25 Kasım'da dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Meksika'da da binlerce kadın, cinayetlere, kayıplara, tecavüzlere, tacizlere ve cezasızlığa karşı sokaktaydı. Kızları için, anneleri için, arkadaşları için, sevgilileri için, kız kardeşleri için yürüdüler. Artık yürüyemeyecek olanlar için yürüdüler.
Meksika, dünyada kadın cinayeti oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri. 126 milyon nüfuslu ülkede her gün ortalama 12 kadın öldürülüyor. Kadınların ve kız çocuklarının yüzde 70'i şiddetin belirli bir biçimine maruz kalıyor.
"Bir kadın daha eksilmeyeceğiz!" (Fotoğraf: Esra Akgemci)
Latin Amerika, genel olarak kadına şiddet oranlarının yüksek olduğu bir bölge. Ancak özellikle Meksika'da kadına şiddet, 2015'ten bu yana artış halinde. Bunda 2006-2012 yılları arasında Meksika'nın devlet başkanı olan Felipe Calderón'un ABD ile iş birliği içinde, Merida Girişimi kapsamında başlattığı "uyuşturucu savaşı"nın payı büyük.
ABD'nin 2000'li yılların başında Kolombiya'da başlattığı "uyuşturucu savaşı", milyonlarca kişinin topraklarını terk etmek zorunda kalmasına ve uyuşturucu trafiğinin Meksika'ya kaymasına neden olmuştu.
Meksika'daki Merida Girişimi de benzer şekilde şiddeti artırmaktan ve uyuşturucu ticaretini yaymaktan başka bir işe yaramadı. Calderón hükümetinin uyuştuğu kartellerine savaş açtığı 2006'dan bu yana ülkede üç yüz binden fazla kişi cinayete kurban gitti. Yüz binden fazla kişi ise kayıp durumda. Başkent Meksiko'da metrobüse bindiğinizde, durakları gösteren ekranda, iki durak arasında kayıp kişilerin fotoğraflarını görüyorsunuz. Çoğu genç kadınlar ve kız çocukları…
Zócalo'da 25 Kasım: Öldürülmüş ve kaybedilmiş kadınların anısına (Fotoğraf: Esra Akgemci)
Ulusal Kamu Güvenliği Sistemi İcra Sekreterliği'nin (Secretariado Ejecutivo del Sistema Nacional de Seguridad Pública/SESNSP) rakamlarına göre 2022'de Meksika'da 3 bin 754 kadın öldürüldü. Ancak bunun sadece 947'si, yani sadece yüzde 33'ü kadın cinayeti (feminicidio) sayılıyor.
Kadın cinayeti, kadınların sırf kadın oldukları için erkekler tarafından öldürülmelerini ifade eden bir kavram. Meksikalı feminist sivil toplum örgütlerine göre, cinayetlerin çok daha büyük bir kısmı kadın cinayeti niteliği taşıyor. Ancak hükümet, kadın cinayetlerinin sayısını binin altında tutmak istiyor, zira ilgili kamu politikalarının geliştirilmesi ve ilgili bütçeye kaynak tahsisi buna bağlı.
Kadınların maruz kaldığı şiddetin bağlamı, farklı sorunlardan dolayı daha karmaşık bir hâl aldığında, yetkililer bunu kadın cinayetlerinin ve kayıplarının azaldığını öne sürmek için bir fırsat olarak kullanılabiliyor. Özellikle her yıl 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde kadına yönelik şiddetin azaldığına dair kayıtlar bulunup çıkarılıyor.
Ne var ki Meksika'da son yıllarda kadın cinayetlerinin yanı sıra kız çocuklarına yönelik cinsel suçlar, aile içi şiddet ve kadın ticareti de artmış durumda. Ulusal İstatistik Enstitüsü'ne (Instituto Nacional de Estadística/Inegi) göre, 2022'de 17 yaşın altında kız çocuklarının şiddete maruz kaldığı tam 59 bin 141 vaka bulunuyor. 15-17 yaş arasındaki kayıpların çoğu, kadın ticareti suçuyla ilişkili olarak araştırılıyor.
Feminist dış politika?
25 Kasım'daki protestoların hedefinde şiddetten sorumlu tutulan hükümet de vardı. Türkiye'den bakıldığında Andrés Manuel López Obrador (AMLO) hükümeti, son derece ilerici bir hükümet olarak görünebilir. 2018'de iktidara gelen AMLO, Meksika'nın ilk solcu devlet başkanı. Meksika, 2020'den itibaren feminist dış politika ilkeleri uyguluyor ve buna göre diplomaside toplumsal cinsiyet eşitliğine önem veriyor.
Diplomaside üst düzey görevlerde bulunmuş olan Alicia Bárcena, Temmuz 2023'te hükümetin yeni dışişleri bakanı oldu. Bárcena, Meksika'da bu pozisyona gelen dördüncü kadın. Ayrıca Meksika, önümüzdeki sene ilk kadın devlet başkanını seçmeye hazırlanıyor. Öne çıkan iki aday da kadın ama hükümetin adayı olan Claudia Sheinbaum'un kazanacağına kesin gözle bakılıyor.
Bu tabloya biraz daha yakından bakmakta fayda var. Öncelikle dünyada ilk kez 2014'te İsveç'te uygulanan feminist dış politikanın önemli kazanımları olsa da genelde toplumsal cinsiyet eşitliği ilkeleri maalesef sadece kâğıt üzerinde kalıyor.
Feminist dış politika, ulusal güvenlik yerine insani güvenliği ve insan haklarını temel alan, özellikle de kadınların ve kız çocuklarının haklarını ve güvenliğini sağlamayı en temel öncelik olarak belirleyen bir dış politika anlayışı olarak tanımlanabilir. Buna göre hem ulusal hem uluslararası ölçekte kadınların güçlendirilmesi, barışın ve adaletin sağlanması için atılması gereken ilk adımlardan biri olarak öne çıkıyor.
İsveç'te 2022'de sağ partilerin oluşturduğu koalisyon hükümeti son verene kadar uygulanan feminist dış politikanın üç temel hedefi vardı. "3R" olarak bilinen (Rights, Representation, Resources) bu hedefler, kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınmasına, kadınların siyasette erkeklerle eşit düzeyde temsil edilmesine ve kadınlarla erkeklerin kaynaklardan eşit olarak yararlanmasına dayanıyordu. Bu hedefler doğrultusunda altı maddelik eylem planı belirlendi: Hem İsveç'te hem de dünyada kadınların ve kız çocuklarının insan haklarını sağlamak, kadına yönelik şiddete son vermek, kadınların barış görüşmelerinde ve çatışmaların çözümünde daha etkin rol almasını sağlamak, kadınların politik katılımını artırmak, kadınları ekonomik olarak güçlendirmek ve kadınların cinsel sağlığını ve üreme sağlığını korumak.
İsveç'in feminist dış politikası, birçok ülkeye yol gösterdi. 2017'de Kanada, 2019'da Fransa, 2020'de Meksika, 2021'de İspanya, Lüksemburg ve Almanya, 2022'de ise Şili ve Kolombiya, feminist dış politikayı benimseyen ülkeler arasına katıldı.
Ne var ki İsveç başta olmak üzere bu ülkelerin çoğu, özellikle de Fransa, Almanya ve İspanya, dünyada en çok silah satan ülkeler arasında bulunuyor. Oysa feminist dış politikanın toplumsal cinsiyet eşitliliğini temel alma nedeni, barışı ve adaleti inşa etmek. Silahların yaygınlaşması ise silahlı çatışmaların ve cinayetlerin artmasına yol açıyor ve feminist dış politika ilkeleriyle hiçbir şekilde bağdaşmıyor.
25 Kasım eyleminden: "Ne kadınlar ne de toprak fetih bölgesidir" (Fotoğraf: Esra Akgemci)
Meksika'ya gelince, feminist dış politikaya rağmen AMLO hükümeti döneminde militerleşmenin hızla tırmanması, en büyük çelişkiyi oluşturuyor. Ateşli silahlara erişimin kolaylaşması, silahlı kuvvetlerin bütçesinin yaklaşık yüzde 50, askeri personel sayısının yüzde 25 artması, ordunun devriyeler ve tutuklamalar gibi bazı kamu güvenliği görevlerini devralması, feminist ilkelerle ters düşüyor.
2021'de ordu tarafından gözaltına alınan her on kadından ikisi, donanma tarafından gözaltına alınan her on kadından da dördü cinsel şiddete maruz kaldı.
Ayrıca AMLO döneminde Meksika ekonomisinin önemli sektörleri de militarize edildi. Örneğin, Meksiko'nun havaalanı ordunun kontrolü altına alındı. Bunun yanı sıra toplumsal cinsiyete dayalı şiddet mağdurları için sığınma evleri ve Meksika Kadın Enstitüsü (Instituto Mexicano de las Mujeres) için sağlanan fonlar önemli ölçüde azaldı. 2021'de orduya ayrılan bütçe, Kadın Enstitüsü'ne ayrılan bütçenin bin katıydı.
Buna bir de AMLO'nun feministlere karşı düşmanca tavırları eklenince durum daha da çelişkili bir hal alıyor. AMLO, Meksikalı feministleri hükümetine karşı komplo kurmakla bile suçlamıştı.
Zócalo'da bir eylemci yere Violentómetro (şiddet ölçer) yazıyor (Fotoğraf: Esra Akgemci)
Aslında esas sorun, hükümetin feminist dış politikasını oluştururken ve uygularken, Internacional Feminista ve Global Thought gibi birkaç istisna dışında Meksikalı feminist sivil toplum örgütleriyle ve kadın hareketleriyle temasa geçmemesinden kaynaklanıyor. Dahası hükümet, feminist sivil toplumla bağ kurmak bir yana kadın hareketlerini düşmanlaştırıyor.
Meksika'da kadın hareketlerinin çok güçlü olduğunu bu noktada vurgulamak gerek. Birçok eyalette kürtajın yasallaşması ve kadın cinayetleri davalarında cezasızlıkla mücadele edilmesi, kadınların etkin eylemleri sayesinde mümkün oldu. Kadın öğrenciler, üniversitede kadına yönelik şiddete karşı aylarca grev ve işgal eylemleri yaptılar.
Hâl böyle olunca birçok feminist aktivist için ülkelerinin şeffaflıktan ve katılımcılıktan uzak "feminist" dış politikası hiçbir şey ifade etmiyor. Ülkenin başına kadın bir devlet başkanı da geçse hükümet kadın hareketleriyle ilişki kurmadıkça bir şeyler değişecek gibi görünmüyor.
"Şiddet, istismarcıma bana inandıklarından daha fazla inanmalarıdır" (Fotoğraf: Esra Akgemci)
Yine de demokratik koşullar
Son olarak şunu da belirtmek gerek. Hükümetle feministler arasındaki gerilime rağmen kadın yürüyüşünün sorunsuz geçmesi için bütün koşullar oluşturulmuş durumda. Kadınlar, çeşitli gruplar halinde, başkentin ünlü bulvarı Paseo de Reforma'dan tarihi meydan Zócalo'ya uzanan yaklaşık 4,5 kilometrelik bir yolda yürüyorlar. En işlek caddelerdeki birçok metro ve metrobüs durağı eylem için kapatılmış, Zócalo da tamamen eylem için ayrılmış.
Kadınlar, hükümete ve polise yönelik çok sert sloganlar atıyor, geçtikleri yollarda ve meydanlarda sprey boyalarla yerlere ve duvarlara yazılar yazıyorlar. Polis hiçbir müdahalede bulunmuyor. Eylemde çok sayıda polis görevli ancak polisler gruba müdahale etmektense grubu korumaya yönelik bir tavır içinde, tıpkı demokratik bir ülkede olması gerektiği gibi…
25 Kasım'da kadın yürüyüşünden bir kesit (Video: Esra Akgemci)
Kadın yürüyüşünde polisler (Video: Esra Akgemci)
Esra Akgemci kimdir? Esra Akgemci, Lisans eğitimini Hacettepe İktisat (İngilizce), yüksek lisans ve doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. ABD, Meksika, Şili ve Brezilya'da lisansüstü araştırmalarda bulundu. Kâzım Ateş ile birlikte Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür (İletişim, 2020) adlı kitabı derledi. Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktor öğretim üyesi. ODTÜ Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları programında yüksek lisans dersleri veriyor. |