Elif Ongan Tekçe'nin yazıp yönettiği ve Banu Fotocan ile Rojhat Özsoy'un rol aldığı Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor, 23 Ekim 2024 tarihinde kumbaracı50'de prömiyerini yaptı.
Felaketlerin arka arkaya geldiği, çok da uzak sayılmayacak apokaliptik bir zamanda geçen Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor, bir araya gelmesi mümkün olmayan iki insanın karşılaşmasının, yan yana durabilmesinin kıymetini anlatıyor.
Oyun, korkunun hüküm sürdüğü bir ortamda; ulaşılması gereken hedeflerin, aşılması gereken engellerin içinde sürekli düşen insan için umutlu bir gedik açmak mümkün mü sorusuna yanıt arıyor.
12 Şubat'ta Cihangir Atölye'de, 28 Şubat'ta BeReZe Gösteri Evi'nde yeniden sahnelenecek olan oyunun yazarı ve yönetmeni Elif Ongan Tekçe; oyunun yaratım sürecini, felaketler ve korkunun hüküm sürdüğü bir dünyada umut arayışını, tiyatronun toplum üzerindeki dönüştürücü etkisini ve Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor’a dair bilinmeyenleri T24'e anlattı.
Elif Ongan Tekçe
- Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor’un hikâyesini sizden dinleyelim ve yazarken sizi en çok etkileyen şey neydi? Apokaliptik atmosfer, kişisel bir deneyimin ya da çağımızın gerçek bir yansıması mı?
Oyun 2020 yılında hepimizin bildiği pandemi ile mücadele ederken ilk tohumlarını verdi. Yalnızlaşma sürecimdeki kişisel deneyimim ve dünya algımdaki hızın yavaşlaması başka bir keşif olanağı sunmuştu. Bu bağlamda kendi kişisel serüvenimde başka kapılar, pencereler açıldığını söyleyebilirim. Ev kavramını, aile olmayı, yalnızlaşmayı ve insan olarak ne kadar zayıf olduğumu sorgularken; bitkilerin, hayvanların ve dünyayı bizimle paylaşan tüm varlıkların daha görünür olduğu bir yaşamın şefkatine teslim oldum diyebilirim. Bu büyük kapatılmanın içinde yazma edimim artmıştı. Gündemin getirdiği tüm olasılıklara daha uzak, belki mesafeli bir yerden deneyim kazandığımı da hissediyordum.
Ben hayatımla ilgili bunları düşünürken, yaseminlerin çiçek açarak her yeri kendi kokusuyla mest ettiği bir ortamda başka şekilde de değerlendirme yapabileceğini düşünmeye başladım. Yasemin çiçeğinin kendi dolanıklığı, hayatta kalma becerisi kendisine hayran kalmamı sağladı. O dönem Posthümanizm’e merak duyarak okumalar yapmaya başlamıştım ve çiçeklere olan ilgim olağanüstü artmıştı. Bu çaba en temelde kendi bakışımdaki eylemsizliği de sorgulamama neden oluyordu. Yarattığı kokuyla bizimle iletişim halinde olan yasemin çiçekleri tüm İstanbul’u sarmış her yerde ve herkese inat varlığını sürdürüyordu. Megakent İstanbul merkezinde bu kadar varlık gösteren yaseminler tabi ki kendisine hayran da bıraktırırdı. Eğer böylesi bir pandemi yaşamasaydık ben de bu hikâyeyi keşfedemezdim diye düşünüyorum. Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor hikâyesinin kahramanının yasemin çiçekleri olması benim için başka bir karşılaşma… Yaseminlerle bu kadar içli dışlı olduğumda şu düşünce kafamda iyice netleşti.
Dünyanın bize/insana ihtiyacı yok. Ve biz yaşamla mücadele etme istencimizi çok uzun zaman önce kaybetmişiz.
Banu Fotocan ile Rojhat Özsoy | Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor oyunundan
- Oyunda felaketler ve korkunun hüküm sürdüğü bir dünyada umut arayışını ele alıyorsunuz. Sizce bu umut, günümüz izleyicisi için ne kadar gerçekçi ya da ulaşılabilir bir kavram?
Umut etmek yapay bir şey değil bence. Hatta çok gerçekçi… Bakışı değiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki pozitif düşünmenin kendi içindeki yaralayıcı ve umursamazlık barındıran zehirli alanlarından bahsetmiyorum. Özellikle sosyal medyada yüzü görünmeyen benliklerin yıkıcılığı bu kadar etkinken. Ancak umut etmenin başka bir direnme pratiği olduğunu daha da hissediyorum. Umut et başarırsın gibi bir cümle de söylemeyeceğim. Başarma duygusunun hortlatılması da yine bu dönemin yaptırımı… Ama bu kadar kesin konturlarla umudu tanımanın doğru olmadığını hissediyorum. Umut etmek istemenin içinde bir hareket barındığını düşünüyorum. Üstelik karışık, dolaşık ve aykırı olanın bir aradalığında varlık gösterebilme gücü olduğunu düşünüyorum.
Yan yana gelmekten bahsediyoruz oyunda… Yan yana gelebilmenin yazılışının bile ayrı olduğu bir dille konuşan bir toplum olarak bunun inanılmaz zor olduğunun farkındayım. Ama eğer onu da kaptırırsak elimizde bir şey kalmayacağını hepimiz mitolojide okuduk. Bu bağlamda Çetin Balanuye’nin Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor kitabı çok yol gösterici oldu. Üzüntü, korku ve nefrete yönetildiğimiz bir ortamda, hakiki bir sevincin ya da sevince dönüşmenin var olan sınırları zorlayacağını ve verilmiş kalıpları kırmaya yarayacağını düşünüyorum. Daha önceki oyunlarımda daha karanlık bir yerden yazarken bu oyunda basit olanın büyüsünün bambaşka bir şey olduğunu fark ettim.
- Hem yazarlık hem yönetmenlik yapıyorsunuz. Metni yazarken düşündüğünüzle sahneye koyarken elde ettiğiniz sonuç arasında nasıl bir fark gördünüz?
Yazarken somut olanakları ne kadar düşünmeye çalışsanız da sahnelemede bu tam anlamıyla gerçekleşmiyor. Sahnelemede yazarlıkta olduğu gibi tek başına değilsiniz. Oyuncu, tasarımcı, mekân, insanlar, eşyalar vb. birçok dinamik oluyor. En temelde de olanaklar… Bunlarla beraber yapı değişiyor, dönüşüyor.
Ben “Kadın” karakterini yaseminler içinde neredeyse yarısı dönüşmüş bir şekilde sabit, kendi alanından hiç çıkmayan bir çeşit fantastik varlık olarak yazmaya çalışmıştım. Ancak oyuncunun varlığı, olanakları ve isteği bu düşünceyi değiştirdi. Oyuncu hareket kabiliyetini kapatmak istemedi. Kendim de oyuncu olduğumdan onu o kadar iyi anladım ki! Hareket isteği üzerinden bir karakter tasarımı yapmanın sahnelemede olumluluğuna bakmaya başladım.
Banu Fotocan | Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor oyunundan
Oyundaki “Genç” karakterini de cinsiyetsiz yazmıştım. Yani tüm cinsiyet tanımlarının oynanabileceği şekilde… O şekildeki yazımı duruyor. Bir gün başka bir tiyatro ekibi oynamak isterse nasıl yapacaklar merak içindeyim. Provaya başladığımızda “Genç” karakterini bir kadın oynuyordu. Yaşadığı talihsiz bir kaza sonucu oyunu bırakmak zorunda kaldı. Onun yerine de çalışma sürecinde yardımcı yönetmen olan Rojhat Özsoy’u oyuna oyuncu olarak almamız gerekti. Yeni bir oyuncu ile çalışma süremiz oldukça kısalmıştı. Yetişmemiz gereken bir zaman vardı ve bu seçime ekip olarak beraber karar verdik. Oyundaki “Genç” karakterinin cinsiyeti işaret etmemesi metinde büyük bir revizeye gitmemizi gerektirmedi. Ancak sahnelemede ve oynama biçiminde farklılıklar olmaya başladı.
Prova süreci kolektif bir süreç ve çıkan sonuç bu sürecin bir göstergesi. Hatta seyirci ile karşılaştıkça bile değişen, dönüşen bir yapı var. Tiyatro yapmakta bu nedenle ısrar ediyorum. Yeni bir oyunla ve çalışma şansı yakaladığım insanlarla başka bir deneyim yaşamak beni çok meraklandırıyor.
- İzleyicilerin oyundan nasıl bir hisle ayrılmasını ümit ediyorsunuz? Beklentinizin dışında ya da sizi şaşırtan tepkiler aldınız mı?
Bir karşılaşma anının ihtimallerine bakıyoruz. Oyunun kendisi de seyirci ile bir karşılaşma... Seyirci beklentimizin dışında oyunda motif olan başka yerlere ilgi duyuyor zaman zaman… Bu seyircinin kendi kişisel hikâyesinden de geliyor tabi… Oyun tüm dünyayı etkilemiş bir felaketin üzerinden on yıl geçmesiyle yıkımı görmüş; toplumun genel-geçer ihtiyaçlarını karşılayamamış, hayatının son zamanlarını yaşayan bir kadının var-kalabilmek için yarattığı bir gedikte geçiyor. Bu gediğin varlığını sürdürülebilmek için kendi tasarlıyor, yaratıyor. Bir süre sonra normatif olandan uzak kalmasını da tasarladığı yer sayesinde gerçekleştirebiliyor. Dolayısı ile çok da normalize edilmiş bir evrenden bahsetmiyoruz. Sürdürebilmenin gücüne inanan bir kadın-bitki oluş bu…
Seyirci ile aynı kaderi paylaşan “Genç” karakteri kadınla bu gedikle karşılaşıyor. “Genç” temsili bugünün insanına daha yakın bir temsil. Seyircinin de bu gediğin ve karşılaşmanın tüm olasılıklarını düşüncede sürdürebilmesiyle ayrılmasını hedefliyoruz.
Oyunda dışarıda var olan ve bitmeyen bir kaostan bahsediliyor. Günümüze çok yakın bir kaos. Bu kaos anlatılabilir, daha da hikâyelendirebilir. Ancak şu anda zaten bunu yaşayan insanlara kaosu bir daha anlatmak oyunun kendi yapısına uygun değil. Bu gedikle merkez düşünceden uzaklaşma ile bambaşka olanakların ihtimali barındırabilmek bizim esas meselemiz. Hakikati ölüm bilgisi ile hemhal olmuş bu iki insanın yeni değerleri, kavramları yaratabilme olasılıkları var.
Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor oyunundan
Oyundan çıkan insanların yüzündeki tebessümü görüyorum. Bu bana çok iyi geliyor. Ki oyun neredeyse yakın Türkiye tarihindeki birçok karanlık olaydan da bahsediyor. Kendi incelmiş dili ile… Direkt anlatmadan, tortusundaki hafızanın kokusunu hissettirmeye çalışarak.
Nefret, yıkıcılık şu anda pompalanan duygular. Bu yüzyıl birey olmayı önemsetmeye, neoliberalizmin altını körüklemeye devam ediyor. Bu duyguların insanı eyleme geçirebilmesi çok da mümkün değil. Hele ki sosyal medya söylemleri, sönmeye mahkûm bırakan başka bir hafızasızlık yaratırken... Yani orada dökülecekler dökülüyor ve iki gün sonra görevini yapmış kişiler hayatlarına devam ediyor. Yaşanan olayların eylem hâline dönüşme ihtimali de yok oluyor. Oysa eylemlilik hâli için büyük bir arzu gerektirdiğini ve bunu hiç bırakmayan bir motivasyonla yapılabileceğini hepimiz iyi biliyoruz. Politik zehirlenmeler içerisinde bunları düşünmeye kimsenin ne hâli var ne mecali… Hep büyük bir öç alma duygusuyla biçimleniyor hareket… Sonucu da trajik kahramanlar gibi yıkıma yol açıyor. Oysa eylemliliği tüm farklılıklarla yan yana durabilmekten geçtiğini düşünüyorum. Umarım oyun bu bağlamda seyircide böyle bir hafıza kokusu bırakabiliyordur.
- Tiyatronun toplum üzerindeki dönüştürücü etkisine inanıyor musunuz?
Tiyatro yapısı gereği kolektifliği barındırır. Elbette bu karşılaşmalar dönüştürücü olacaktır. Bu çok büyük bir dönüşüm de olabilir aksine hiç fark etmeden ufak ufak yerleşen bir dönüşüm de olabilir. Ama fiziki olan her performans bence dönüştürücü bir etki yaratır. “Kasıtlı bir eyleyicilikte değildirler” der Karen Barad. “Canlı ya da cansız her şey eyleyicidir. Olayların akışına yön vermek olarak düşünmek gerek bunu… Bu oluş ya da akış dediğimizin bir önceliği ya da sonralığı yoktur ve bir arada dolaşırlar. Maddelerin birbirleri ile dolanıklıktan gelen bir eyleyen gücü vardır.” Dünya üzerinde var olan ne varsa bitki, madde, hayvan, kısaca dünyada insan dışındaki her varlığın bir eyleyiciliği var. Bence işte burada duvara çarpıyoruz. Tek temelin ve en önemli olanın insan merkezi olarak düşündüğümüzde eyleyicilik kendiliğinden yok oluyor. Oyundaki “Kadın” karakterinin yok olmaya doğru giden bu dünyadaki direnme biçimini sürdürebilmek için bu gediği yaratmaya çalışması kıymetli. Bir gün gerçek bir çiçeği bulmaya olan özlemi ve birlikte olmanın sürdürebilirliği üzerinden varlığını gösterebilmesi...
On yıl sürecek bir felaketi dünyanın sırtlamasının ben çok zor olacağını düşünüyorum. Bu bağlamda oyunun bir ütopya olduğunu söylemek zorundayım. Ancak bu demek değildir ki olmayacak ve yapılamayacak.
İklim krizi ve çevre problemi şu anda bence dünyanın en büyük felaketi… Şu anda ülkenin %70’i kuraklık yaşıyor. 2050 yılında şiddetli kuraklık öngörülüyor. Gidecek başka yerimiz yok. Burada içerden bir değişime kulak vermek gerek. Bu bağlamda bence en büyük felaketlerden biri de her şeye geç kalma düşüncesi… Öngörülere ve tüm söylenenlere rağmen gerçekleşecek kehanetler gibi hep bir geç kalmışlık yaşıyoruz. Bu geç kalmışlık bence insanın başka bir trajedisi.
Zamanı düzenlemeye çalışırken öngörüyü çok çabuk unutturan atomize bir haldeyiz. Sabit bir yerde ve hiç ilerlemeyecek gibi akıp giden görüntülerde nokta gibi duruyoruz. Bu içinde bulunduğumuz dönemin en büyük felaketi gibi geliyor bana…
Banu Fotocan ile Rojhat Özsoy | Buradan Her Şey Daha Güzel Görünüyor oyunundan
- Oyunda korkunun hüküm sürdüğü bir atmosfer varken “eğer birini düşünüyorsan, o kadar da umutsuz değilsin” gibi bir mesaj veriyorsunuz. Bu, sizin kişisel dünyanızda nasıl bir anlam taşıyor?
Bu “birini düşünüyorsan” cümlesi önemli … Çünkü bu “birini” dediğimiz şey sadece insan değil. Zaten mesele burada başlıyor bence. Korku insanın kendini koruması için büyük bir duygu olarak tanımlansa da başka bir yanılgıya sebep oluyor. Büyük krizlerin ve hataların, kısıtlamaların, yıkıcılığının ve yok ediciliğinin etkisini de yaratıyor. Kendine, biricikliğine hayranlık barındırıyor. Yine merkezden uzaklaşmanın önemini anlıyorum bu biçimde bakınca... Ne kadar merkezden uzaklaşırsak -burada hem kendi merkezinden yani insan merkezinden hem de politik merkezden uzaklaşmayı kastediyorum- o kadar başka olasılıklar, varlıklar, düşünme pratikleri doğuyor.
- Günümüz tiyatrosunun, iklim değişikliği, toplumsal adaletsizlik, insan hakları vs. gibi küresel sorunlara katkıda bulunabileceğini düşünüyor musunuz? Bu oyunun bu bağlamdaki yeri nedir?
Kendi adıma sorunun ilacı olan bir yerden bakmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Daha çok bir parçasını, küçük bir alanı görebileceğimizi düşünüyorum. Majör bir düşünme biçimini değil de daha minör bir bakış sağlamanın ve buralardan harekete geçmenin olasılığını düşünmeye çalışıyorum. Oyunun yapısı, dili de böyle oluşuyor. Büyük olaylar olmuyor. Klasik dramaturjide gördüğümüz trajik çizgi yok. Kendi içinde aynı bir sarmaşığın dolanıklığında karakterler eyliyor, çarpışıyor, aykırılaşıyor, uyum sağlıyor, varlık oluşturmaya çalışıyor.
Oyun (birçok tiyatro metni için de aynı şeyi düşünüyorum) ortasında bir yerde başlayıp ortasında bitiyor. Oyunun sonrası için çok şey yazılabilir. Seyirciye bıraktığım alan da orası… “Genç” belki uzun bir süre uyuyamayacak. İçeri girdiği duvardaki boşluğu kapatamayacak. Dışarıdaki tehlikenin varlığını hissedecek. Yine başka anlaşmazlıklar yaşayacaklar bilemiyorum. Ama bu alanı sürdürerek varlıklarını ve birbirlerinin var-kalmalarını sağlayacaklar.
- Oyun evrensel bir korkuyu ele alıyor. Sizce korku, birleştirici bir unsur mu yoksa insanları daha da ayrıştıran bir araç mı?
Aslında yukarıda da bahsettiğim gibi ben korkunun eylemi engellediğini düşünüyorum. Hatta coşkuyu da sevinci de kabulü de… Devam edebilme motivasyonunu da sürdürülebilirliği de yeni bir şeyi keşfetmeyi de… Daha devamı gelir. Foucault’un söylediği gibi korku bir çeşit eğitme motifi… İnsanı edilgen ve kurban pozisyonunda bırakıyor. Oysa kurban profilinden çıkmak gerektiğini düşünüyorum. Korku bu bağlamda bence büyük bir baskı. Hem bedensel hem de politik olarak. Bu konu çok uzun konuşulabilir. Böyle baktığımızda ise Çetin Balanuye’nin “Sevince Dönüşme” fikri sınırları zorlayarak başka bir önerme sunuyor.
- Ağzınıza sağlık, son olarak eklemek, söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Oyunun ilk halini okuyan ve ben bu kadını oynamak istiyorum diyerek projenin lokomotifi olan Banu Fotocan’a, “Genç” karakterine can veren Rojhat Özsoy’a, dramaturgumuz, her zaman destek Eylem Ejder’e, sahne tasarımını beraber sırtlandığımız Gülden Ataman’a, kostümlerimizi tasarlayan Hilal Polat’a, ışık tasarımcımız Akın Yılmaz’a, oyun müziklerinin bestecisi Dorukhan Kenger’e, afiş tasarımcımız ve asistanımız Damla Polat’a ve dekor uygulamasını Gülden ile gerçekleştirip aynı zamanda asistanlığımızı yapan Selda Uyan’a, “Genç” karakterini oynayacakken talihsiz bir kaza geçirip ama sonrasında bizi bırakmayıp Yersiz Kumpanya’nın koordinatörlüğünü üstlenen Melis Burnukara’ya ve dijital alanda bizden desteğini esirgemeyen Tuğba Eke’ye teşekkür ederim. Eğer bu ekip karşılaşmasaydı. Bu proje hayata geçemeyecekti.
Bir arada kalabilme ümidi ile…