Şu son iki buçuk sene neler neler gördük, geçirdik; değil mi? Salladı geçti resmen, sersem etti hepimizi. Hiç plan program yapamadık, saldık gitti resmen, kervanı yolda düzdük. Olduğu kadar.
Etkileri hâlâ süren bir pandemi, benliğimizi sarstı, günlerce çırpılmış yoğurda çevirdi hepimizi. Korktuk, kızdık, sıkıldık, tekrar korktuk, bıktık usandık. Evlerde geçirdiğimiz hapis gibi seneler travmalarımızı tetikledi, obsesif kompulsif davranış bozukluklarımız tavan yaptı. Portakalı üç kere deterjanla yıkayıp iki gün dışarıda beklettik, başımızın etrafında dört kere döndürdükten sonra yiyebildik ancak. Dokunamadık, deneyimleyemedik. Şimdi ise uçup giden iki yılı beyimizde karantinaya kapattık, kendimizi de yollara attık.
İnsan bir yandan da, bu yaşananların ne kadarı doğru acaba diye düşünmüyor değil. Worldometer'dan baktım, son iki buçuk senede Covid sebebiyle tüm dünyada hayatını kaybeden insanların sayısı, 6 milyondan biraz fazla. Ölenlerin yarısından çoğu, çok yaşlı ve/veya kronik rahatsızlığı olanlar. Dünya nüfusunun 8,5 milyar olduğunu düşünürsek, istatistik tablolarında yer alamayacak kadar küçük bir oran var elimizde. Bir de yaşanmamış yıllar.
İlk aylardaki tedavi adı altında yapılan zulümler, uzaya gönderiliyormuş gibi giyinen sağlık çalışanları, evlerinin önüne çıkamayan biz insancıkları düşünün derim. Bir de bize kaybolan yıllarımızı verin, gidilemeyen yollarımızı açın, o kadar.
İnsan, ait hisseder. İnsan, bir sarmalın içinde serpilir. Net bildiğim bir şey var ki, o da psikoloji biliminin dayandığı gerçek: İnsan biyo-psiko-sosyal varlıktır. Dokunmayan, sarılmayan, başkasının yarasını sarmayan, gülmeyen, dans etmeyen, iyilik yapmayan ve iyilik bulmayan, kısacası hayatı yol arkadaşları ile yaşamayan insan, yaşamamış sayılır. Nokta. Gerisi bana göre hava civa.
İnsanoğlu hep yolda
Tam hadi gezeceğiz, maskeler çıkıyor falan dedik, ama yarabbi, o da ne! Dolar bir taraftan, benzin öbür taraftan, sanki yıldızlara kadar fırladı. Hayat pahalılığı, hiç çalışmadığımız yerden hepimizi çok sıkı salladı. Hani eller havaya, hani Ege'nin mavisi ve begonvili, hani adalardan bizim kıyılara zikzaklar, hani arabayla Avrupa ve Balkanlar?
Yalan oldu.
Oysa insana yolda olmak yakışır. İnsanoğlu, hep yola çıkar, yola gider, yoldan gelir. 'Bi tek' yolluk, işin fanfini cilvesidir. Yolluk hazırlanan erzak, o kilometrelerin güvenidir. Ah o uzun yol şarkıları, tadına doyulmaz yol arkadaşlıkları, beni bende alır.
Gidilecek üç yol vardır çoğu zaman. Kuş ağzında üç vakitte gelecek haberle çıkılacak üç yol. Biri uzun, biri engebeli, biri kısacık. Ama üçü de açık evelallah.
Git, git, git… İnsan gider. Gittikçe öğrenir. Gittikçe güzelleşir. Özler, elindekinin kıymetini anlar. Eve dönünce ah yatağım ne rahatmış, koltuğum pek güzel yerdeymiş meğer, der. İnsan her zaman gitmelidir. Doğada hiçbir şey durmaz ki zaten. Ağaçlar, kediler, böcekler, kelebekler, kaplanlar, kuşlar, bulutlar, güneş, ay, dünya; her şey sonsuz bir gitme, uzama, büyüme, küçülme, ulaşma eylemi içindedir. Su, toprak; sınırları aşar, başka ülkelere ulaşır. Hatta cansız eşyalar, o çizilen parkeler, zamanla bükülen pencereler, eriyen kiremitler; her şey gider.
Gitmenin çoğu olmaz bu yüzden; olamaz. Bir daha söyleyeyim, hiçbir zaman çok gidilemez, gereğinde fazla gezilemez. İnsan hep yoldadır zaten. Kimi zaman navigasyon şaşar o ayrı mesele. İnsan bazen bilerek, bazen istemeden fazla sağa, sola sapar; işte o zaman da yoldan çıkar. Ki bu da ok. İnsan beşer, kuldur şaşar. Bir sorry demek, bir tövbe etmek, bir önüne bakıp düşünmenin zamanıdır. Hayatı geri getirmek, şeridine sokmak farzdır.
Her yaşayan, hayatın engebeli yollarından mutlaka geçer. Her işin bir yolu, bir yordamı olduğunu zaman öğretir bir güzel. Yol, bu dünyanın en salt gerçeğidir bana göre. Doğumla birlikte hastaneden eve gelinen yolla başlar, ebedi istirahate gidilen o hüzünlü yolla da sona erer.
Sözler, deyişler, şiirler pek çoktur. Dedim ya, hayat dediğimiz şey aslında sadece bir yoldur.
Biliriz ki sonu olmayan yol yoktur. Su testisi su yolunda kırılır mı, evet, kırılır. Gönlü açık olanın yolu da açık olur. En kısa yol, tabii ki bildiğimiz yoldur.
Halil Cibran'ın o güzel deyişi hep aklıma gelir: Yolları en iyi kaplumbağalar bilir, tavşanlara sorma.
Bir de Robert Frost'un Gidilmeyen Yol şiiri, yol şiirleri içinde en çok içimi titretendir:
Ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben,
Ben daha az geçilmişinden gittim
Ve bütün farkı yaratan da buydu işte
Bu yaz nasıl gidilir, nereye gidilir?
Ne tarz bir hesaplama, nasıl bir ileri matematik lazım; benim aklım almıyor. İşte bakın burada da yolunu bulmak tamlaması cuk oturuyor! Bu yazın geceleme fiyatları akıllara seza. Uçak biletleri beş tokat hissi, lokantalar bitmeyen deprem ve toplamda bende bıraktığı galiba hamileyim endişesi. Saçmalama hamile olamazsın, sen erkeksin oğlum diyorum; içimden bir ses olur olur diyor; o derece…
Yok yok, yine de gidilir. Gidilmeli. Gidilecek. Durmak yok, yola devam.
İlle en uzağa değil, ille dünyanın ucundaki kimsenin bilmediği küçük tropik adaya değil. Gezmek dediğimiz şey, mahallede başlar. Yaşadığımız sokakta. En uzak mesafe iki yürek arasında olan değil midir zaten? Tavşan olmaya gerek yok, kaplumbağalar da pekala geziyorlar, görüyorlar, yaşıyorlar; öyle değil mi?
Halbuki biz yolda şaştık. Kapıları kilitleyip kendi dünyalarımıza kapandık. Çevrimiçi dünyanı dehlizlerinde, o hayal gibi sayfalarda, güya dolandık, sanki yaşadık, yalandan öğrendik.
Oysa keşif dediğimiz şey, hareket, tanıma, dokunma; kapının hemen dışında başlar. Daha önce görülmemiş bir semt, gidilmemiş bir müze, yürünmemiş yol, tanınmamış bir insan… Dünyanın yeniden keşfi, insanoğlunun varoluş amacıdır bana göre. Yoksa, şarkının dediği gibi, yaşamak yalan belki…
Bu yaz size Bodrum'dan sesleniyorum
Uzun hesap çizelgeleri ve acayip matrisler neticesi, ta ilkbaharın o deli gibi kar yağdığı günlerinde, Bodrum'da mütevazı bir ev kiralamayı başardık. Çoluk çocuk, denizdir pazardır, yazı geçirelim diye. Üstelik ev sahiplerimiz Ercan ve Belkıs Bulut'la da öyle iyi dost olduk ki. Saatler, günler boyu konuşsak, konular bitemiyor, o derece sevdik birbirimizi.
Burada mahalle mahalle dolaşıyorum. Uzun yürüyüşlerle yarımadanın bilinmeyen köşelerine gidiyorum. Hayalim karşı adaları da ziyaret etmek; ama hayal bile kurmaktan korkuyorum…
Sonra diyorum ki saçmalama, al şu feribot biletini. 25 yıllık gezi yazarı, gezi programcısı, gazeteci olarak, kendime bu hakkı tanıyorum. En çok da insan olarak buna hakkım var. Ben gezerim!
Gezerim ve anlatırım. Hayatım bir hikâye, her gün ayrı bir destan bana göre. Gerçek dediğimiz şey kocaman bir yalan, hayat dediğimiz şey de hoş kubbede kalan birkaç içten kahkaha. Sarılmazsam, konuşmazsam, dinlemezsem, gülmezsem, tanışmazsam olmaz. Sevmeden yaşayamam ben. Sevilmeden hele, hiç.
Bundan böyle haftada bir buradayım. Her hafta başka bir yerden sesleneceğim. Bazen yeni bir şehir, bazen başka bir mahalle, bazen de bir mekan, bir deneyim, yeni bir insan… Bizim sucu Ferhat mesela, çok komik bir karakter. Gündoğan pazarının Hint işi yastık satan adamı, başka bir başrol. Terzi Mustafa, Dudu, Hasır, Butik Zarife… Kimler var, neler var. Olaylar, olaylar. Aa, bir de bizim yeni bebek köpek Niki var. İnanın sayısız çoklukta hikaye, ne çok dünya var.
Yaşamak için buradayım. Herkese, her şeye, her yere dokunmak, anlamak için. Ben bir yoldayım. Uzun, ince bir yoldayım; gündüz ve geceyim…
Hayattan kaçmak yerine hayatı kaçırmamak için hep yoldayım.
Siz de vurun kendinizi yollara, uzasın günler, bitmesin saatler. Bana da anlatın sonra, mesela bu yazıyı okuduktan sonra ilk nereyi gezdiniz?
Hayat dediğimiz bir gün, o da bugün. Tadını çıkartın!
Fatih Türkmenoğlu kimdir? “Her Perşembe Saat 4'te”, “Hayat Gezince Güzel”, “Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer”, “Amerikan Rüyası Tabirleri”, “Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun” adlarıyla beş kitabı yayımlandı. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası. |