Ersan Şen

12 Ocak 2014

6087 sayılı HSYK Kanunu’nda yapılacak değişiklik üzerine

07.01.2014 tarihinde hazırlanan Kanun teklifinde, 18.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun birçok maddesinin değiştirilmesi önerilmiş ve teklif metni TBMM Başkanlığı’na sunulmuştur

07.01.2014 tarihinde hazırlanan Kanun teklifinde, 18.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6087 sayılı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun birçok maddesinin değiştirilmesi önerilmiş ve teklif metni TBMM Başkanlığı’na sunulmuştur. 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa referandumu ile HSYK’nın yapılandırılmasında yeni bir sürece girilmiş, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” başlıklı Anayasanın 159. maddesinde köklü değişikliğe gidilmiştir. Bu değişikliğin yargının önünü açacağı, bağımsızlık ve tarafsızlığını kuvvetlendireceği söylenerek, 6087 sayılı HSYK Kanunu’nda hemen Anayasa değişikliğinin arkasından yürürlüğe koyulmuştur. O zaman da söyledik, bu zaman da söylemekteyiz ki, sadece Anayasa ve kanunla bu işler olmaz, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı da sağlanamaz. Evet, Anayasa ve kanunlar önemlidir, fakat hukuk devletinde her şey demek de değildir. Bir o kadar da zihniyet ve uygulama önemlidir. Demokratik hukuk toplumunda, herkes yetkisini yetkili olduğu kadar kullanmalı ve başka alanlara müdahale etmemelidir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin bu alanda sorunları olduğu tartışmasız ortadadır.

Olması gereken HSYK’da, bizce hakim ve savcıların ayrılması, iki ayrı kurul olması, cumhuriyet savcılarının ayrı adli binalarda bulunması, cumhuriyet savcılarına bağlı adli kolluk teşkilatı kurulmalı, Hakimler Yüksek Kurulu’nun üyelerini hakimler, Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelerini de savcılar seçmeli, bu kurulların tüm kararları yargı denetimine açık olmalı, bu kurullara yürütme organı ve diğer idari kurumlar bu alana karışmamalıdır. Kanaatimizce, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından olması gereken budur. Avukatlar için de aynı yöntem izlenmelidir.

HSYK Kanunu’nda önerilerin değişiklik teklifi ise, etki-tepkiye dayalı, bir idari kurul olarak tüm yargıyı temsil ettiğini düşünen HSYK’ya karşı özellikle Hükümette oluşan tepkinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. İktidar Partisi milletvekillerinden gelse de, Hükümetin de teklifi desteklediği bilinmektedir. Bu değişikliğe geçici gözü ile bakılmakla birlikte, önerilerin değişikliklerin yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına müdahale olarak algılanması da mümkündür. Teklif metninin ilk bakışta Anayasa m.159’a uygun olması, “hukuk devleti” ilkesini düzenleyen Anayasa m.2’ye, yargı yetkisini düzenleyen Anayasa m.9 ile yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını düzenleyen Anayasa m.138’e uygun olduğunu ortaya koymaya yeterli değildir. Ayrıca, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin de gözetilmesi, sadece hakimlerin değil, cumhuriyet savcılarının baskı altına alınmaması gerekir.

Bugüne kadar yazdığım ve söylediğim hususlar nettir; yargının tam bağımsızlığı, hem objektif ve hem de sübjektif tarafsızlığıdır. Elbette yargı da yetkilerini layıkı ile kullanmak zorundadır. Bir idari kurul olan HSYK da siyasete karışmamak, basın üzerinden polemiğe girmemek, öncelikle hakim ve savcıların liyakatını esas almak zorundadır. Bugünkü vaziyet, maalesef çok şikayet ettiğimiz 12 Eylül 2010 tarihinden öncesini çağrıştırmaktadır. Yegane fark, Hükümetin kendisine yakın gördüğü bu HSYK ile de ters düşmesidir. "Eşitlik" ve "kuvvetler ayrılığı" ilkelerinin sözde kaldığı bir ülkede, sabah erken kalkanın yetkisini aşırı kullandığı veya yetkisini aştığı durumlara müdahale edilmediğinde veya edilip de sonuç alınamadığında, ortaya kaos ve güvensizlik manzarası çıkar.

Teklif metni incelendiğinde, HSYK’nın başkanı olan ve HSYK’yı temsil ile yetkili Adalet Bakanı’nın konumunun güçlendirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu yolla yürütme organın mensubu olan Adalet Bakanı’nın, bir idari kurul olsa da yargı mensupları ile ilgili yetkili kılınan HSYK üzerine etkinliğin artırılması hedeflenmektedir. “Kuvvetler ayrılığı” ve “hukuk devleti” ilkeleri karşısında, Anayasa izin versin veya vermesin yasama veya yürütme organının yargıya, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek yetkileri yasa yoluyla kazanması, “kanun devleti” anlayışına uygun gibi gözükse de, hukukun evrensel ilke ve esasları açısından ayrıca açıklamaya gerek olmayacak şekilde ters düşecektir. Çünkü hakim, savcı ve avukat, birer memur veya kamu görevlisi olmayıp, yargı erkinin asli süjeleridir. Yasama ve yürütme organları nasıl kendilerine müdahale edilmesini istememekte ise, millet adına karar verip uyuşmazlıkları çözen yargı erki de aynı duyarlılığa sahip olmalı, bağımsızlığını korumalıdır. Yargının kendisinden beklenmeyen soruşturmaları yapıp davaları görmesi, elbette tepki çekebilir ve hoş da görülmeyebilir. Önemli olan yargı mensuplarının, yargı faaliyetlerini ve yetkilerini hukukun evrensel ilke ve esasları çerçevesinde kullanıp kullanmadığıdır. Henüz demokratik hukuk devleti olmanın hazmedilip içselleştirilemediği bir toplumda, yargı erkine tepki gösterilmesi olağandır. Yargı mensubu yetkilerini, siyasete karışmadan, objektif ve sübjektif tarafsızlıklarını bozmadan, sabırla ve hukuka uygun şekilde kullanmaya devam etmelidir. Burada bütün mesele, yetkinin usule uygun kullanılması, soruşturmanın selameti ve elbette henüz şüpheli durumunda bulunan insanların haklarının gözetilip gözetilmediğidir. Bu gözetim yapılmadığı ve gözardı edildiğinde, elbette yargı mensubu da bu sorumluluğun sonuçlarının üstlenmeyi bilmelidir.