İsmi ‘Kadınlar’ olan herhangi bir kitap veya yazı başlığından korkarım ben. Sadece genelleyen tavrını belli ettiği için değil, bir varlık olarak kadının sınırsızlığından, gizli gücünden ve kehanet sezgisinden ürktüğüm için okumaktan da korkarım. Kitabın üzerinde Eduardo Galeano ismini görünce hiç tereddüt etmedim doğrusu. Böyle cesur bir başlığı hak edecek bir kitabın yayına hazırlanma nedenlerini daha önceki okuma tecrübelerimden tahmin edebiliyordum çünkü.
Bu kitaptaki kadınlardan önce her fırsatta dönüp baktığım başka bir kitabı hatırlatmak isterim. Psikiyatrist, yazar Clarissa Estes, kurtlarla kadınlar arasında vahşilikleri, zarafetleri ve içinde yaşadıkları topluluğun üyelerine duydukları bağ açısından psişik benzerlikler kurduğu kitabı ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’da, vahşi kadın arketipine dair mitler ve masallarla ‘kadın’ın iç dünyasını sorguluyordu.
Etrafında şekillenen duygular, zaaflar ve umutlar onun hayal gücüyle buluştuğunda, bakanın içini kamaştıran muhteşem resimler doğurur. Farklı coğrafyalardan, sınıflardan, kültürlerden ve dönemlerden fırlayıp kendi hayatlarını ve tarihin akışını değiştirebilmiş kadınların buluştuğu yer aslında erkeğin egemen olduğu dünyanın hastalanmış yüreği.
Şu itirafı bütün yazın hayatının özeti gibi: “Ben kimseye bir şey öğretmek istemiyorum. Tek istediğim, anlatılmayı hak eden hikayeler anlatmak. Hepsi bu”. Galeano öldükten sonra kitaplarını karıştırırken zihnime kazınmış olan cümlelerinden birisi buydu. Beni hiç şaşırtmıyor. Bu kitap yeni değil aslında, daha önceki kitaplarından yapılan seçkilerle oluşturulmuş bir antoloji. İnsanlık tarihinin akışında kadının bütünlüklü ve sınırsız bir ‘kadınlık hikayesinde’ buluşmasını böyle berrak ve lirik anlatabilen az sayıda yazar vardır. Ona atfedilen hikayeci, şair, kültür tarihçisi, çizer, romancı, gazeteci, denemeci, araştırmacı kimliklerinin yansımasını bu metinlerde de görmek mümkün. Galeano’yu diğerlerinden farklı ve çarpıcı kılan farklı disiplinlerden beslenen bu çok yönlü bakışı. Ve elbette hikayelerini derinleştiren dil ve edebiyat sezgisi.
Kadının iç dünyası
Bu yazıların alındığı kaynaklar, 1973-2012 arasında yazdığı kitaplardan, yani Galeano için ‘kadın’ meselesi bir proje değil. Tek bir başlık altında toplanınca hayatının muhtelif aşamalarında buluşmuşlar. İsa’dan önce 44 yılının bir gün doğumunda, diktatör kocasına rüyasını anlatan kadının ciddiye alınmayan ‘kehanetinden’ 1686’da köle olarak yaşayan Alice’in efsanevi hikayelerine, oradan bugünün devrimci kadınlarına uzanan yolculuğun okuyanın zihnini kışkırtan bir duygu haritası var. Direnmek, erkek egemen dünyaya meydan okumak, inat etmek, bedel ödemek, yapılmamış olanı denemek, ilk olma tutkusu, özgürlük peşinden koşmak, savaşmak ve bütün bunları yaparken ‘kadın’ olmaktan vazgeçmemek. Galeano eğer hayata, kadınlara, varlığa sadece ideolojik duruşuyla bakan bir yazar olsaydı epey eksik kalırdı. Muhtemelen bu kadar yaygın bir okur kitlesine de sahip olmazdı. Dilini ‘içinde kadın yaşatan bir yazar’ lezzetine kavuşturan sır, kadının vahşi tabiatını kadın inceliğiyle görebilmesinde, içselleştirebilmesinde, anlatabilmesinde saklı.
Emily Dickinson’ı iç bakışıyla izliyordu mesela, gördüm: “Emily Dickinson öldüğünde, ailesi odasında bin sekiz yüz tane saklanmış şiir buldu…Emily yalnızlık ve sessizlik içinde yaşadı. Odasına kapanarak yasaları, dilbilgisi yasalarını ve kendi içine kapanıklığının yasalarını ihlal eden şiirler yaratıyor, yengesi Susan’a her gün mektup yazıyor ve yandaki evde oturmasına rağmen mektuplarını postayla yolluyordu. Bu şiirler ve mektuplar, onun gizli acılarının ve yasak arzularının içinde serbestçe dolaşmak istedikleri gizli tapınağı oluşturdular”.
Kadınların iç dünyalarına yıllardır havasız kalmış metruk bir evin pencerelerini aralar gibi nefes aldıran yazarın asi sesi, kelime boşluklarında şair melankolisiyle buluşuveriyor. Sırayla her birinin gözü, acısı, çocuğu, babası, cesareti, merhameti, kederi, deliliği, inancı, sabrı, fedakarlığı, direnci oluyor. O sözcüklerle tuvallerindeki portreleri çizerken farkında olmadan siz de o kadınlardan biri olmak istiyorsunuz. Askeri katliamlardan sonra kendi ülkelerinde sürgün hayatı yaşayan yerlilerin izini bulmak için, tehditleri hiç umursamadan ormanlara dalan ve katledilen bir antropolog, rahibelerin soyuna önem vermeyen ama ders vermek için pek çok manastır kuran bir rahibe, hukuk fakültesinde derslere erkek kılığında girerek tutsak kadınlar için çalışan bir kadın, dünya tarihinin ilk kadın amirali ya da herkesin bildiği ama Galeano’nun anlatımıyla başka türlü görünen Kleopatra.
‘Kadınlar’ da diğer eserleri gibi yazarın tecrübelerinden, politik duruşundan damıttığı bilgiyle, insanlık tarihine derin çentikler atan kadınlara saygıyla buluşunca her daim açıp bakılabilecek bir ‘referans’ kaynağa dönüşmüş. Katolik kilisesinin 13. yy’da şarkı söylemeyi yasaklamasından evvel yaşayan bir kadının yarattığı müziğin sekiz asır sonra hala nasıl yaşayabildiğini anlatan Galeano, arada bir soluklanmak ve yazının gücünü hatırlatmak için defterinin sayfalarına ve edebiyat tarihine şu cümleleri de kazıdı: “Uyumayı başaramıyorum. Gözkapaklarımın arasında uykumu kaçıran bir kadın var. Eğer yapabilseydim ona gitmesini söylerdim; ama boğazımda konuşmamı engelleyen bir kadın var”.
*Kadınlar – Eduardo Galeano / Sel Yayıncılık – Çev. Süleyman Doğru