"Aman aslında herkes kardeş, Allah bir, insan aynıdır" falan geyiklerine girmiyorum müsaade ederseniz. "Ah bizim bayramlarda ilk önce onlar gelirdi kutlamaya, paskalyalarda da annem kaynattığı yumurtaları boyayıp kocaman bir tabak haşlanmış yumurta götürürdü" gibi kökeninde ayrımcılık barındıran güya iyi niyetli geçmiş zaman yad etmelerine de hiç tahammül edemem. "En iyi arkadaşlarım hep gayrimüslimlerdi" tadındaki o "ben amma da çok renkli, çok kültürlü bir insanım" böbürlenmeleri hele…
Almanya'da Suriyeli bir belediye başkanı
2015 yılında Suriye'den kaçarak Almanya'ya yerleşen Ryyan Asslebi, yaşadığı Ostelheim köyünde belediye başkanı seçildi geçenlerde. 29 yaşındaki Asslebi, oyların yüzde 54'ünü aldı. Dürzi bir ailede büyüyen genç başkan, kendini hiçbir dine ait olarak görmüyor. 29 yıllık hayatında hep çalışmış, didinmiş. Doğru yaşamış, hedefine doğru ilerlemiş.
Hadi diyeceksiniz ki 2500 kişilik köyde belediye başkanı olsan ne olur! Kim takar Yalova Kaymakamı'nı misali… Başka bir örnek o zaman: Londra'nın Belediye Başkanı Sadiq Khan, Pakistanlı bir ailenin İngiltere'de yetişmiş oğlu. Yoksul göçmenler için yapılan konutlarda büyüdü. Londra Üniversitesinde hukuk okudu. Müslüman ve İngiliz olarak Londra'yı çok güzel yönetiyor.
Şimdi "alt tarafı bir şehrin belediye başkanı, n'olur yani" derseniz, size İskoçya'nın yeni Başbakanı'nı takdim edeyim: Hamza Yusuf. Bağımsızlık yanlısı İskoç Ulusal Partisi'nin lideri. Anne ve babası gibi, kendisi de dini vecibelerini yerine getiriyor. Başbakanlık konutuna yerleştiği ilk gün, namaz kıldı. O fotoğraflarıyla da gündeme gelmişti yakın geçmişte. Herkes onu çok seviyor, olduğu gibi kabul ediyor ve ülke için çok güzel şeyler yapacağına inanıyor.
Irkçılık, ince bir çizgi
Tüm Avrupa ülkelerinde yabancı yöneticiler, ikinci kuşak Türkler'den politikacılar, üst düzey bürokratlar var.
Ama…
Ama Türkiye'de, İstanbul'un en eski sahipleri olan Rumlar'dan kalan birkaç yüz vatandaşın içinde, bir tane bile milletvekili yok. Zaten, bu dünyanın en eski kozmopolit ülkesi olan topraklarda, maalesef gayrimüslim devlet memurları bile parmakla sayılacak kadar az. Güneşin batmadığı imparatorluk, dünyanın gözü üzerindeki başkentini, elli yıllık bir göçmen ailenin oğluna teslim edebiliyorken; bizim içimize sinsice işlemiş olan bu üstencil bakış, beni acayip rahatsız ediyor.
Nasıl çok yol almak gerekiyor, şaşarsınız.
Geçmiş yıllarda bir Ermeni arkadaşımla sohbet ediyorum. Anlattığı şey, bugün bile aklımda:
"Adımı duyunca, nerden geldiğimi soruyorlar hemen. İyi Türkçe konuşuyorsun falan diyorlar. Türk'üm diyorum, inanmıyorlar. Yahu ben Türk'üm! Üstelik bir yerden gelmedim, benim bildiğim 2000 yıldır falan İstanbulluyuz biz. Gelen birileri varsa, sizlersiniz!"
Narsisizm tedavisi en zor hastalık
Tüm psikopatolojilerin en üst sıralarında yer alır narsisizm. Kökeni çok derindir, tedavisi, eğer hasta değişimi istiyorsa, yıllar sürer. İstemiyorsa, imkansızdır.
Bence "toplumsal narsisizm" diye de bir şey var. Bizde hafif mevcut mesela. "Paşa oğlum" diye büyütüldüğümüz için mi, kendi sorumluluklarımızı alamayıp hep bir ergen gibi kaldığımızdan mı? Kurban ve saldırgan oluşumuzu, kırılgan ve kırıcı yapımızı başka türlü açıklayamıyorum. "Sana vurana sen daha çok vuracaksın" diye beynimizin ince kıvrımlarına kazınmış öğütler mi yoksa?
"Ben yanlış yaptım" diyemeyişimiz bir türlü. Özür dilemeyişimiz. Lütfen, affedersin, teşekkür ederim; günlük dilde yok artık. Kapı tutma, yol verme, günaydın deme; yok!
İşler acele, kişiler fena halde önemli. Herkes sinirli, herkes sıranın en önünde olmak zorunda…
Oysa hayat dediğimiz şey bir kocaman yalan.
En unutulmaz kazanç, gün içine serpiştirilen birkaç güzel söz, birkaç güzel gülüşte gizli.
Ne zaman, gerçekten, önyargısız, amasız saygılı olmayı, insanları kabul etmeyi öğreniriz acaba? İşte o zaman, gerçekten güçlü ve mutlu bir toplum olmayı başarırız gibime geliyor.
Masa da masaymış!
Yahudi bir arkadaşım, incelik yaptı, Pesah yemeğine davet etti. "En yakınlarımız olacak, ama lütfen gel" dedi. Gittim.
Masada yirmi kişiydik. Üç Müslüman, iki Hristiyan, on beş Yahudi. Önce tanışmayanlar tanışıp kaynaştık, sonra da pesahın ne olduğunu, neden toplandığımızı anlattılar kısaca, sıkmadan; dinledik.
Asıl yemek servisi başlamamıştı, ama iftar oldu. Oruç tutan iki arkadaşımıza, birazdan masada yerini alacak tüm yemeklerin teaser'ı tadında hazırlanan kocaman tabaklar geldi. Onlar oruçlarını açtılar. Kutlamalar, iyi dilekler havada uçuştu.
Pesah, veya hamursuz olarak da biliniyor, Yahudilerin Mısır'da kölelikten kaçarak kurtulmalarının bayramı. Uzun yemek boyunca sırayla dualar okunuyor ve göç yolculuğunu hatırlatan yemekler yeniyor. Hamursuz olarak yapılmış olan Matza ekmekleri, veya kıtırları diyeyim, masadaki baş köşede yerlerini alıyor.
Dua seremonisi bittikten sonra da asıl yemek başlıyor. Tevrat'ta yer alan bu zorlu göç süreci, dualarla baştan sona hatırlanıyor. Antik Mısır'dan kaçma olayı son bulunca da yemeğe geçiliyor.
İstanbul Yahudilerinin Pesah sofralarında geleneksel olarak pırasa köftesi, ıspanak ve kabak böreği, beyaz soslu levrek masada mutlaka bulunuyor. Ana yemekler de kuzu, patlıcan beğendi ve fırında patates. Etli ve sütlü karışmıyor. Tatlı olarak kabak tatlısı, ayva tatlısı ve tezpişti denen Sefarad revanisi, herkesi şenlendiriyor.
Bu yıl Ramazan, Pesah ve Paskalya aynı tarihte
Paskalya, Hz. İsa'nın çarmıha gerilişinin üçüncü gününde, tekrar dirilişinin kutlandığı bayram. Yine bir yolculuk; bu hayata geri gelme yolculuğu var bu kez. Bugünden önce beş haftalık büyük perhiz dönemi yaşanıyor. Çörekler, yumurtalar ve türlü yiyeceklerle perhiz sona eriyor. Geleneksel olarak çikolatadan tavşanlar, rengarenk boyalarla boyanmış yumurtalar hazırlanıyor.
Ramazan, Hz. Muhammed'e Kur'an ayetlerinin inmeye başladığı zaman. Oruç tutuluyor, fitre ve zekat veriliyor, teravih namazı kılınıyor. Bence bir içe doğru yolculuk dönemi. Ramazan, arınmaya doğru alınan bir yol. Gündüzü aç geçirip, kendine kapanma zamanı. Sonra akşamları toplu yemeklerle o yalnız yolculuktan, topluca bir kutlamaya, nimeti kutsamaya doğru atılan birkaç adım…
Her yolculuk, o ilk adımla başlar
Neye niyet edersek, yollar bizi oraya götürür.
Masaya baktım, masanın çevresinde oturan yirmi kişiyi inceledim. Hepimiz kendi hayatlarımızda, kendi içsel yolculuklarımızdaydık. Hangi üç kişi Müslüman, hangi iki kişi hristiyandı; birkaç saat sonra şaşırdım. Yahudi arkadaşlarımın bir söze hayret ettiklerinde söyledikleri "valla"lar havada çınlıyordu. Beşiktaş'a can-ı gönülden bağlı Lazar Abim, heyecanla takımını anlatıyordu. Karşımda iki hanım, döndüğü için rahatsız eden kolyeleri konuşuyordu. Tabii ki binaları depreme karşı güçlendirmek gerekliydi. Evet, hayat çok pahalılaşmıştı…
Güzel bir gelecek hayal ettim. Bu masa, ve masadaki 20 Türk, hepimiz güzel insanlardık. Aslında hepimiz, bir yerlere gitmekte olan, yol boyu da didinen, çabalayan, öğrenen, öğretenlerdik.
Tüm bayramlar, herkes için.
Şarkı; sevgi için, insanlık için, barış için, Orhan Baba'dan gelsin…
Daha güzel, daha mutlu, daha aydınlık bir dünya için, Batsın bu dünya!
Fatih Türkmenoğlu kimdir? "Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası. |