Türkiye sınırları içinde en sevdiğim şehir olabilir. “Adana” deyince, yüreğim pır pır eder. Neyini çok sevdiğimi de bazen çok merak ederim…
Hani bakınca denizleri, vapurları, martıları yok. Kordon, plajlar, çılgın gece hayatını da görmedim.
Başka bir karakter, bir “hâl” var ama. Hissettiğim bir durum… Hem sağlam ve merhametli hem güçlü ve zengin, hem her şeyin farkında…
Lezzet Festivali’nde üç gün
Adana Kezzet Festivali’nin bu yıl yedincisi gerçekleşti. Gastronomi dünyasının tüm şefleri ve yazarları, çok sayıda gazeteci, otelciler, ünlü Adanalılar toplandık. Adana Valiliği, hiçbir günün öylesine geçmesini istememiş belli ki. Ebru Koralı, şahane bir ev sahibi ve organizatör. En ince detaylar düşünülmüş. Konuşmalar ve paneller, yemeklerle ve çevre gezileriyle çok doğru harmanlanmış.
Öyle bir grubuz ki, herkes herkesi tanıyor. Ama öyle böyle değil. Otuz yıllık, kırk yıllık dostluklar; eski Aktüel, NTV’nin ilk yılları, Milliyet gazetesi masalara yatırılıyor…
Zaten kocaman bir davet veriyor olsam, davetli listem üç aşağı beş yukarı budur. O derece.
Bereketli Topraklar Üzerinde
Hani lisede coğrafya derslerinde öğrendiğimiz “Seyhan ve Ceyhan nehirleri arasındaki bereketli ovalar” burası... Tarih derslerinden Gılgamış Destanı’nda adı geçen şehir... Hititler ve Kilikya Krallığı’nın merkezlerinden olan “Danuna” da Adana. Yazıtlarda, resimlerde var.
Tipik Akdeniz iklimi, her tohumu ormanlara, bağlara dönüştürecek enerjiye sahip. Bereketin vücut bulmuş hali burası. Siyez Buğdayı’nın beş bin yıl önce burada yetiştirildiği bulundu.
Buğday, bal, zeytin… Meyvenin ve sebzenin her rengi…
Pamuk tarlaları, mevsimlik işçiler, kalabalık aileler, Yaşar Kemal’in ve Orhan Kemal’in kitaplarıyla ölümsüzleştiler çoktan.
Adana, çok büyüdü, çok güzelleşti son yıllarda. Nehir boyu parkları, yürüyüş yolları, köprülerle, yüm şehir adeta bütünleşti. Gazeteci bir arkadaşımla sohbet ediyordum. Geceleri nehire vuran Sabancı Camisi’nin ışıklarını Taj Mahal’e benzetti. Dönüş yolundaydık; bir daha bakamadım maalesef. Seneye artık…
House of Kamer
Bu sene Lezzet Festivali, Adana’nın aykırı ama sıcacık restauranı House of Kamer’de başladı. Kamer Hanım’ın Evi. Sizi sıcacık sarmalayan bir ev hem de…
Kamer Kıraç, antika tutkunu bir eczacı. Bir arkadaşının evini kiralamış ve hayalini gerçekleştirmiş. Tıpkı kendi büyüdüğü kalabalık aile evi gibi döşemiş. Yıllar içinde aldığı objeler, eşyalar, resimlerle House of Kamer doğmuş.
Çok seçenekli olmasa da, dünya mutfağından örnekler sunuyorlar misafirlerine. Restore edilen bu eski Adana evinde, yaşam ve yemek deneyimi paylaşıyorlar. Keten peçeteler, iğne oyasıyla nakışlanmış. Mutlaka masadalar.
Günlük pişen zeytinyağlılar, sofraya ılık ılık geliyor. Tuvaletlerdeki lavabolara, duvarları süsleyen biblolara, evde her detaya sinen özene hayran oluyorum. Geçen yıl da gelmiştim, ama sadece kahve içmiştim. Şimdi buranın, dekorun bir parçası olacak kadar yok oldum…
Kamer Hanım, “Bu benim misyonum oldu” diyor:
“Evet, kebabın başrolde olduğu bir kültürde bambaşka bir şey yapıyoruz. Bu bana daha da fazla güç veriyor. Burası, benim büyüdüğüm eve çok benziyor. 50’ler, 60’larda Adana’da birçok ilk yaşandı. İnsanlar kılık kıyafetlerine, evlerine, yemeklerine, sofra adabına çok dikkat ederlerdi. Dizilerde, filmlerde kaba saba konuşmalarla Adana’nın tanıtımının yapılmasına karşıyım. Biz burada çok güzel yaşadık ve yaşıyoruz."
Atatürk’ün sevdiği yemekler
Cumhuriyet’in 100. yılı için, Atatürk’ün sevdiği yemeklerden bir menü hazırlanmıştı. Beyaz leblebi, tabii her masaya konmuştu.
Yoğurtlu mücver, dolu doluydy. Bamya dolmasının üstüne, Adaba usulü biber salçası, sarımsak ve naneli sos dökülmüştü. Vişneli yaprak sarmanın baharatları çok kıvamındaydı. Patlıcanlı güveç öyle iyi pişmişti ki; yüm lezzetler birbirinin içine geçmiş, her lokmada ağızda bir şenlik oluşturup eriyordu... Offf!
Yemeği bu kadar seven adamın her zaman fazladan 7-8 kilosu olur tabii.
Olsun varsın. Helal olsun.
Mutlulukla, zerre pişmanlık duymadan tatlıları da yedim üstelik. Profiterol çok hafif ve lezzetliydi. Ama erikli bir tür milföy vardı. Daha doğrusu pasta formatında olmayan, açık milföy. Aman ya Rabbim. Bademli, krokanlı, çıtır çıtır…
Adana’da yemeğin sonu yok
House of Kamer’de Yelda İpekli ve şef Max Thomae ile koyu sohbetteydim. Çok eski dostlar. Ayrıca Şeyda Taluk, Meliha Okur, Ruhat Ataözden’le otuz yıl önceye gittik. Saatlere yılları sığdırdık.
Ertesi sabah bir panel yönettim: Akdeniz Gastronomisi. Çok eğlenceliydi; hem güldük, hem öğrendik.
Sonra aklımdaki yerde soluğu aldım: Yeşil Kapı Kebapçısı. Çocukluk arkadaşım, Beltur Cafe’lerin CEO’su Cenk Akın’la birlikte.
Yağlanmış pideler, pişmiş soğan, iki tür salata ve kebapla bir Adana klasiği gerçekleşti. Yürürken Taş Köprü’nün üzerinde de limonlu kar dondurmasını tabii ki kaçırmadık. Aslında bici-bici tatlısını da çok severim, neyse.
Adana’nın neyi en güzel?
Güneş doğarken yola çıktım.
Hiç gitmek istemiyorum. Sekiz günlük soluksuz sunuculuk maratonu birkaç günlük teneffüste.
Dönüyorum.
Hiç istemeden dönüyorum.
Yemek güzel, iklim güzel, şehir güzel.
Ama Adana’nın en güzeli, insanlarının yüreği. Herkesi sarıp sarmalayan, fakiri doyuran, halden anlayan, hayata lezzet katmayı her koşulda bilen kocaman kalpleri…
Fatih Türkmenoğlu kimdir? "Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası. |