Oyuncu, senarist ve yapımcı Burcu Görek, lisede yanan “tiyatro ateşini” üniversite yıllarında harladı ve tiyatroya o yıllarda hobi olarak gittiği kurs ile başladı.“Yıllar içinde hobi olamayacağını anlama süreçleri yaşadım” diyen Görek, meslek hayatına oyuncu olarak devam etmeye karar verdi.
“Tiyatro ateşi”, yerini kendi oyunumu yapmalıyım heyecanına bıraktığında bir yapım şirketinin sahibi oluverdi. Gittiği uluslararası festivallerde gördüğü oyunları ve yeni biçimleri, Türkiye’ye taşımak isteyen Görek, Uyandığımda Sesim Yoktu (Mouthpiece) oyunuyla bu hayalini gerçekleştirdi.
Usta tiyatrocu Tamer Levent’in yönetiminde sahneledikleri Uyandığımda Sesim Yoktu oyununa, 2020 yılında Dilşad Çelebi ile başlayan oyuncu, Çelebi’nin tatlı vedasının ardından Dilara Gül ile sahne tozu yutmaya devam ediyor.
Bu sezon senaryosunu da kendisinin yazdığı, “butik yapım şirketinin” ikinci oyunu olan Kutular da seyirciyle buluştu. Uyandığımda Sesim Yoktu’daki partneri Gül ve genç yetenek Ekrem Can Arslandağ ile aynı sahneyi paylaşan Görek, Boğaziçi Üniversitesi turizm işletmeciliği bölümünden tiyatro sahnesine, oradan da yapımcılığa uzanan hikayesini, Uyandığımda Sesim Yoktu ile Kutular oyununu ve yeni projelerini T24’e anlattı.
- Boğaziçi Üniversitesi’nde turizm işletmeciliği okurken tiyatrocu olmaya karar veriyorsunuz. Bize biraz bu süreçten bahseder misiniz, sizi tiyatroya çeken şey neydi?
Tiyatro ateşi, lisede yandı. Şehir tiyatrolarında bir oyun seyretmiştim. Ya ne güzel, ben de orada olsam; alkış almak, sahnede olmak, seyirci ile buluşmak falan ne değişik diye düşünmüştüm. Şehir Tiyatroları’nın o zaman Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gençlik eğitimleri vardı ve orada eğitime başladım. Üniversitede Boğaziçi olduğu için hadi bunu okuyayım, tiyatroya da kurslarla devam edeyim dedim. İlk hobi gibi devam etti de sonra yıllar içinde hobi olamayacağını anlama süreçleri yaşadım. Sadri Alışık Tiyatrosu’na gitmiştim, onların kurslarından sonra oyunlarında oynadım, özel tiyatrolarda rol almaya başladım. Profesyonel olarak bu işten de para kazanmaya başlamıştım. Sonra, “Üniversiteye girdim artık bitireyim, yüksek lisansımı oyunculukla ilgili yapayım” dedim. Kadir Has Üniversitesi’nde oyunculuk yüksek lisansı yaptım. Bir yandan ya kendime bakamazsam kaygısıyla, işler kötü giderse diye Boğaziçi Üniversitesi’nde Sürdürülebilir Turizm Yönetimi yüksek lisansı yaptım. Akademide kalır mıyım, kalmaz mıyım diye soru işaretlerim vardı ama tiyatro tarafında işler çok kötü gitmedi. Oyunlarda rol almaya devam ettim, Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde Frankenstein oyununda, Binde Bir Gece Diyalogları’nda sonra Rainman’de oynadım. Bunlar böyle devam ettikçe “Devam o zaman, işim bu artık benim” dedim. Bu şekilde bir yolculuk oldu.
- Peki, tiyatro oyunculuğu yaparak geçiminizi sağlayabiliyor musunuz?
Ben 2020 yılında kendi butik yapım şirketimi kurdum. O döneme kadar çevirmenlik, asistanlık yaptım, başka bir yapım şirketinde aktif olarak Sinan Çetin Hoca ile çalışmıştım. Sadece tiyatrodan geçinemiyordum. 2020’de şirketi kurunca bir takım ödeneklerin olduğunu, yerel yönetimlerle iş birliği ile gelir sağlandığını işin yapım tarafına geçince gördüm ve bu bana daha çok geçinebilme olanağı sağladı. Ama yine de zor, yani ucu ucuna, çok hesap kitap yapmak gerekiyor.
- Ben tiyatronun hatta genel olarak sanatın ücretsiz olmasına karşıyım. Cüzi de olsa insanlar sanatçıya bir şeyler ödemeli ki sanatçı, hayat gailesine kapılmadan sanatını devam ettirebilsin. Ayrıca ücretsiz olduğu durumlarda sanatı 'herhangi bir etkinlik' olarak görüp gelenler ve yakışıksız davranan insanlar da olabiliyor. Uyandığımda Sesim Yoktu oyununuzu ben belediye etkinliğinde izledim. Oyun esnasında önde oturan bir seyircinin telefonu çaldı, cevap verdi ve koşarak salondan çıktı. Siz sahneden bu tür durumları görebiliyor musunuz ve bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Böyle bir, iki kişiyi gördük gerçekten. Ben tabii ki bilet alıp gelinmesini önemsiyorum, bizim oyunlarımıza bilet alan, gelen bizim için çok kıymetli. Çünkü o biletlerle bu işler dönüyor.
Ücretsiz etkinlikleri de onaylamıyor değilim. Şöyle düşünüyorum; bir yandan da seyirci yaratmamız gerekiyor. Bahsettiğiniz tarzda insanlar olabiliyor, tiyatro deneyimi çok yaşamamış insanlar olabiliyor ama belki bunu yaşadıkça öğrenecek. O yüzden ücretsiz etkinlikler de böyle bir şeye vesile olabilme ihtimali doğurabilir. Gelemeyenler, gerçekten gelmek isteyenler ya da “Bu tiyatro neymiş bir gideyim” diye bile gitse, iyi bir oyun izlese belki bir seyirci kazanmış oluruz.
“Tiyatroda sırf kadın olduğum için yaşadığım büyük bir sıkıntıdan söz edemem”
- Patriarkanın yoğun olduğu bir yerde kadın olarak ayakta durmaya çalışmak sizin için zor olmuyor mu?
Evet, tabii ki zor oluyor ama bizim ekibimizin çoğu kadınlardan oluşuyor; ışık teknisyeni, asistanımız, sescimiz. Bütün ekip aslında kadınlardan oluşuyor ve bundan dolayı da belki biz birbirimizden güç alıyoruz. Nadir de olsa garip bir iletişimle karşılaşsak bile karşılarında böyle bir ekip görünce onlar da dikkatli oluyor.
Biz Uyandığımda Sesim Yoktu oyunuyla içinde bulunduğumuz baskıyı, kendimize yaptığımız baskıları sorgulayıp bunlardan sıyrılmaya çalışan bir hayat yaşamaya başladık. İşte kadınsın, şöyle yapman gerekir, böyle yapman gerekir, belki sosyal hayatını ona göre organize etmen gerekir gibi bir takım algılar var. Uyandığımda Sesim Yoktu oyunu, “Neden öyle olmam gerekir ki”den başlayarak “Bunu neden yapıyorum, gerek var mı?”lara kadar bizi de çok açtı. Ama tiyatroda sırf kadın olduğum için yaşadığım aşırı büyük bir sıkıntıdan söz edemem.
- Bir kadın olarak taşrada oynadığınızda kadınlardan ne tür tepkiler alıyorsunuz?
Oyuncuyum dediğimde “Olsun, canım” diye tepki almıştım ama karşılaştığım en büyüğü buydu. Şimdi en çok duyduğum; “Aaa öyle mi? Ben de oyuncu olmayı çok istiyordum”, “Lisede bir kulüpteydim” ya da “Şu oyunda oynamıştım” gibi tepkiler. Kendi içlerinde kapalı görüşleri olsa bile bana pek yansıtan olmadı. Adana'da, Ordu'da oynadık, İç Anadolu'ya gidiyoruz en güzel şekilde yaklaşıyorlar. Genelde cevapları “Ben de olmak istiyordum, siz ne güzel devam etmişsiniz” gibi…
Muhtemelen Uyandığımda Sesim Yoktu oyunundan dolayı özellikle kadın seyirciler, bizi yüreklerine basıp seviyorlar. Bir de bu söylemlerinden dolayı da ekstra bir pozitif yaklaşıyorlar. Yaptığımız işe de saygıları artıyormuş gibi hissediyorum. Uyandığımda Sesim Yoktu oyununu da izleyince oyuncu dediğimizde negatif bir şekilde yaklaşmıyorlardır.
“Kendi işimizi yapmak için yapım şirketi kurduk”
- Biraz da kurucusu olduğunuz yapım şirketi ‘Bu Yapım’dan konuşalım istiyorum. Neden yapım şirketi kurma ihtiyacı hissettiniz?
Özel tiyatrolarda oynarken hep kendi yapmak istediğim oyunlara bakıyordum. Yani bunu değil de şunu yapsam, şöyle söylesem, şunun için sahnede ayakta dursam falan gibi kafalara geçmiştim. O sırada da her sene Edinburgh Fringe Festivali’ne gidiyordum. Orada Uyandığımda Sesim Yoktu oyununu gördüm, Mouthpiece olarak onu izledim. 2018 yılıydı konuştuk, haklarını aldım, aramızda sözleşmeyi yaptık. O zamanlar onun yöneteceği belli değildi ama yönetmenimiz Tamer Levent hocaya “Böyle bir oyun var, bir bakabilir misiniz? Olur mu, yapar mıyız?” dedim. “Olur yaparız, sen bir çevirt” dedi. Çok hızlı çevirttirdik, süreçler çok hızlı geçti, “İyi o zaman yapalım” oldu.
Ben hiç bilmeden atladım. Oyunu yapmak için fatura kesmemiz gerekiyormuş, bilet satışı açacağız, bir şirket olmak gerekiyor. Arkadaşlara “Benim için fatura keser misin?” diye sorsak kaç defa yapabilirler ki bunu? 1-2 defa yapabilirler, oyun yüz küsuruncusunu oynadı. Birinden sürekli fatura istemek gerekiyordu, anladım ki oyunu yapmak için bir şekilde kurulması gerekiyor. Şirket kurulması çok iyi oldu. Küçük bir şirketiz ama bu bizi, o zaman her sene bir oyun yapalıma getirdi. Çok yüksek değil fakat bakanlığın destekleri oluyor, bu bize bir şevk veriyor. Bu süreçte desteklere başvurmayı öğrendik ve hâlâ öğreniyoruz. Bu kendi işimizi yapma ihtiyacından doğdu. Yapan insan olmayı da seviyorum, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Uyandığımda Sesim Yoktu oyunu | Dilara Gül ve Burcu Görek
- Yapım şirketinizin ilk oyunu ise Uyandığımda Sesim Yoktu oldu. Çok kapsamlı bir oyun. İlk oyun olarak sizi korkutmadı mı ve başka alternatifleri var mıydı?
Başka alternatifleri yoktu. Oyunu seyrettiğimde çok etkilendim. O sene Edinburgh Fringe Festivali’nde çok ödül alan, kapalı gişe oynayan bir oyundu. Ben de izlediğimde salondan çok değişik hislerle ayrıldım.
Oyuncuyu zorlayan bir oyundu. Bedensel, ses, dramatik yapısı farklı, farklı yöntemler kullanılacaktı ve benim de oyuncu olarak içinde denemediğim şeyler vardı. Bu oyunla eğer başarabilirsek oyuncu olarak zorlayacağı için sınırlarımı da genişletebileceğimi düşündüm. Ya batacaktık ya da çıkacaktık. Gerçekleştiremeye de bilirdim, bilmiyordum. Bu kadar kapsamlı bir oyunda ilk kez oynadım ama burada gerçekten Tamer Hoca'nın etkisi çok büyük. Çünkü bizi hep yüreklendirdi. Daha evvel Rainman'de birlikte oynamıştık, aynı zamandan hocamdır. Beni yüksek lisansa o hazırlamıştı. Beni de bildiği için bizi açtı, bu oyuna ilk Dilşad Çelebi'yle başladık, o da çok açık bir oyuncuydu. Dilara Gül de keza bambaşka biri. Oyuna katkısı çok büyük. Oyunun bu kadar oynanması da onun sayesindedir. Daha şurada oynayalım mı demeden "evet, hadi" der. Sonra da "Atina'ya ne zaman festivale gidiyoruz" diye ekler. Oyuncu olarak biraz zorlanmak da istedim ama bir yandan da konusu çok önemliydi.
Her gün bir takım haberlere uyanıyoruz. Eylemlere gittiğim oluyor, gidemediğim oluyor ama bu konuyu bitirene kadar bu tarz oyunların oynanması gerekiyor diye düşünüyorum. Oyunun dördüncü sezonuna girdik ve oyunun hâlâ çok aktif.
- Son oyununuz ise bu sezon prömiyerini yapan Kutular oyunu oldu. Oyunun oyuncusu olmanın yanında hem yazarı hem de yapımcısısınız. Bize biraz sahnelenme sürecinden bahseder misiniz?
Pandemi sırasında 8 bölümlük mini bir dizi yazmıştım. Dizi meselesi uzun bir süreç olacağı için ve böyle samimi bir oyun yazasım, yapasım da vardı, yaptık.
O diziden çıkan karakterler, onların daha ileriki yıllarında geçen bir geceyi yaşıyorlar. Karakterlerimi tanıdığım için, hayattan da etkilendiğim olaylar olsun, okuduklarım falan ilerleyen süreçte fazlasıyla değişti. Uzun zamandır üstünde çalıştığım bir işin, oyun hali oldu bu.
- Yakın bir tarihte benzer bir geceyi ben de evde yaşadım. Kalabalık bir eğlenceden birkaç arkadaşla eve dönmüştüm ve sizinle söyleşi yapacağım da aklımda olduğu için bir anda oyunla bağdaşlık kurdum diyebilirim. Ben oyunu artık izledim ve biliyorum. Kutular oyunu hiç görmemiş potansiyel seyircilerinize ne vaat ediyorsunuz?
Buna çok sevindim. Çünkü “Tam Kutular gecesi gibi bir gece yaşadım arkadaşlar, şaka mı bu?” diye oyuncu arkadaşlarım da, biz de bazen konuşuyoruz.
Seyircilerimizi sıcak bir akşama davet ediyoruz. Hatta izleyenler de “Biz de sanki oradaydık” diyorlar. Bir partinin içinde güzel, samimi bir sohbete, iç açmaya davet ediyoruz. Belki de kendimize,“Yalnızlığımızı kiminle paylaşıyoruz?” gibi soruları sordurmak istiyoruz.
“Yalnız kalmayayım, hayatımda birileri olsun diyor ama daha da yalnız kalıyor”
Ekremcan Arslandağ, Burcu Görek ve Dilara Gül
- Biraz da karakterlerden bahseder misiniz?
Hepsinin farklı farklı dertleri var. Mesela Eylül karakterinden başlarsak; her şey yolundaymış gibi görünüyor, mükemmel kadın, iyi bir işi var, durumu iyi… Bir takım acı şeylerden sonra güçlü durmaya çalışıyor ama içinde kocaman bir boşluk var, bunu da herkese açamıyor ve bir şekilde hayatına devam ediyor.
Nice karakteri de sürekli birileriyle takılıyor. Sıkılmamak için birileriyle takılıyor ama onlarla da konuşamadığı için “Ben ne yapıyorum” diye daha çok canı sıkılıyor. Yalnız kalmayayım, hayatımda birileri olsun diyor ama daha da yalnız kalıyor.
Ali'nin hayata tutunma çabası var. Farklı şeyler atlatmış, bir uyumlanma süreci var. İstanbul çevresinde tutunmak, yaşamak, mücadele etmek, eğitim seviyesine rağmen devam edebilmek gibi bir çabası var. Onun da mesela bir tutulma çabası var. Herkes bir aşk arıyor, bir yaren, yoldaş arıyor ama güven sorunu var.
Şu anda İstanbul'da bir gecede, binlerce parti oluyordur, bunların yarısında olmasa bile bir kısımda bu tarz buluşmalar ve diyaloglar yaşanıyordur diye düşünüyorum.
- Oyunda üç arkadaşın bir hafta sonu partisi sonrası hayata dair çeşitli konular üzerine konuşmalarıyla ve sorgulamalarıyla baş başa kalıyoruz. Hayata dair sorguladığımız konular; belli bir temel üzerinde şekillense de karşı konulamaz akışla birlikte sürekli bir değişime ve dönüşüme uğruyor. Oyunda ele alınan yaklaşımlar da bu dönüşümlerle birlikte farklı perspektiflerin ele alınacağı bir noktaya evrilecek mi?
Uyandığımda Sesim Yoktu’nun ilk temsiliyle, şu anki arasında epey bir fark var. O yüzden muhtemelen 15’inci, 20’nci temsillere yeniden gelmenizi isterim. Çünkü gelen insanların hem yorumlarını hem de yapıcı eleştirilerini alıp, biz de o eleştirel gözle bakıp değiştirmeye, geliştirmeye çalışıyoruz. Yönetmenlerimiz de o şekilde, Zorlu PSM’de kısa oyun yönetmişler, büyük prodüksiyonlarda reji asistanlığı yapmışlar ama onların da ilk oyunları. Yönetmeniz Balım Kar aynı zamanda çevirmen. Biz geliştirmeye açığız işte şurası sarktı mı, burası anlaşılmadı mı buranın biraz daha mı üstüne gidelim, şurası daha keyifli gibi... Yazar da elimizin altında olduğu için omurgayı da bozmadan bir şeyler değişebilir.
Bir de çok güncel bir oyun olduğu için güncel bir duruma gönderme yapmak isteriz. O gün onu söyleriz, başka gün farklı bir şey katarız.
- Peki, bizi heyecanladıracak başka projeleriniz var mı?
Miyav diye bir oyun yazdım, aile tiyatrosu. Çünkü ben sene 2 kez Prag'da bir sanatçı ziyaretçi programına katıldım ve bu arada hep kukla festivallerine denk geldim. Orada Uluslararası Çocuk ve Genç Tiyatrosu Derneği’nden (ASSITEJ) ve Uluslararası Kukla Birliği’nden (UNIMA) insanlarla tanıştım. UNIMA, kukla yapan insanların kulübü, ASSITEJ ise çocuk ve genç oyunları ekibi. Haziran ayında kuklacı, kukla eğitmeni Tito Lorefice diye harika bir yönetmenle tanıştım. O Arjantin'de ben Türkiye'de yaşıyorum, birlikte bir şeyler yapalım dedik. Bu Miyav projesini aslında onunla beraber geliştirirken, ben bir şey yazayım, değiştiririz dedim.
İstanbul'da yaşayan bir kedinin hikayesi. İstanbul'a gelen Van kedisi yanlışlıkla evinden kaçıyor. Sefil olmuş halde, bir doktorun kapısına geliyor ve birbirlerinin hayatlarını değiştiriyorlar. Mahalle kedileriyle, tekir kedilerle pencereden arkadaşlık kuruyor, aşk hikayeleri falan olan bana göre süper eğlenceli bir iş. İşin içine kedi var diye herhalde süper dedim, kendi işime asla süper demem kediye süper diyorum. Bu fikir beni eğlendirdi, Tito Lorefice de çok iyi dedi. Çünkü İstanbul, yurt dışında kedileri ile anılan bir şehir, mitolojiye de baktık. Şahmaran’ın hikayesini, Murathan Mungan’ın Cenk Hikayelerini, ne olabilir acaba diye farklı farklı hikayeleri okudum. “Tito, İstanbul’da bir kedinin hikayesine ne dersin?” dedim, o da “Şahane olur” dedi ve böyle bir şey yazdık.
- Provalara başladınız mı?
Şu anda onun çalışmaları devam ediyor, önümüzdeki aydan itibaren ona başlarız. Bu sezon şubat, mart gibi yetiştirmeye çalışacağız. İşin içinde kukla da olacağı için oynayacak oyunculara bir eğitim süreci olacak. Muhtemelen onda ben oyuncu olarak bulunamayabilirim ama başka arkadaşlarımız, kukla oynatıcıları olur.
- Heyecan verici bir haber bu, farklı tarzları deneme eğilimindesiz gördüğüm kadarıyla, Türkiye’de kuklalarla oyuncuların beraber oynadığı başka örnekleri var mı?
Yurtdışında çok var. Güncel yorumu ile obje tiyatrosu da deniyor. Obje ve oyuncu, gölge ve oyuncu veya oyuncular bir arada kullanılıyor. Bir çeşit yeni sahneleme tekniği. Çehov, “Yeni biçimlere gereksinimimiz var” diyor ya, biz de o biçimleri bir araya getirip nasıl yapabiliriz diye bakıyoruz.