Demek ki biraz da "yemek iyileştirir" desek yeridir...
Odaların gecelikleri 400 – 1100 Euro arasında değişiyor. Günübirlik plaja gidenler için de kişi başı 350 TL harcama limiti var. Yine Bodrum beach'lerinin fiyatlarının yanında be-da-va!
Bodrum Kalesi'nde bir Türk balesi
Ağzım kulaklarımda bir gün geçirdim. Zaman zaman sahnelemeye devam ediyorlar. İki yaz evvelki şahane günün akşamına da Bodrum Kalesi'nde Bale Festivali kapsamında sahnelenen Harem balesine davetliydim. Harem, 22 yıldır kapalı gişe oynuyor. Koreograf Merih Çimenciler, Klasik Türk Müziği sazları ve bildik eserleri de kullanmış. Ankara Devlet Opera ve Balesi dansçıları muhteşemlerdi. Hepsi çok formunda, zımba gibiler. Sanki pandemide hiç oturmamışlar, bir lokma bile ekmek yememişler. Bale sahnesi için çok küçük sayılabilecek bir sahnede, harikalar yarattılar. Hele gösteri sırasında "Kimseye Etmem Şikayet" ve bilinen birkaç klasik eser daha canlı söyleniyor; o kısımlarda özellikle tüylerimiz diken diken oldu.
Devlet Opare ve Balesi'nin genel müdürü Murat Karahan da oradaydı. Çok eskiden tanıyorum, uzun uzun sohbet ettik. Onun pozitif enerjizi, güleryüzü de bana bir iyi gelsin...
İşte böyle. Hayat ve sanat iyileştirir, değil mi? Hadi o zaman, gelsin biletler, rezervazyonlar, planlar. Madem işimiz bu; gezelim, yiyelim, öğrenelim.
Ve müsade ederseniz, anlatalım.
Fatih Türkmenoğlu kimdir? "Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası. |