Erol Katırcıoğlu

03 Temmuz 2013

Demokrat olmanın zorluğu

ne yazık ki toplumun ruh hali çatışmacı politikalarla yaralanmış durumda. Kutuplaşma artmış, kimsenin kimseyi dinlemediği ya da ancak \"kendi\" tarafında olduklarını dinlediği ya da okuduğu bir yere doğru gidiyor

 

Bu ülkede "demokrat" olmak zor. Yani belirli ilkeler içinde doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilmekten söz ediyorum.

Bugün ellerinde tencere tava hükümetin kendi yaşam tarzlarına karıştığını düşündüklerinden dolayı "Hükümet istifa" çağrılarıyla ortalıkta dolaşanlar, daha dün kendilerinin "Başörtülü karısı olan Cumhurbaşkanı olamaz", "Başörtülüler kamu alanına çıkamaz" diye kibirli kibirli başkalarının "yaşam tarzlarına" karıştıklarını ne çabuk unuttular? İnsan bir an olsun düşünmez mi "Yahu bunlar bizim yaşam tarzımıza karışıyor olduklarından dolayı hükümet istifa diyoruz ama biz de bize yapılanlara benzer şeyleri onlara yapmamış mıydık" diye.

Ya da bugün "laik burjuvazinin" de içinde olduğu bir komplodan söz eden hükümet çevreleri, "Elimizde belgeler var, bu işleri bazı şirketler desteklediler, bu şirketlerden mal ya da hizmet almayın" fetvası verirlerken, daha dün 28 Şubat günlerinde "Yeşil Sermaye" olarak adlandırılan şirketlerden alış veriş yapılmasın diye (üstelik de Genel Kurmay tarafından) listeler hazırlandığını ne çabuk unuttular? İnsan bir an olsun düşünmez mi "Yahu böyle yaptığımızda 28 Şubat’ta bize yapılanları şimdi biz onlara yapmış olmuyor muyuz" diye.

"Kimlik siyaseti" dediğim de budur işte. Kendi kimliğinin içinden "ötekine" bakmak budur ve bu siyaset, siyaseten bir yere kadar gerekli ise de sonunda çatışmacıdır, karşısındakini ikna etmeye çalışmaktan çok onu yok etmeyi hedefler.( "Gerekli olduğu yere kadar"  dan maksadım ise, kimliğin mağduriyet sorunlarını ifade edebilmeyi mümkün kılacak kadar, onun ötesinde değil).

Bugünleri yarın anlamaya çalışacak olanların, "kimlik siyaseti" nin toplumu nasıl esir aldığını anlamak için yalnızca "gazete köşe yazılarına" bakmaları yeterli olacaktır sanırım. "Gezi olayına" kendi kimlikleri içinden bakarak bu olayları ya "komplo" cinsinden ya da "Hükümet istifa" cinsinden görmüş olan yazılar yazmış olduklarını fark edeceklerdir. Her iki grup yazarın da "Yahu durun bakın burada kendilerini bu olaya eklemlemek isteyenler olsa da bir başka talebin seslendirilişi de var. Bir onu dinleyelim" diyemediklerini göreceklerdir.

Eğer bu iki öbek yazarın dediklerinden bir siyaset üretecek olsaydık bu nasıl bir siyaset olacaktı dersiniz?

Mesela, diyelim Gezi’nin "komplo" olduğuna karar verdik, bu durumda ne yapacağız? Bu komplonun içinde olduğunu düşündüğümüz şirketlerin iflasını mı isteyeceğiz? Servetlerini, mallarını mülklerini ellerinden mi alacağız? Hele hele bu şirketlerin uluslararası bir ağın içinde olduklarını gördüğümüzde ( ki çoğu da öyledir) o uluslararası şirketlerle de ilişkilerimizi mi keseceğiz?

Ya da mesela Gezi'den giderek "Hükümetin istifasını" sağladık bu durumda ne olacak? Ya CHP+MHP’ye ya da "teknokrat" bir hükümete mecbur kalmayacak mıyız? Bu durumda Türkiye nasıl bir Türkiye olacak? Çözüm sürecinin berhava olduğu, cadı avlarının sürekli hale geldiği, özgürlüklerin ve hatta insan hayatının yok sayıldığı bir Türkiye olmayacak mı?

Her iki sonucu değerlendirmeye kalktığımızda bu kimlik politikalarının çatışmacı,  ülkeyi geriletici ve içe kapanmacı olduğu yeterince açık değil mi?

Ama ne yazık ki toplumun ruh hali bu çatışmacı politikalarla yaralanmış durumda. Kutuplaşma artmış, kimsenin kimseyi dinlemediği ya da ancak "kendi" tarafında olduklarını dinlediği ya da okuduğu bir yere doğru gidiyor. Her iki kimlik politikasını eleştirerek "yeni" olana işaret etmeye çalışanların ise esamesi okunmuyor.

Gezi olayı üzerine daha çok yazılacaktır. Ben de Taraf'tan ayrıldığımdan beri t24'de Gezi olayı üzerine yazdım ve yazıyorum. Bu değerlendirmelerde altını çizmeye çalışıyorum ki Gezi’den yükselen en önemli düşünce bu "kimlik siyasetinin" sonuna işaret eden "katılımcı bir demokrasi" talebidir.  Bir başka deyişle "kimlikleri aşan", bir çeşit "kimlikler-üstü" ya da aynı anlama gelmek üzere "bütün kimlikleri içeren" onları "kucaklayan" bir demokrasidir talep edilen. Gezi’deki "namaz" ve "kandile" gösterilen duyarlılıkla, Kürtlerin mağduriyetlerine sahip çıkma duyarlılığı, talep edilen demokrasinin "tıkız" bir "temsili demokrasi" den çok, "farklı kimlikleri kucaklayan", "katılımcı bir demokrasi" olduğunu bence yeterince anlatıyor.

Bu da az şey mi?