Bu yazıyı birkaç ay içinde 150 bin baskı adedine ulaşan ‘Seher’i tanıtmaktan ziyade eğer bu ‘mektubu’ ona ulaştırabilirlerse öyküleri zihninde olgunlaştırdığı, kurguladığı, yazdığı mahpusta okuyabilsin, uğraşının karşılığını göremese bile kelimelerin sihriyle hissedebilsin diye yazıyorum.
Beton adacıklarından yükselen gökdelenlerin insanı görünmez kıldığı yapay kentlerin arasından geçip giderken, esir alınmış bir insanın kitabını onun adına imzalayacak olmanın tuhaflığını düşünüyordum. O bir yazar değildi ama öyküler, şiirler yazıyordu. Ressam değildi, çocukluğundan beri sevdiği resmi sevmişti, kendi deyişiyle “iyi tuval boyuyordu”. Müzisyen değildi ama saz çalıyor, türkü söylüyordu. Kim bilir başka neler yapmayı hayal ediyordu?
Kitap çıktıktan sonra cezaevinde verdiği röportajda, “Eşitliğe ve özgürlüğe yürekten inanmak, bunun gereğini yapmak erkek açısından tam bir kabustur; korkularının depreşmesine, panik yaşamasına yol açar. Bu açıdan bakıldığında cesaretin timsali olarak görülen erkeklerin çoğu korkaktır ve eşit olmaktan ödü kopar. Erkek egemen zihniyetin kendini ilk var ettiği “coğrafya” kadın bedenidir diyordu. Demirtaş’ın düşüncelerini “erkek” bir politikacı olarak gizlenmeden ifade etmesindeki samimiyetin, kendisi gibi olmasının, ışıltılı umudunun karşılığını o muazzam kalabalıkla karşılaşınca gördüm.
Umut bazen yazıyla çoğalır
Yazı, sahipsiz acıların yalnız kalmaması için merhametli elini uzatır bazen. Kelimelerin kendilerinden taşıp ihtiyacı olanlara kavuşan anlamları, “her şeye rağmen yaşamış olmaya değer” bilgisini hatırlatır. Kuytularda gizlenen hikayeler, ölümü perdeleyen güzel bir kadın tebessümü misali dolaşmaya başladığında ılık bir meltem eser uzaklardan. Kötülük azalmaz ama umut çoğalır.
Fuar yolunda başımı metrobüsün kirli camına dayamış güz güneşinin neşesiyle dans eden kuşları seyrederken, Demirtaş’ın kitabın girişine yazdığı “İçimizdeki Erkek” başlıklı bölümdeki serçeleri hatırladım. Cezaevindeki havalandırma avlusunda, yuva yapmak için günlerce çalı çırpı taşıyan bir çift serçeyi, onlara saldıran erkek devlet kuşlarını ve direnen dişi kuşun, yuvasını ve yumurtalarını koruma azmini kendine has acı ironisiyle anlatıyordu.
Görkemli bir yaşam inşa etmek
İlk yarım saat sonrasında, yazarın ismini anarak, okurun ismine özel ithaflar yazarak salondan hiç çıkamayacağızı anlayınca, o günün hatırası geleceğe kalsın diye sadece bir işaret bırakmaya başladık. Kitaplar elden ele geçerek kendi yolculuklarına çıkıyorlardı. Demirtaş yine kitabın başında havalandırma avlusunda gördüklerini anlatıyordu; “Karınca kolonisinin muazzam işbirliğine dayalı azimli çabaları yaşama sevinci veriyor insana. Kesintisiz bir mücadeleyi coşkulu bir tempoda yürütüyorlar. Cezaevinin kasvetli köşelerinde sessiz, sedasız, görkemli bir yaşam inşa ediyorlar”.
Ara ara moral olsun, yorgunluğumuza iyi gelsin diye yükselen alkışlar ve zılgıtlar arasında “kuyrukta kaynak yapmaya” çalışanların sebep olduğu tartışmalar da yaşandı tabii. Memleketin ve hayatın olağan halleri… Beklerken tanışanlar, birbirlerine kitap imzalayanlar, sayfalarına desen çizenler, kuyruk sıkıntısına aldırmadan kitaptaki öyküleri birkaç kez okumak suretiyle ezberleyenler, sayfalar çay, kahve, yemek lekesi oldu diye sevinenler, terden ıslanan kitaplarını peçetelerle kurutmaya çalışanlar, yakınları için beşer onar alanlar, her birini hepimize imzalatanlar, “İyi ki beklemişim, onun için değer” diye mırıldananlar, “Ne zaman çıkacak, selamımızı iletin, sonsuza kadar bekleriz” diyenler, bizlere acıyıp kurabiye, çörek ikram edenler, karmaşık duygularını gizleyemeyip gözyaşlarını silenler, beklerken sağlık sorunu yaşayanlarla dayanışanlar…
‘Seher’ yazarının içten, kederli, ironik sesiyle, devlet dilinin insana değemeyen acımasızlığını gösteren gücüyle, yazının sihriyle tarihe derin bir çentik attı. Sanatla, edebiyatla direnişin ne olduğunu hatırlamanın, yaşamı kutsal kılan bir yanı da var elbet. Birgün, bir adamın gecenin laciverdi karanlığında, hücresinde volta atarken zihnine düşen cümleler binlerce insanın hayatına sokuluverir. Onlara umudu, bağırmaya ihtiyaç duymayan sahih cesareti, en zayıf anında güçlü olabilmeyi ve hayalleri gerçek kılan esas ‘biz’i hatırlatır; “…Ama insan hayal kurarken gözlerini kapatır, bunu hiç kimse hayallerimizi görmesin diye yaparız aslında. Gözlerimizi kapatınca kendimizden bile saklarız hayallerimizi. İçimizdeki gerçek biz, o hayaldeki biziz aslında”. (Ah, Asuman adlı öyküden).
Seher - Selahattin Demirtaş / Dipnot Yayınları